Aydınlanma döneminden bu yana idam cezasının ahlaki yapısı, onun etik bir eylem olup olmadığı tartışılagelmiştir. Ölüm cezasının çok sayıda savunucusu olduğu gibi, ona karşı çıkan çok sayıda felsefeci ya da düşünür vardır.

 Ölüm cezasına karşı çıkanların belli başlı argümanları arasında, her şeyden önce hayatın değeri ilkesinin ihlaline vurgu yapan argüman gelir. Pek çok filozofun ölüm cezasına karşı çıkarken başvurduğu bu argümana göre, hayatın mutlak ve koşulsuz bir değeri vardır. Dolayısıyla ölüm cezası bu değeri ortadan kaldırdığı için kötüdür, argümana göre ölüm cezası bir cinayetten, yani toplumun üyelerinden birine yönelttiği sosyal bir cinayetten başka bir şey değildir.

Ölüm cezasına karşı çıkmanın en önemli kıstaslarından bir diğeri ise, suçlunun kurbanlar ya da toplum üzerindeki etkisidir. Bir suçlunun hayatına son vermenin onun kurbanlarını geri getirmeyeceğini dile getiren bu ikinci kıstas, suçluyu öldürmenin toplumun intikam ihtiyacını tatmin etmek dışında hiçbir işe yaramadığını öne sürer. İntikam ise iyi veya uygar insanlara uygun düşen bir duygu değildir. Dahası ölüm cezası toplumda şiddeti, intikam eylemleri ve cinayeti artırır.

İdam cezasının karşıtları, üçüncü olarak idam cezasının caydırıcı etkisinin hiç olmaması veya çok sınırlı olması olgusuna gönderme yaparlar. Onların, ölüm cezasını suçlular üzerindeki caydırıcı etkisi nedeniyle savunanların söz konusu tezlerini destekleyen sağlam, kesin sonuçlu deliller olmadığını öne sürdüklerini görüyoruz. Gerçekten de, tarihte ağır cezalar uygulanmasına rağmen (günümüzde hala İran'da onlarca insan vinçlerle halka açık halde idam edildiği unutulmasın), suç işlemenin azalmak yerine arttığı durumlar göz önüne getirilmelidir.

İdam cezasına karşı çıkılan bir diğer argüman, yine ölüm cezasının eşitsizliğidir. Bu argümana göre, ölüm cezasının bazen yetersiz delilerle verilebildiği, masum insanların ölümüne neden olunabildiği bir gerçektir. Tek bir insanın dahi haksız yere ölümüne neden olunabiliyorsa buradan ölüm cezasının ahlaken yanlış olduğu sonucu çıkar.

Son olarak, ölüm cezasının kişinin ıslah şansının reddiyle eş anlamlı olduğu başka bir gerçektir. Zira, ölüm cezası ile ilk suçun ahlaki kötülüğünü ikiye katlamak dışında hiçbir şey elde etmek mümkün değildir. Suçluyu öldürmek yerine, çeşitli eğitim araçları yoluyla ıslah etmenin toplum yararına olmasına ek olarak ahlaken de doğru olduğu sonucunu görmek mümkündür.

Özellikle diktatörlükle yönetilen ülkelerde ölüm cezasının günlük hayatın bir parçası olması, toplumdaki şiddet ve intikam duygusunun körüklenmesi açısından egemenlerin işini kolaylaştırır. İntikam ve şiddet gibi ilkel duygu yoğunluğunun toplumda hakim olması onları, sağlıklı, aklı selim düşünmekten uzak tutacağı için, mevcut gerici yöneticilerinin egemenliklerine son vermelerini zorlaştırır. Diktatörlerin ölüm cezasını savunmaları, toplumdaki korku argümanının devamından beslenmeleri onların hak, hukuk, özgürlük düşmanlığının bir kanıtı olup, başka türlü yönetme şekline güçlerinin yetmediğinin bir tezahürüdür.

Ölüm cezasının savunuculuğunu yapanlar ise esas itibariyle yararcı bir etik anlayışından hareket ederler. Onların , ilk ve en sık başvurdukları ölçüt etkin caydırıcılık argümanıdır. Söz konusu argümanda en azından katillerin, ölüm cezasına maruz kaldıkları zaman, öldürmekten kesin sonuçlu olarak caydırılmış oldukları ifade edilir. Ölüm cezasının varlığının benzer suçları işlemeye kalkışanları eylemleri üzerinde bir defa daha düşünmeye sevk edeceği söylenir.

Ölüm cezasının savunucularının zaman zaman öne sürdükleri bir başka argüman ise tasarruf argümanıdır. Bu argümanı öne sürenler, katillerin düzeldiklerini veya ıslah olduklarını gösteren hiçbir şey bulunmadığını, hapse girenlerin ıslah olmak bir yana, hapisten çıktıkları zaman yeniden suç işlediklerini ve vergilerini ödeyen masum insanların katilleri hapishanede karşılıksız olarak beslemelerinin doğru olmadığını öne sürerler.

İdam cezasının savunuculuğunu yapanların daha bir sıklıkla kullandıkları argüman, cezanın toplum yasaları üzerindeki etkisine gönderme yaparlar. Söz konusu argümana göre, ölüm cezasının yürürlükte olması, yasaların yaptırım gücünü artıran bir etken olmak durumundadır.

Ölüm cezasının savunuculuğunu yapanlar, nihayet katillerin ceza olarak haklarını kaybetmelerini temel bir argüman olarak öne sürerler. Kökleri John Locke'a ( 1632- 1704 ) kadar geri giden bu argümana göre, insanın yaşama hakkının doğal bir hak olmasına rağmen, bir kimsenin bir başkasının yaşama hakkını ortadan kaldırdığı zaman, kendi hakkını yitirdiğine ve dolayısıyla kendisine saygı duyulacak bir insan olmaktan çıktığına işaret eder. Başka bir deyişle, başka insanları haksız yere öldüren katillerin, hukuku ve ahlakı ihlal ettikleri için, ahlakı muameleye tabi olma hakkını yitirdiklerini ve dolayısıyla, tıpkı toplumun masum üyelerini tehdit eden vahşi bir hayvanın öldürülecek olması gibi, cezalandırılmayı hak ettiklerini öne sürerler.

Karşılaştırıldığında ölüm cezasının savunanların argümanlarının daha zayıf kaldığını görüyoruz. Dikkat edilirse, ölümü savunmak insanlığın daha ilkel zamanlarına hitap etmekte ve yönetme aczi içinde olan egemenlerin, diktatörlerin önemli bir yönetim biçimi olduğu ortaya çıkmaktadır.