Bu ifadeyi en son ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey kullandı. Kıbrıs ve Kore şehitlerimizden sonra, bir de bu eksikti! Önce 8 ve sonra da 5 şehit verdiğimiz ve rejim güçleri yani Esed ile baş etmeye çalıştığımız şu ortamda, elbette ABD bizim bu krizimizi kendi fırsatına çevirmeyi uygun buldu. Erdoğan gecikmeden açıklama yaptı bugün, rejim güçlerinin (Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Esed kastediliyor) görülen her yerde vurulacağını açıkladı ve Soçi mutabakatının ötesine geçildiğini resmen ilan etti. Evet, Türkiye, artık Astana ve Soçi süreçlerinin bittiğini, Rusya’nın bu süreçlere sadık olmadığını açıkladı.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisinin 29 Ocak 2020 tarihli raporunun rakamlarına göre, 1 Aralık 2019 tarihinden itibaren yaklaşık 390 bin kişi İdlib’in güneyinde yerlerinden ve yurtlarını olup evlerini terk etmek zorunda bırakılmışlardır ve on binlercesi Azez ve Afrin bölgesine gitmekle beraber çoğu kuzeye doğru göç etmek durumunda kalmışlardır. Bu kişilerin %80’i çocuk ve kadın. Ayrıca, 2019 yılının Mayıs-Ağustos ayları arasında da aynı şekilde 400 bin kişi gelmiştir. Aralık ayından sonraki göç dalgası ile birlikte, toplam yaklaşık 800 bin kişi. Bu sayıyı Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 milyon ve ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi olan James Jeffrey 700 bin kişi olarak telaffuz ediyor. İdlib'in nüfusu savaştan önce 1,5 milyonken, şimdi güneyden gelenlerin etkisiyle 3 milyona ulaşmış durumda.

Rusya Federasyonu Konseyi Dış İlişkiler Komitesi’nde İgor Morozov’un söylediği “Türkiye’nin manevra alanı kalmadı, Ankara Rusya’dan gelen Suriye sınırını kapatma talebini mutlaka yerine getirecek…” sözü Rus hafızasında halen kayıtlıdır. (Sputnik, 12.08.2016) Üstelik biz Rus destekli saldırılarda şehitler verirken, Putin’in bir başsağlığı bile dilememesi dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Astana süreci çöktü” dedikten sonra Rus devlet siteleri yine ‘Türkiye teröristleri destekliyor’ yayınına başlamışlardı. Erdoğan’ın bu gelişmelere yönelik bir açıklaması da şu olmuştu; “Önceki gün askerlerimize yapılan saldırı Türkiye açısından Suriye’de yeni bir dönemin miladıdır. Türk askerinin kanının aktığı yerde hiçbir şeyin aynı şekilde devam etmesine izin veremeyiz.”

Erdoğan Kırım konusunda da durdu durdu ve sonunda bir açıklama yaptı. Bir de 1. Dünya Savaşındaki faşistlerin selamlamasıyla "Slava Ukrayna" (Şan olsun Ukrayna'ya) şeklinde Ukrayna ordusunu selamladı. Günümüzde bile Ukrayna'nın başlıca şehirlerinde 2. Dünya Savaşı ortamını ve atmosferini yaşatmayı amaçlayan milliyetçilik temalı mekânlarda girişte bu söz bir paroladır, söylemeden giremezsiniz; "Slava Ukrayna". Halen bu selamlamayı ancak fanatikler ve aşırı milliyetçiler kullanmaktadır. Kendisine Kırım Tatarları Bölgesel Ulusal Kültürel Özerklik Başkanı Eyvaz Umerov: "Kırım'ın Rusya ile bağları muhkemdir. Ukrayna bunu unutsun. Ukrayna'nın bütünlüğüne ilişkin sürekli yapılan açıklamalar anlamsızdır. Ukrayna 2014 yılında Kiev'de düzenlenen darbe ve yapılan referandum ile Kırım'ı sonsuza kadar kaybetti. Erdoğan'ın tavrı mantıksızdır" biçiminde bir yanıt verdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "deprem vergileri" tartışmasına kendince ilginç bir nokta koydu: "O sordukları deprem vergileri 2003 – 2019 toplamı cari fiyatlarla 66 milyar lira, 2019 fiyatlarıyla 147 milyar liradır. Bugüne kadar depremlerle ilgili çalışmalarda harcanan kaynak ise bu rakamların beş katıdır. Biz Van depreminde eski parayla 20 katrilyon lira harcadık." Gördüğünüz gibi toplanan vergi yeni parayla, harcanan rakam ise eski parayla ifade edilmiş. "Eski parayla 20 katrilyon lira" dediği para, bugünkü parayla 20 milyar lira eder. Belli ki Cumhurbaşkanı, rakam kalabalığına getirip, milletin kafasını karıştırmak istiyor. Böyle yapınca da "beş katını harcadık" iddiası inandırıcılık bakımından oldukça zayıf kalıyor.

Öte yandan, KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Ocak ayında yaptıkları araştırmaya göre toplumun yüzde 80'inin çocuklarının geleceği için kaygılı olduğunu söyledi. İstanbul'un nüfusu 2019'da 2018'e göre 451 bin kişi arttı! Kentin nüfusu 2018'de bir önceki yıla göre sadece 38 bin kişi artmıştı. Yerel seçim ve yabancı nüfustaki artış kent nüfusunu artırdı. İstanbul'da ikamet eden yabancı nüfus 2019'da 165 bin 197 artarak 597 bin 440'a ulaştı.

Hukuk sistemimiz de keza neredeyse çökmek üzere. Türkiye genelinde 1 milyon 100 bin kişi kolluk kuvvetleri tarafından aranıyor, bir o kadar şartlı tahliyeden faydalanmış, yani aslında onlar da hükümlü. Normalde hapiste olması gereken ama yeni sisteme göre belirli sürelerde imza veren kişiler. Yine bir o kadar da hükümlerinin açıklanması geri bırakılmış olan kişiler mevcut. Yani 2 sene altında hapis cezası alıp cezaevine girmeyen ama aynı suçu işlerse içeri girecek olanlar. Etti mi 3,5 milyon kişi. Bunun yanında, işlemi devam eden yaklaşık 7,5 milyon ceza dosyası var, bunlar ya yerel ya ceza ya istinafta. Her dosyada 2 sanık 2 tanık 2 müşteki dersek, b da eder 45 milyon kişi. Neredeyse tüm ülke nüfusu adliyeler etrafında dolaşıyor. Mahkemeler yıllarca sürüyor. Hukuka güven kalmadı. Ve bunların çoğu da doğrudan veya dolaylı olarak ekonomi ile ilgili suçlardan oluşuyor.

Yapılan bir başka araştırmaya göre, “imkânınız olsa ülkeyi terk edip gider misiniz?” sorusu yöneltilen gençlerimizin %49,5’i memleketten gitmek (kaçmak) istiyor. Hem de gönül coğrafyasına değil, hep emperyalist güçlerin ülkelerine ve şehirlerine gitmek istiyorlar. Adalet hukuk eşitlik ve eğitim fırsatından dolayı bu tercih ortaya çıkıyor.

Bugün işsizlik Türkiye’de %13,3, Yunanistan’da %16,8, İspanya’da %14,1 iken Almanya’da sadece %3,1. Üreten, üretim yapan ülkelerin durumu hemen göze çarpıyor.

Araştırmalara göre Cumhur ittifakı ile Millet ittifakı arasındaki farkın biraz daha açıldığı ortaya çıkıyor. En son vaziyete göre, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemine destek %35,2, Parlamenter Sisteme destek ise %57,3 olarak beliriyor. [Sistem değişikliği referandumunda (16 Nisan 2017) “Evet” oyu kullanmış olanların beşte biri bugün yanlış yaptığını düşünüyor.] Libya’ya asker gönderilmesi de tartışmalı bir konu. Geçen ay yapılan araştırmaya cevap verenlerin yarısı (%49,7) “Libya’ya asker gönderilmesini onaylamıyorum” derken, bu ayın araştırmasında “Karşıyım” diyenlerin oranı daha da yüksek: %58,7… Bir ankete göre ise, Kanala (Kanal İstanbul) destek verenler %27’e geriledi.

1948 yılında CHP içinde Hüseyin Cahit Yalçın tarafından “kuvvetler ayrılığı” tartışması başlatıldığı halde, DP lideri Celal Bayar “Atatürk’ün en büyük eserlerinden biri 1924 anayasasıdır” diyerek kuvvetler birliğini savunmaya devam etti. O günlerden bugünlere pek de yol kat edemedik! ABD anayasasının mimarlarından, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'ni yazan ve 1801-1809 tarihleri arasında görevde olan üçüncü ABD başkanı olan Thomas Jefferson’ın sözlerini hatırlayacak olursak; “Bana parlamento müessesesi mi, adalet müessesesi mi, yoksa basın hürriyeti mi diye sorsanız, size basın hürriyetini tercih ediyorum diye cevap veririm. Eğer basın hürriyeti olursa, o memlekette parlamento da kurulur, adalet de tesis edilir, dürüst seçimler de yapılır, suiistimallerle de mücadele edilir ve her şey yerine gelir. Fakat basın hürriyeti olmayan bir memlekette bunlar mevcut olsalar dahi orada ne parlâmentonun mevcudiyetinden ne seçim hürriyetinden ne vatandaş haklarından bahsetmek mümkündür. Basın hürriyeti olmayan memleketteki devlet bir kabile devleti olmaktan ileri gidememiştir.”

Ve büyük üstat Fernando Pessoa’nın aforizmik bir lafı ile noktayı koyalım; “Siyaset, nasıl yönetildiklerini anlamadan toplumları yönetme sanatıdır... Siyasi fikirlere sahip olma, hiçbir fikre sahip olmamanın en kolay yoludur...”