Ne zaman “yaşam tarzı ” tartışmaları yapılsa, yaşlı bir Alman dostumla yıllar evvel aramızda geçen konuşmayı hatırlıyorum. AKP’nin muhafazakarlık söyleminin bu kadar ortaya çıkmadığı günlerde mealen şöyle demişti:

 

“Özgürlükler, sadece bazı gettolarda korunacak. İstanbullular, yalnızca bazı semtlerde ve ‘serbest’ bölgelerde içki içebilecek, istediği gibi giyinebilecek. Ama bu sınırların dışında muhafazakarlık hakim olacak.”

 

Bu yorum, sadece o gün için değil, bugün için de önemli bir sosyolojik tahlil değeri taşıyor. Zira “gettolar”daki yaşama da karışılıyor. Beyoğlu’ndan masalar, bir yıl önce kaldırıldı. Bir müzik festivali, Eyüp sınırları içinde  olduğu gerekçesiyle, ruhsatına ve izinlerine rağmen içki satışını kaldırmak zorunda kalıyor.

 

Baksanıza, mahalle baskısını konuşmayı bile bıraktık. Zira baskı, mahalleden çıktı, aleni oldu. Başbakan’ın “I have a dream -Bir rüyam var” konuşması, özgürlükler için değil, “dindar gençlik” temalı oldu. Alkol kullananlara “aksırana, tıksırana kadar içsinler” diyecek kadar nefret dolu olduğunu göstermişti zaten. Kurmayları ve yerel yönetimler de liderlerinin gösterdiği istikamette ilerlemek için kolları sıvadı.

 

ALKOLLE MÜCADELE GÜNLERİ

Hükümetin alkole karşı mücadelesi, alkollü içkilerin sponsorluk ve pazarlama kurallarını yeniden düzenleyerek başladı. Bunların bir kısmı, AB standartları diyerek yapıldı ve bazıları gerekliydi de. Ancak herkesin bildiği sır şuydu: Mesele AB falan değil, zaten Avrupa’da en düşük seviyede olan Türkiye’deki alkol tüketimini sıfırlamaktı.

 

Tıpkı sigara kampanyasında olduğu gibi, Sağlık Bakanlığı şimdi de alkolle mücadele edeceğini müjdeliyor. Elbette bu “ikili”nin fazla tüketimi sağlığa zararlı ve toplumu bu konuda bilinçlendirmek çok önemli. Ama nasıl?

 

Buradaki sorun, sağlık kisvesi altında bir ideolojinin dayatılması. Eğer hükümet sağlığımızla gerçekten bu kadar ilgiliyse, sağlık görevlilerinin çalışma koşullarını kabusa çevirmezdi. Eğer hükümet, sağlığımıza bu kadar önem veriyorsa, her şeyden evvel doğayı böylesine talan etmez, nükleer enerji ve termik santrallere tam gaz vermezdi. Eğer hükümetin derdi insan sağlığıysa, en temel hakkımız olan yaşam hakkına dair önlemler alır, mesela binlerce kadının öldürülmesine karşı savaş açardı.

 

Ama bunları yapmadı. Yerine, giderek yükselen bir sesle “içki tüm kötülüklerin anasıdır” demeyi seçti.  Söylemekle de kalmıyor, artık dayatıyor.

 

TAŞLI SOPALI!

Pazar günü Milliyet Cadde için “Eyüp’ün bira hassasiyeti”ni yazarken, One Love Festivali’nde içki satışının yasaklandığını henüz bilmiyordum.

 

Dün, taşlarla sopalarla festivalin yapılacağı santralkampus’e dayanan güruhun “zaferi”ni okuduk: Sair zamanda kampusun içinde içki satışı yapan iki işletme de dahil olmak üzere, festival boyunca içki satışı yapılamadı!

 

Eyüp Belediyesi, kendi sınırları içinde bir gettoya (Bilgi Üniversitesi kampusu) tahammül edemedi. O festivale katılan insanlar, kendilerine “değmediği” halde, varlıkları rahatsızlık verdi. Mesele, dün de yazdığım gibi, sadece alkol değil. Müziğe karışmayız, sanata saygılıyız yalanını yemeyiz.  Bu zihniyete göre içkinin satıldığı mekanda değil içmek, bulunmak bile kafadan kafir damgasını yemek için yeterli. Uzaktan baktıkları kampus sınırlarındaki ışıklar, müzik ve insan sesleri, bir avuç insanı rahatsız etmeye yetiyor.

 

Hayır, çoğunluğun değil, azınlığın tehdidi bu. Eyüp halkının çoğunluğunun bu hareketliliği eğlenceli bile bulduğuna  kalıbımı basarım. Ama sesi yüksek çıkanlar onlar değil!

 

Bugün “One Love”, yarın acaba hangi festival, hangi mekan, hangi kurum, hiçbir yasal dayanağı olmayan “içki düşmanları”nın saldırısına hedef olacak? Giderek sınırları daralan gettolarda yaşam, bakalım daha nereye kadar küçülecek?

 

Dipnot: İnsanın içinde kötülük varsa, ortaya çıkması için alkole ihtiyaç yok. Kötülük veya iyilik, içilen maddeyle ölçülemiyor.

 

GÜNAY’IN VİCDANI

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Bahçelievler katliamı katillerinin tahliyesini “Buna ortak olduğum için vicdanım sızlıyor” sözleriyle eleştirdi. Günay, daha evvel partisinin bazı icraatlarına karşıy”mış gibi” yapıp geri adım atmaktan çekinmedi. Ya da sessiz kaldı! Eğer bu defa gerçekten vicdanı sızladıysa gereğini yapsın. Hiçbir özgür insan, ortak olmak istemediği kararlara zorla dahil edilemez. Hele konu, gencecik insanların katliyse...