Açıkça itiraf etmek gerekirse bu yazıyı yazma düşünceme, Burdur’da bedelli askerlik yaptığım dönemde tanıştığım ama bir daha hiç görüşemediğim, Erzurum’dan gelen MHP’li bir arkadaş vesile oldu. Daha uzun dönem askerlik yapanlar bilir, askerde herkes kendisine benzeyen birilerini bulur ve arkadaş olur. Bir çay sohbeti, bir yemek anı bile arkadaş edinme konusunda doğal seçimi sağlar. Benim de içine dahil olduğum arkadaş grubumuzda reklamcı, ressam, akademisyen, gazeteci gibi kendilerini daha çok solda tanımlamış arkadaşlar vardı. Bir de MHP’li bir grup arkadaşın olduğu ve ağırlıklı imamların ve ilahiyatçıların olduğu ayrı bir grup vardı. Yani anlayacağınız askerde bile şu veya bu şekilde herkes birbirine benzeyen birilerini buluyordu. Bu yazıyı yazmama neden olan olay da rutin izmarit toplama anında tanıştığım ve sohbet ettiğim o MHP’li arkadaş oldu.

O MHP’li arkadaşla Kürt sorunundan, Kıbrıs sorununa, iç siyasi meselelerden ideolojilere kadar hemen hemen her şeyi rahatlıkla ve açıklıkla tartışabildik. Tamamen farklı bakmamıza rağmen hiç bir sorun yaşamadık. Açıkçası ben ilk kez bir MHP’li ile tartışıyordum. Ve bu hoşuma da gitti. Çünkü o döneme kadar ben de ve eminim o da çeşitli siyasi angajmanlarla hareket ediyorduk. Doğru olanı kendi üzerimizden tarif ediyorduk. Ama asla ve asla birbirimize hakaret etmedik. Sesimizi yükseltmedik. Sadece saygılı bir biçimde birbirimizin bazı bakış açılarına katılmadığımızı belirttik. Askerlik bitiminde sağolsun MHP’li arkadaşım beni Erzurum’a davet etti. Ben hiç Erzurum’a gidemedim ama açıkçası sohbetlerimizi de unutmadım. Çünkü eminim ki ikimizin de fark ettiği en önemli şey ideolojilerden de önce gelen Demokrasi ve Demokrat bakabilme kavramlarıydı. Açıkçası o yıllardan sonra en büyük kazanımım Demokrasi’nin ve Demokrat’lığın ideolojiden önce geldiği olmuştu. Bir benzetme yapacak olursak bir insanın dini, etnik, siyasi, kültürel değerleri mi önce gelir yoksa Evrensel İnsani Kriterler mi daha önemlidir, diye sorulacak olsa Evrensel İnsani Kriterler her şeyden önemlidir derim.

Toplumu oluşturan her insanın şu veya bu biçimde bir ideolojik angajmanı vardır tabi ki.

O ideolojik angajmanın niteliği kişinin siyasi, etnik, dini, kültürel bakış açılarıyla şekillenir. Bir yüksekokul mezuniyeti kişiye sadece mesleki formasyon kazandırır. Bu da tek başına bir şey ifade etmez. Oysa bol bol okumak, gözlemlemek, sanatla, edebiyatla, siyasetle ilgilenmek, merak etme duygusu, sürekli öğrenme duygusu, kişinin kendisiyle ilgili derinlik kazanması ve bildiklerini sorgulaması anlamına gelebilir. Bu da hiçte az bir şey değildir.

İşte tam bu noktada Devlet ve Devlet’in ideolojik aygıtlarını sorgulamamız gerekiyor. Çünkü bu Devlet anlayışı gerek yarım Demokrasi’si olan ülkemizde ve gerekse Dünya’nın demokrasi anlayışından nasiplenmemiş diğer ülkelerde ilk öğretim çağından itibaren çocuklara evrensel değerler yerine kendi ideolojilerini giydirmeye çalışıyorlar. Tam bu noktada iki örnekle daha açıklayıcı olmak isterim. Adının başında sözde Demokratik ve Cumhuriyet kavramları olan “Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti” otoriteryen ve çağdışı kalmış komünist anlayışını ilk öğrenim çağından itibaren bütün vatandaşlarına empoze etmeye çalışıyor. Yani açıkçası Evrensel Değerler ve Demokrasi’den önce benim ideolojim gelir diyor. Peki ülkemizde durum pek mi farklı? Tabi ki değil. Devlet yönetimini 15 yıldır elinde bulunduran AKP Hükümeti’de eğitimde ve siyasette Evrensel Değerler ve Demokrasi’yi bir tarafa bırakarak nasıl dindar nesiller yetiştiririm mücadelesini yapıyor.

Milli Eğitim Müfredatı’na baktığınızda bunu net olarak görürsünüz. Örnekleri çoğaltmak tabi ki mümkün ama verdiğim iki örnek bile durumu anlatmaya yetiyor. Oysa makul olan ilk öğretim çağından 18 yaşına kadar Evrensel Değerler ve Demokrasi temelinde eğitim vermektir. Çocuk reşit olduktan sonra ne olacağına kendisi karar verir. Solcu mu olur, sağcı mı olur, liberal mi olur, dindar mı olur tamamen kendi seçimine bırakmak gerekir. O çocuk demokrat bakış açısına sahip olduktan sonra kendisinden farklı bakanı da daha sağlıklı anlar.

O MHP’li arkadaş da ben de işte bu belirttiğim değerlerle yetiştirilmemiştik. Bizler önce bir ideoloji sahibi olmuştuk. Demokrat olabilmeyi ise daha sonra kendimiz öğrenmiştik. Çünkü ülkemizin siyasi, kültürel iklimleri bize bunları öğretmemeyi tercih etmişti. Yani Devlet, Cumhuriyet Tarihi boyunca ben senin ne olacağına, nasıl olacağına karar veririm. Sen sadece bana itaat et. Benim dediklerimin dışına çıkma. Çıkarsan da seni şu veya bu şekilde cezalandırırım dedi. Durum böyle olunca da 65 ülke arasında okuduğunu anlama konusunda 45. sırada olan bir ülke durumuna geldik. Dünya’da nitelik olarak ilk 500 arasına giren bir üniversitemiz bile yok. Üniversite sınavlarında öğrencilerimiz dökülüyor. İlk öğretim ve lise öğretiminde eğitim kalitesi içler acısı. Buna öğretmenler de dahil.

Soru şudur? Sizin çocuğunuzun ne olacağına, nasıl olacağına devlet mi karar verecektir? Yoksa ne olacağına, nasıl olacağına önce siz sonra da çocuğunuz mu karar verecektir? Bu koşullarda, duyarlı ülke insanlarına düşen görev ise çocuklarına verilen okul eğitimi ile sınırlı kalmamak ve onları her anlamda evrensel değerlerde, donanımda ve derinlikte yetiştirmektir.