Ekonomik veriler ayan beyan gösteriyor ki, Cuma günü dış güçler tarafından değil de bizzat iç güçler tarafından memleketin ekonomik yapısı tam kalbinden hançerlendi. Bakınız Cumhuriyet tarihinde ilk defa döviz mevduatları TL (Türk Lirası) mevduatlarını aştı. Yurtiçi yerleşiklerin şu an 176 milyar doları var, bunun sadece 70 milyar doları tüzel kişilerin, geri kalanı ise gerçek kişilere ait. Tüzel kişilerin (şirketlerin) bütçelerinde ve yapıları içerisinde döviz bulundurmaları gayet normal ve olağan. Zira döviz yükümlülükleri (borçları) de mevcuttur. Fakat gerçek kişiler için aynı durum söz konusu değildir. Gerçek kişiler demişken, bunların çok büyük bir çoğunluğunu Türkiye’nin belli başlı varsıllarından teşkil edildiğini belirtmek gerekir. Yani sokaktaki adam yükseltmiyor doları ve Euro’yu, en zengin, en kaymak tabaka kendi parasına inanmıyor ve gidip yabancı paraya çeviriyor ve bankada döviz hesabı açıyor. Sayısı ve miktarı belirlenemeyen ve daha fazla bir korku ve belirsizlik duygusu taşıyan bir kısım ise dolara çevirerek doğrudan yastık altına itiyor.

Dile kolay, yalnızca son 1 hafta içerisinde yurtiçi yerleşikler 1,6 milyar dolar aldı, yılbaşından bu yana ise yurtiçi yerleşiklerin dolar birikimleri 8 milyar dolar kadar arttı. Türkiye artık fiilen çift para birimli bir mali hayatı tecrübe ediyor. Hem Türk Lirası hem Dolar/Euro ile yaşıyor, tüketim ve tasarruf yapıyoruz. Kısacası düşman dışarıda değil, “düşman” içimizde. ‘Düşman’ derken elbette ironi yapıyoruz, hiçbir sözü ve hedefi tutmayan hükümete inanmayan %100 milli ve yerli insanımız, kendi öz parasını bırakıp dolara geçiş yapıyor... Bununla beraber, yabancı yatırımcı Türkiye’ye yatırım yapmaya yabancı kalıyor. Yabancı yatırımcı dediğimiz devasa küresel fonlar bir 2018 felaketi daha kaldırmaz ve tahammül etmezler... İç düşmanların operasyonu neticesinde, CDS (Risk) primimiz aniden 300’den 350’lerin üzerine attı. Merkez Bankası rezervleri sırf son 3 hafta içinde 7,2 milyar dolar eridi. Bu erimenin önemli kısmı (5,9 milyar dolar) TL’nin değerini kaybetmesini engellemek üzere yapay bir önlem olarak dolar satmakla gerçekleşti. Sonuçta hem faiz hem kur arttı. Daha birkaç yıl öncesine kadar dolar 2 lirayken, “Yumruğumuzu vurduk ve doları 5 liraya düşürdük” masalları anlatan Damat Bakan Albayrak ve Merkez Bankamızın performansı gerçekten olağanüstü! Serbest piyasaya geçtiğimiz ve liberal ekonomiyi kabul ettiğimiz tarihten bu yana Türk ekonomisini ayakta tutan yabancı yatırımcılar tutup Albayrak’ı dinlemezler ama pekâlâ Acemoğlu’nun ağzının içine bakarlar. MIT İktisat Profesörü Daron Acemoğlu diyor ki; “Ekonomik resesyonun ortasındayız ve kolay bitecek bir şeye de benzemiyor…”

Sayın ve çok muhterem Reis yurdu çoktan teslim almış durumda bulunuyor. Basın-medya yok, varsa da yazamıyor ve yayınlayamıyor. Bugün basının gücü değil, gücün basını var. Adalet ve yargı mercileri de hep görünüşte ve görüntüde var, varsa da zaten araştıramıyor, sorgulayamıyor ve soruşturamıyor. Elbette ve hiç kuşkusuz bir “beka” sorunu var. Ama bu Devlet Bahçeli’nin MHP lideri olarak partisinin başında kalmaya devam edebilmesi ve Cumhurbaşkanımızın da ilelebet aynı makamda ve giderek daha da güçlenerek bulunmayı sürdürebilmesi bekasıdır. Zira 90’larda her gün onlarca şehit haberi gelirken ve başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerin organizasyonu ile her on yılda askeri darbeler yaşarken “beka sorunu” yoktu, şimdi Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı tarafından “ülke içinde sadece 700 terörist kaldı” şeklinde kahramanca ve gururlu açıklamaların yapıldığı bir dönemde mi bu “beka sorunu” ortaya çıktı da bu beka probleminin daha kötüleşmemesi için oyumuzu güzelce ve suhuletle Cumhur İttifakına teslim etmeliyiz? Koca bir milletin inandığı çocukça bir iddia...

Merkel’in bir seçim öncesinde “bakınız değerli Alman seçmenlerim, eğer ki benim partimden başka bir partiye oy verecek olursanız, bundan böyle faturalarınızı teröristler getirecek. Kaymakamlık, valilik gibi resmi devlet kurum ve makamları muhalefet partilerinin güç ve silah verdiği terörist hareketler ve gruplar tarafından kurşunlanacak. Almanya’nın yıkılmaması ve teslim olmaması için, bana oy vereceksiniz” desin mesela... Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle, “böyle bir şey olabilir mi?”.

Keşke cebinden birkaç yüz Halkbank çıkarabilecek büyüklükte bulunan, dünyanın en büyük yatırım bankalarından JP Morgan’a itham ve tehdit kokan ifadelerle “hey, bak, sen bunun bedelini ödeyeceksin!” dediğimizde az da olsa inandırıcılığımız kalsaydı. Ve belki yine keşke Yeni Zelanda’yı bir nevi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti zannedip ayar verirken ve Yeni Zelanda başbakanını görevden alıp yerine kayyum tayin edebilme imalarına girdiğimizde, bu kadar acınacak ölçüde komik ve vahşi görünmeseydik...