Erdoğan dün hepimizi rahatlattı: "Yok olmaz, o konuda hiçbir endişem yok. Kurullar ve kurumların hepsi bana bağlı". Soru ise şuydu: "Kurullar, ofisler, bakanlar arasında bir yetki karmaşası olur mu?". İç ve dış piyasalar, iç ve dış demokratik ortam, ticari mahfiller, akademik çevreler ve bir bütün olarak hepimiz adeta sudan çıkmış balığa döndük. Hiç denenmeyen bir sistemin, sanki bir okyanusun tam da ortasındayız. Kolay değil, yine Başkan Erdoğan’ın deyişiyle “Halk oylamasıyla millet kendi yönetim şeklini değiştirdi, bunu hazmedemiyorlar…”

Hazımsız dış mihraklardan bir tanesi, Bloomberg, dün Marcus Ashworth imzasını taşıyan "Erdoğan'ın Yeni Hanedanlığı Türkiye'yi yatırım yapılamaz hale getiriyor" başlıklı analizinde şu notu paylaştı: "Berat Albayrak'ın Hazine ve Maliye Bakanlığı'na getirilmesi mali konularda sağduyu ve sorumluluğun hüküm süreceğine dair tüm umutları tüketiyor”. Başkan Erdoğan ise damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a tam destek verdi: “Berat Bey bu işi çok daha seri derleyip toparlayacaktır…” Ne var ki, kredi derecelendirme kuruluşlarından Moody’s “Merkez Bankası Başkanını atama yetkisinin de Cumhurbaşkanına (Başkana) geçtiğine” değinerek, “TCMB’nin bağımsızlığının kaybedilebileceği” uyarısında bulundu. Artan endişelerle BİST 3 günde tam 10 bin puan düştü...

Erdoğan artık tam yetkili ve tam sorumsuz bir başkan. Anlaşılan o ki, demokrasinin ‘araç’ olarak kullanılması süreci sona erdi ve nihai hedefin ilk aşamasına ulaşıldı. 703 sayılı KHK ile Cumhurbaşkanlığına bağlanmayan neredeyse hiçbir kurum, organ ve yapı kalmamış. Birkaç küçük ve sevimli örnek vermek gerekirse: posta hizmetleri, vize bağışıklığı, vize süreleri, yabancıların pasaport alma koşulları, gazetecilere verilen sarı basın kartları, devletin gelir, gider ve vergileri, tarihi binaların onarım ve tadilatları, devlet su işleri hizmetleri, karayolları hizmetleri, milli piyango hizmetleri, danışman ve denetmenlerin huzur hakkı ücretlerinin belirlenmesi, devlet opera ve balesi, milli saraylar, kasırlar ve köşkler, vs. Yorulmayalım, saymakla bitmez. Devlet Personel Dairesi de kaldırıldı, yani bugün itibariyle devletteki bütün tayin işlemleri Başkan’ın yetkisinde. Askeri vesayet devirlerinden bunalan Türk halkı seçimini yaptı ve Erdoğan bu sefer yine kendi ifadesiyle “yürütmenin tüm yetkileri ile” geldi. OHAL’in kaldırılmasıyla birlikte Başkan’a “terörle mücadelede geniş soruşturma ve kovuşturma yetkisi” veren bir düzenlemenin yapılacağı kaydediliyor. Bu şekilde ülke OHAL olmadan OHAL şartlarında yönetilebilecek.

Erdoğan’ın dün akşama doğru duyurduğu “dolar ve faiz düşecek, devlet bankalarımız olduğu kadar özel bankalarımız da gerektiğinde taşın altına elini koyacak” fermanının tesiriyle, dolar/TL paritesi gece saatlerinde 4.97’yi gördü ve rekor kırdı. Hasbelkader genel bir iktisat kaidesi olarak biliyoruz ki, ‘yüksek faiz istihdamı düşürür’. Erdoğan belki mistik güçlerini kullanmak istiyor, belki de “dolar düşecek, faiz meselesini halledeceğim” diyerek dünya ekonomisine sözel yönlendirme yapmaya çalışıyor da olabilir. Fakat ne yazık ki, en azından bugüne kadar, bu yöntem işe yaramadı. Somut kararlar, yöntemler ve ciddi ve uzun vadeli yapısal reformlar bekleniyor. Henüz bu konulara dair umut verici bir açıklama yapılmadı.

ABD’nin 200 milyar dolarlık yeni yaptırım listesi ve ABD ÜFE’nin 7 yıllık zirvesine ulaşmasının piyasaları sarstığı günlerde, Trump’ın Merkel’e bin türlü ayar verdiği ve “ABD’yi NATO’dan çıkarabilirim, ama buna gerek yok, harcamaları arttırmayı kabul ettiler” gibi laflar ettiği Brüksel’deki NATO Zirvesinde Trump-Erdoğan-Macron üçlüsü gayet sempatik, sıcak ve samimi fotoğraflar veriyorlar. Bu durum yepyeni bir “Kardeşim Trump, dostum Macron” döneminin habercisi olabilir mi? Kuşkusuz Türkiye NATO’nun en önemli üye ve ortaklarından biri. Nitekim zirveden “Türkiye’ye güney sınırından gelen tehditlere karşı önlemleri arttıracağız” açıklaması geldi. Türkiye’nin bu konudaki söylemi her zaman için üyesi olduğu NATO’nun Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı terör tehditlerine karşı Türkiye’ye yeterince yardım ve destekte bulunmadığı yönündeydi. Buna karşın NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de “şimdiye kadar Türkiye’deki askeri altyapıyı desteklemek için milyarlar yatırmış olduklarını” ifade ederken, NATO’nun her ortağının istediği silahı dilediği ülkeden satın alabileceğini dile getiriyor. Böylece Trump’ın S-400’ler konusundaki itirazına katılmadığını gösteriyor. Türkiye için bugün birer güç ve odak noktası oluşturan ABD, AB, NATO ve münferiden her bir Avrupa ülkesi için ayrı politikalar ve söylemler geliştirme gereksinimi söz konusu. Bu noktada verilecek tavizler ile sağlanacak getiriler arasında ince bir dengenin kurulması mühim. Zira bu NATO zirvesinde “Rusya’nın ‘saldırgan’ eylemlerinin Avrupa-Atlantik güvenliğine zarar veriyor” açıklaması yapılırken, Rusya’nın Dışişleri Bakanlığı ise NATO’yu “yararsız bir askeri blok” olarak nitelendiriyor. Türkiye ise, tam ortada, herkes ile dost ve barış içerisinde olmanın yollarını arıyor ve aramak durumunda...