Çetin Durukanoğlu

Yazın-edebiyat alanındaki taciz ifşası kolektif bir harekete dönüştü. Bu ifşa sonucu bir tacizcinin hayatına son vermesi ve haklarında ifşa olunan erkeklerle yayınevi ve gazetelerin ilişkilerini kesmeleri yeni bir tartışma süreci daha başlattı.

Yaşadığımız gezegende çelişkilerin fazlalığı ve derinliği -iklim değişikliği, endüstriyel tarım- sanayi, askeri amaçlı genetik ve moleküler biyoloji araştırmalarının yapısal kriz ile eş zamanlı var olması- felaketler ve salgın hastalıklar zincirini “kader” haline dönüştürmektedir. Dinamik bir süreç olan toplumsal ilişkilerde bu “zamanın ruhunun” içinde barındırdığı çelişkiler küresel bir faşizm süreci ile devrimci düşünme/davranış geliştirmenin eş zamanlı olarak var olduğu bir sürecin önünü açmakta, daha sert mücadelelerin filizlenmesine neden olmaktadır. Son bir yılda ABD, Kolombiya, Nijerya ve daha bir çok ülkede devlet şiddetine yönelik karakolların yakılması, bankaların ve gıda marketlerinin/depolarının kamulaştırılması eylemlerine, Hindistan'da 250 milyona yakın kır ve kent emekçisinin katıldığı grev sürecinde polis ve ordu barikatlarının aşılması eylemlerine bakabiliriz.

Çözülemeyen sorunlar çelişkilerin daha da uzlaşmaz ve yıkıcı olmasını beraberinde getirmektedir. doğanın ve toplumun yani hayatın akışı hepimizin durduğu yeri, yani tarihsel sürecin akışına karşı aldığımız konumla ortaya koymaktadır.

Dünyadaki toplumsal gelişmeler içinde son dönem en önemli dinamiklerden birinin kadın hareketi/kadın kurtuluş hareketi/feminist hareket olduğu artık tartışma götürmez bir mahiyet kazanmıştır. İsteyen son 5 yıl içindeki kadın direnişlerine bakabilir. İspanya’da gerçekleşen 8 Mart feminist grevi için söylenen “genel grev şimdi genel grev oldu”1 saptaması bize fikir vermelidir. Keza LGBTİ+ hareketinin mücadele ile kazandığı meşruiyet de benzer bir dinamiğe sahiptir.

Tabi ki yaşadığımız coğrafyada bu gelişmelerden muaf değildir. 80’li yıllarda başlayan kadın hareketi2 ağır siyasi baskı döneminde İstanbul Sözleşmesi Uygulansın Kampanyası’nda olduğu gibi rejime geri adım attırabilmiş bir düzeye ulaşmıştır. Yine 1990’ların başında sembolik olarak başlayan Onur Yürüyüşleri Gezi İsyanı ve sonrasında on binlerce insanın katıldığı etkinliklere dönüşmüştür. LGBTİ+ hareketinin ve bireylerinin görünür olmasını sağlamıştır.

Tabi ki edebiyat yazın alanında gelişen ifşa hareketinin çapının bu derece genişlemesi de yaşanılanların "eğitimli erkeklerin hegemonyasında olan yaratıcılık alanında" olmasının da etkisi büyüktür. Hareket içindeki kadınlar yaşadıklarını zaten kendi yarattıkları bir çok mecrada anlatmakta dile getirmektedir. Erkeklerde ortaya çıkan “savunma, erkek dayanışması” erkek sorununun “maddi ve manevi bir bütünlüğe” sahip olduğunu çok berrak biçimde ortaya koymaktadır.

Burada Muzaffer Oruçoğlu, Gün Zileli ve Şaban İba sembolleri ile başka bir toplum ( Komünist, Anarşist, Başka bir dünya) tahayyülü olan erkeklerinde sürece dahil olması kendimizi öz-eleştirel bir konuşmaya vesile olmasını dileyelim.

Devrimci toplumsal hareket içinde kadınlar uzun zamandır görünür olma mücadelesini sürdürerek epey bir rol almıştır. Son açıklamalarda imza koyan örgütler arasında A ,B,C vs örgütünden kadınlar imzası göze çarpmaktadır. Peki bu örgütlenmelerde yer alan yada kişisel olarak devrimci sosyalist bir perspektifle yaşamaya çalışan erkeklerin konuşması gerekmiyor mu? "Kadın sorunu" başlığının altına saklanılması sorunun önemli bir faili olduğu gerçeğini saklamaktan başka bir işe yaramadığı görülmüyor mu? Yoksa tarihsel egemenlik ilişkisinin "inceltilerek saflarımızda varlığını sürdürmesi" işimize mi geliyor. Daha açık konuşacağımız pratik örnekler üzerinden biraz kendimizi deşmeye ihtiyacımız var.

Uzun zamandır sosyal medyaya sol sosyalist örgütlerde yaşanan pratiklerin düşmesine tanık oluyorduk. Kendisini bu sorundan "muaf" gören mevcut devrimci toplumsal hareketteki erkekler uzun zamandır sessizliğini sürdürmektedir.

Eleştirel bir devrimci pratik özelliği taşıyan Kadın ve LGBTİ+ hareketlerinden öğrenme, gerçek bir hareketten öğrenmeye kapalı olunmasından dolayı kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin ağır baskısı altında zorunlu bir pratik öğrenme sürecinin önünü açmıştır. Halbuki yine yazılı ve sözlü bütün belge ve anlatımlarımız da “kitlelerden öğrenmek” önemli bir yer işgal etmektedir. İsteyen Marx’ın Paris Komünü değerlendirmelerine, isteyen Rosa’nın Kitle grevi, Parti ve Sendikalar kitabına, isteyen Stavhonist hareket sürecindeki Stalin ve Molotov’un, Kültür Devrimi sürecinde Mao’nun değerlendirmelerine bakabilir. Kitlesel hareketler ve mücadelelerden öğrenmek aslında devrimci/sosyalist/komünist hareketin en önemli özelliklerinden biri olmaktadır.

Örgütlü ya da bireysel devrimci-demokratik toplumsal hareket içinde yer alanlar soruna nasıl bakmalı? Bugünden yarına uzanan pratik-teorik adımlar ne olmalıdır sorusu “Biz”i ilgilendiren sorudur.

Öncelikli bir çok devrimci örgütün kadın örgütlenmelerinin yayınladığı açıklamalar çok net ve berraktır. Çok önemli öğretici bir pratik kazanımdır.

Teorik olarak kapitalizmden komünizme geçişin bir süreç olduğu ve bu süreçte “devletin, ailenin ve özel mülkiyetin sönümleneceği” tezi Marksist cenahta genel olarak kabul gören bir anlayıştır. Burada aileden kast edilenin ataerkil ya da patriyarka olduğunu hepimiz biliyoruz. Kadın hareketi aslında komünizme giden bir süreçte ataerkil ailenin nasıl sönümleneceği üzerine çok net sorular ve çözümler üreterek gelişiyor. Daha kapsamlı bilgi için Sovyetler Birliği ile başlayan Yugoslavya, Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Avrupa Halk Cumhuriyetleri ve Küba, Vietnam, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile bugüne kadar uzanan sosyalist inşa deneyimlerine ve 60’lı 70’li yıllardaki dünyadaki devrimci toplumsal hareketlere bakabiliriz.3 Sürecin hangi zorlukları içerdiğinin pratik verileri olarak karşımızda durmaktadır. Hem kazanımları hem de asıl konuşmamız gereken yapamadıkları ile….

Gerçek hareketin nüvelerinin yeniden filizlendiği koşullarda hareketten öğrenerek hareketin varoluş zeminini yeniden tanımlamak ve buna uygun pratik süreçlerin örülmesine yönelmek gerekmektedir.

Sorunun ”Erkek sorunu” olduğunu görmek gerekiyor. Erkek egemen sistem öznelerden bağımsız bir olgumudur?

Toplumsal örgütlenme süreçlerinde yaşam alanları ve işyerlerinde kolektif/komün/kooperatif biçiminde mutfak, çamaşırhane, kreş/yaşlı bakımı, sağlıklı gıda üretimi ve dağıtımı örgütlenmeli, mücadelesi yürütülmelidir. Bu örgütlenmeler yerel yönetimlerinden/kamudan talep edilmeyle, yerelde taban inisiyatiflerinin örgütlenmesi gibi geniş bir yelpazede ele alınmalıdır.

Düzenlenen etkinliklerde çocuk bakımı/gelişimi/pedagojisi konularında temel eğitim alan erkekler tarafından gerçekleştirilecek olan etkinlik süresince çocuk bakım hizmetlerinin verilmesi geleceğe bırakılmadan hayata geçirilecek başlama adımlarıdır. Dönüşüm için ev işleri/çocuk ve yaşlı bakımının toplumsallaşmasını savunmanın yetmeyeceği, ev işleri ve çocuk ve yaşlı bakımının da erkekler tarafından öğrenilmesinin bir zorunluluk olduğunun kavranması gerekiyor. Örneğin bu işler ne kadar toplumsallaştırılsa da nihayetinden birlikte yaşanılan mekanların işlerinin her birey tarafından yapılması gerekiyor. Ya da kreşteki/okuldaki çocuğun alınması hem de yaşam alanındaki bakımın yapılması vs.

Taban örgütlerinde kadınların ve LGBTİ+ bireylerin önündeki "görünmez bariyerleri" yıkacak düzenlemeler yapılmalı, ihlal eden erkeklere yaptırımlar düzenlenmelidir. Kendi siyasal eğilimimizden olan erkekleri korumaktan imtina edeceğimiz yapılar oluşturulmalıdır.

Peki hangi öğrenme mekanizmaları kullanılabilir, neler yapabiliriz?

Sık sık bizim cenahta dışa vuran "kadınlar bizi eğitsin" söylemine de kısaca değinmekte fayda var. Hemen her şeyi öğrenme kabiliyetine sahip olduğumuzu düşünüp kimseden destek alma yönünde açık beyanımız olmamasına rağmen "erkek sorunu" ile yüzleşmek için yine kadınlara çağrı yapmak samimiyet meselesini önümüze koyar. Hayata ilişkin başka bilgileri nasıl öğreniyorsak toplumsal cinsiyet alanındaki bilgi ve pratikleri kendi oluşturacağımız örgütlenmeler ve bilgi akış mekanizmaları ile çözebiliriz. Hepimiz farkındayız değil mi ne kadar az çaba var bu konuda.

Kadın ve LGBTİ+ hareketleri tarafından çıkarılan yayınları ve dergileri takip edebiliriz. En kolay öğrenme yollarından biridir. Kadınların ve LGBTİ+ bireylerin istek, arzu ve hayattan taleplerini kulaktan dolma değil ilk elden öğrenme şansına sahip oluruz. Okuma listelerimize ve okuma gruplarının listelerine ekleyebiliriz değil mi?

Tabi ki kadınların hayatlarını kolaylaştıracak pratiklerin örülmesi hedefimiz olmalıdır. Öncelikle pratik adımımız kadınların hayatına yük olmamakla atılmalıdır. Gündelik hayattaki bütün işleri asgari düzeyde yapabilecek öğrenme adımları atmalıyız. Kritik ama oldukça sade bir soru ile başlayabiliriz. Yaşanılan yada ortak kullanılan mekanlarda tuvalet temizliğinin neden bizim aklıma gelmediği sorusu ile başlayabiliriz. Kadınlar kendi hayatlarındaki yükler yetmezmiş gibi birde bizi taşımamalıdırlar. Bu adımları atanlar kadınların hayatlarını kolaylaştıracak adımlar atmalı, pratikler sergilemelidir. Liste uzatılabilir.

Sevgi, aşk, cinselliğin tek bir öznesi değil özneleri ve farklı cinsel tercihleri kapsadığını düşünürsek, yaşanılan tarihsel birikimden dolayı "eşit" bir ilişkinin ancak egemenlik ilişkisinin egemen tarafından değil diğer taraflarından beyan edilen biçimlerin üzerinden yaşanabileceğinin bilincinde olunması gerekmektedir. Örneğin “özgür aşkı” savunmanın erkek egemen sistemden kaynaklı olarak erkeklerin tarihsel ayrılacaklarının yeniden üretilmesinden başka bir sonuca ulaşmayacağını hepimiz yaşanılan pratiklerden biliyoruz. Erkekler tarafından savunulan “özgür aşk, tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması” aslında kadınların hayatlarında derin yaralar açmaktadır. Çünkü çok eşliliğin yaşanmasında toplumsal cinsiyetin erkeklere biçtiği rol ile kadınlara biçtiği rol ayrıdır. Bakınız “çapkın erkek” ve “orospu/yosma” kodlamalarına. Bu toplumsal zemin ortadan kaldırılmadan “eşit, özgür bir ilişki” çok zorlu süreçler ve güçlü kişiliklere ihtiyaç olacağı çok açıktır. Konuyla ilgili olarak Aleksandra Kollantay'ın hayatına ve Bolşevik Parti içinde karşılaştığı tepkilere bakabiliriz. Daha yakın olumlu bir deneyim olarak Almanya Kızıl Ordu Fraksiyonu(RAF) pratiğine de bakabiliriz. En çok aranan militanlarının çoğunun kadın olması tesadüf müdür? Ailelerini, çocuklarını ve kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet rollerini reddeden kadınların çok yoğun bir emeği olarak devrimci hareketin tarihinde iz bırakmıştır. RAF hangi maddi koşullarda bu özellikleri kazanmıştır bakmamız gerekir.

Taciz ve tecavüzün ne olduğu konusunda bilgi sahibi olup olmamayla ilgili daha somut bir olguyu konuşmanın vakti geldi. Kendisine devrimci, sosyalist solcu olarak tanımlayan erkeklerin polis ve jandarma karakollarında neler olduğunu bilmemeleri mümkün değildir. Her dönem gözaltı süreçlerinde yaşanan çıplak sorgulama, çıplak arama, tecavüz tehdidi, tecavüz girişimi ve tecavüzü bütün süreçleri ile birlikte yaşadık. Bunu yaşayan tanıklar olarak susmakta, konuşmamaktayız. F tipi cezaevlerinin girişlerinde dayatılan çıplak aramaya neden direniyoruz? Açık değil midir? Yani sorun taciz ve tecavüz’ün nasıl bir hissiyat oluşturduğunu bilmeme sorunu değildir.

Şimdi son yaşanan ifşa hareketi üzerine kısa birkaç not.

Yine yetişme koşullarında egemenlik ilişkilerinin maddi ve manevi bütün ayrıcalıklarından yararlanarak büyüyen erkeklerin kadınlara hayatlarının herhangi bir döneminde fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulamadıklarını söyleyebilir miyiz? Bu soru devrimci toplumsak harekette yer alan hepimizi kapsamaktadır. Erkeklerin konuşmak istemedikleri bir konuda budur. Figen Yüksekdağ’ın cezaevinde tutsak devrimci sosyalistlerle röportaj yapma isteğine çok az cevap gelmesini hatırlayalım…

Bu nedenle herhangi birimiz hakkında bir kadın tarafında yapılan ifşa, kadının beyanı esastır ilkesinden yola çıkarak “suç duyurusu” olarak algılanmalıdır. Hakkında ifşada bulunan erkek “suç duyurusunun” aksini ispatlamakla yükümlüdür. Bu zaman sürecinde bütün faaliyet alanlarından çekildiğini, hakkındaki ifşanın takip edilmesi ve sonuçlandırılması üzerine kadın örgütlerinin oluşturacağı bir komisyon ya da komitenin ulaşacağı sonucu kabul edeceğini beyan etmelidir. Bu mekanizmanın toplumsal hareketlerde kalıcı kurumsal bir mekanizmaya dönüşeceği düzenlemeler yapılmalıdır. Tabi ki “burjuva hukukundaki masumiyet karinesi”, “kötülük yapmak isteyen kadınlar”, “intikamcılar” vs sözlerini duyuyorum. Hiçbir adalet mekanizmasının işlemediği yerlerde herhangi bir toplumsal hareketin kendi adalet anlayışını hayata geçirdiğini içinden geldiğimiz devrimci pratikte mevcut olduğunu herkese yeniden hatırlatmakta fayda olabilir. Devrimci Adalet, Halk Mahkemeleri, Halkın Adaleti vs. tanımlamaları bizim kendi tarihimizin ürettiği mekanizmaları tanımlamaktadır. Kadına yönelik şiddetin kadın kırımına dönüştüğü koşullar kadın direnişinin yüksek olmasından kaynaklanmaktadır. Kadınların örgütlü direnişine cevap veren erkek egemen sistemin kendisinin sorgulanmasını sessizce geçiştirmeyeceğinin pratik göstergesidir dünyada yaşananlar. Kadınlar dünyanın her yerinde kişisel ve kolektif öz savunma eğitimleri almakta, mücadele örgütleri kurmaktadırlar. Fikir vermesi açısından Hindistan'daki Gulabi Gang'a bakılabilir.

Bağlarken “devrimin temiz bir iş olmadığı, iç savaş sürecinden geçen kanlı bir süreç olduğu” analizlerini erkekler tarafından devrim üzerine yazılan yazılarda dile getirildiğine hepimiz birçok kez tanık olmuşuzdur. Kapitalist üretim ilişkilerindeki uzlaşmaz çelişkilerin devrimle çözülmesi meselesi. Lenin’in "iç savaştan söz etmeyen hiçkimse devrimden söz etmesin" saptaması bize çok mantıklı gelmektedir. Uzlaşmaz bir toplumsal zeminde derinleşen kadın- erkek çelişkisi, kendi özgül alanına ilişkin kadın hareketinden yazarlar tarafından "farklı düzeyleri olan uzun bir zaman dilimine yayılan kendine özgü bir devrimci süreçten” geçerken devrimin bu eğilimlerinden muaf olmayacaktır. Kadın devrimi; devrimci, sosyalist cenahta infiale neden olan “şok pratikler” sergilemektedir. Hatırlayalım köy meydanına tecavüzcüsünün kellesini bırakan Nevin Yıldırım’ın eylemine gösterilen tepkileri. İfşa sonrası intihar eden bir erkek için ifşa edenin onu ölüme sürüklemekle itham edilen yazıları.4

Her gün hayatlarını kaybeden kadınlar hayatlarını savunmaya karar verdiklerinde de ama... ile karşılaşmaktadırlar. Hatırlayalım Zapatista komutan yardımcılarından Markos’un “ biz zaten ölüyorduk, kimsenin umurunda değildi. Nasıl öleceğimize kendimiz karar verdiğimizde sorun olduk” sözlerinin bizim anlam dünyamızdaki bıraktığı olumlu izi. Aynı şeyi yapan kadınların anlam dünyamızda iz bırakmaması bir sorun değil midir?

Yeni bir tarihsel dönemin dinamik bir toplumsal kesimi biz devrimci sosyalist erkekleri değişip dönüşmeye zorluyor. Sancılı, zorlu ama gerçek eşitliğin olacağı gerçek bir hareket içinde zemin ortaya çıkıyor. Kadın hareketinin “tarihsel alacağımız” diye soyutladığı meseleyi “tarihsel borç” olarak görürsek, kişisel bir borç hikayesi olmaktan ziyade eşitsiz bir zeminin tariflenerek kolektif ve bireysel yapabileceklerimiz için bize bir başlama noktası bulacağız. Bugüne kadar bir biçimde tüzüklere, programlara girmeye başlayan toplumsal cinsiyet meselesinin muhatabı olarak konuşmaya, eylemeye başlamalıyız.

Kadınlar önümüze sade, anlaşılır hiçbir teorik gevezeliğe mahal kaldırmayan, “gerçek bir insan” olacağımız bir zemin koyuyorlar. Anlamak isteyene. Gerisi bize kalmış…. Ya gerçek bir komünist hareketin parçası olmak yada hayatın dışına atılmak. Seçim bizim.

Dipnotlar

1- Filiz Karakuş, https://www.catlakzemin.com/bu-bir-genel-grev-degil-feminist-grevdir-kadinlar-durursa-dunya-durur//

2- Kürt Özgürlük Hareketi ortak olanın dışında farklı süreçlerden deneyim biriktirerek bugüne uzanmış ayrı bir mecradır

3- Burada anarşist-komünistlerinde etkin bileşenlerinden olduğu İspanyol Devrimi ve İç Savaşı' na da bakabiliriz.

4- Burada devrimin bu biçimde tanımlamayacağına ilişkin itirazlar geleceğini biliyorum. Konuyu bağlamından koparmamak için bu tartışmaya burada girmiyorum. Burada kadın hareketinden yazarların ifadesini kullanmayı tercih ettim. Bir toplumsal üretim tarzından başka bir toplumsal üretim tarzına geçiş ile kadın kurtuluş hareketi/kadın devrimi ilişkisi başka bir zeminde tartışılabilecek bir konudur.