Bizim dizilerimiz, içinde yaşadığımız toplumun bir aynası olarak erkeklerin torpilli, kadınların ikinci sınıf olduğu bir dünyayı işliyor. Sonuçta içimizden birini seçip siyasi manada iktidar yaptığımız gibi bu senaristleri de uzaydan ithal etmiyoruz.

Onlar da bizimle aynı marketten alış veriş yapan, dizisi tutmadığında başka işlerde çalışmak zorunda kalan, metroya binen, tuvalet sırası bekleyen insanlar.

Bir de toplumun sadece belgesel seyreden güruhu gibi hiç dizi seyretmiyorum diyen senarist grubu da azımsanmayacak kadar çok.

Her neyse bugün günlerden cumartesi ve televizyonda iki yeni dizi başladı.

İkisini de beğenmedim.

Birinin kastını, yarattıkları ortama uymayan giyimlerini beğenmedim. Çok kısa seyrettim. Sadece insanların tiplerine baktım.

İlgimi çekmedi.

Diğer dizi İnsanlık Suçu adını taşıyor.

Hikaye Adana’da geçiyor. Kız kardeşi evden kaçmış, babası ölüm döşeğinde, garsonluk yapıp evi geçindirmek zorunda kalan, arkadaşının dediğine göre çakmanın çakması spor ayakkabı giyen, genç bir adamın hikayesi.

Babası öldüğünde mezarlığın içine kadar giren görgüsüz bir zengin adamla karşılaşıyor anne oğul.

Anne lüks arabalardan birinden inen yaşlı adamı görmek dahi istemiyor. Genç adam amcası olduğunu öğrendiği adamın bu kadar zengin olmasına sinirleniyor elbet.

Annesinden hesap soruyor. Biz bu kadar sefalet çekerken neden bu aileden benim haberim yok, diyor annesine.

Anne ısrarla görüşmek istemiyor, adı anılsın istemiyor zengin amcanın.

Amca kardeşinin mezarı başında, sefil bir hayat sürdün, oğlunun kaderi sana benzemez inşallah, diyor.

Sefil bir hayat sürmüş ölen adam çünkü karısını abisi sevmiş ama karısı onu sevdiği için kaçıp evlenmişler. Adamın ailesi abisinin sevdiği kızı kardeşi kaçırdı diye oğlunu her şeyden mahrum etmiş, senaristin üstüne basa basa anlatmak istediğine göre sefil ölmüş, adamcağız.

Tüm atılan tiratlar fakirliğin sefalet, zenginliğin maharet olduğundan dem vuruyor.

Bu eğitimsiz, arabesk seyirci ağzı.

Sanki fakir ve ezik seyirci varoş evinde oturmuş kahırla ağzı açık televizyon seyrediyor, yar bize bir eğlence diye, ekranda sessiz bir oyun var.

Dış ses gibi de bu seyircinin aklından geçen hayat düsturları kulaklarında çınlıyor.

En ilkel Türk filminde bile bu duyguya rastlamayacağınıza eminim.

Bu reyting cihazlarının çoğu da varoş mahallelerine konmuş. AB grubu seyircisi reytinglerde işlevsiz hale getirilmiş.

Bu yüzden mi dizilerin ve senaristlerin kalitesi bu kadar düşük.

Bilmiyorum.

Nasıl ki dizilere dahil olan oyuncular başta seyirciyi ve yaşadıkları hayatı küçümsüyor ama iyi kötü senaryo ayırmadan her dizide oynuyor, dahil oluyor, hayatlarını kazanıyorlar.

Bizim de küçümseyerek, aloo ne yaptığınızın farkındayız, deme hakkımız var.

Bu dizilerde ensest olayı da çok fazla. Her hikayede e azından hafif bir ensest var.

Kardeş yengeye aşık.

Amca kızı, teyze kızına aşık olmalar normal.

Erkekler kadınların hayatını planlıyor.

Erkeklerin güdük kafasını yaşıyor kadınlar tüm yeteneklerini göz ardı ederek.

Bunu da akıllı ve yetenekli oldukları için yapıyorlar.

Ne ince tezat.

Benden bu kadar çünkü ruhum sıkılıyor.

Zeki insanları seviyorum.

Onların varlığı bir sürü zırvalığa tahammül etmemi sağlıyor.

Yoksa kendi isteğimle bir köşeye çekilir dizi seyrederek, fotosentez yapardım hayatımın sonuna kadar.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.