Geçtiğimiz günlerde şöyle bir haber yer aldı Taraf gazetesinde:

 “Erdoğan, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla ikinci adımı atmaya hazırlanıyor.(..) 1993 yılında kapatılan Alican Sınır Kapısı’nın açılması için hazırlıkların tamamlanması talimatı verildi. Kapının, Eylül ayı itibariyle açılması planlanıyor.(…)”

Her ne kadar Dışişleri Bakanlığı bu haberi yalanlasa da halkların yoğun beklentisi bu yöndedir.

Hükümetin 23 Nisan 2014 tarihinde yayınladığı taziye mesajı ve hemen sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılan Osmanlı Ermenilerinin çocuklarını tekrar vatandaşlığa alım kararı, Türk Tarih Kurumu’nun geleneksel inkar odaklı çalışmalarını merkezine alan başkanı Metin Hülagü’nün görev süresini uzatmayışı dikkate alındığında hükümetin kangren olmuş soruna kendince bir çözüm bulma çabası içerisinde olduğu görülmektedir.

Konunun vaatkar politik söylemlerle kısa yada uzun hesaplara kurban edilemeyecek kadar hayati olduğu herkesin malumu. Hayatidir çünkü bir insanın bir insana yapamayacağı ve bir başka insana da anlatmasının çok da kolay olmadığı büyük bir utançla yüzleşmekten ve bu sorunun çözümlenmesinden bahsediyoruz. Bugüne kadar yüzleşme yönünde adım atılacağı yerde aksine olan bitenin inkarına, karartılmasına ve aynı zamanda bu izlek üzerinden bir tarih ve hukukun inşa edilmesine tanık olduk.

Fakat inkar, hiçbir şeyi buharlaştırıp yok etmediği gibi meselenin daha da kangrenleşmesine yol açtı! O nedenle bu yıl ilk kez yayınlanan taziye mesajı her şeyden bağımsız olarak ve tüm hatalı kurgusuna rağmen önemliydi. Ama daha önemlisi soykırımdan canını kurtarabilmiş, yaklaşık 100 ülkeye dağılmış, daha doğrusu vatanlarından ve vatandaşlıktan çıkarılmış Anadolu Ermenilerinin bu mesaja ne dediğiydi.

Taziye mesajının üzerinden henüz bir ay daha geçmemişken Soma faciasını yaşadık. Ne yazık ki tüm bu olup bitenlerden sonra tekrar acı bir şekilde gördük ki hukuk ve adalet bir kez daha toprağa gömülebilmekte!

İşte tam da bu noktada kesin ve acı bir şekilde tekrar teyit oldu ki; 1915 Ermeni Soykırımından bugüne Türkiye’de oluşan o derin ‘hukuksuzluk fay hattı’ tamir edilmedikçe, faili devlet görevlisi olan binlerce olayda olduğu üzere failler o fay hattının cezasızlık güvencesine sığınıp duracaklar!

Basit bir örnek vermek gerekirse; 1915’in hemen öncesinde çıkarılmış 1751 sayılı Memurin Muhakemeti Hakkındaki Geçici Kanun ve yarattığı içtihat bu failler için en çok başvurulan bir can simidi olageldi. Öyle bir geçici kanun ki rejim değişse de kendisi kalıcı oluvermiştir. Hatta 4 Aralık 1999 tarihinde 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerin Yargılaması hakkında kanunla değiştirilmeye yeltenilse de kanunun çıkarılma amacı aynen korunmuştur.

Bir bakıma bugün çözülmesi için çabalanan kişisel ve kolektif haklara dair ne kadar mesele varsa çoğunun 1915’in yarattığı hukuksuzluk ve gasp rejiminin yapısından kaynaklandığı söylense abartılı olmayacaktır.

Bugün anavatanları dışında yaşamak zorunda bırakılan Ermenilerin ülkelerine dönmek, geçmişin yasını tutabilmek için halen geleceğe umutla bakabiliyor olmaları bizler için de çok fazla mana içermektedir. Bunlar arasında yer alan Batı Ermenileri Ulusal Kongresi’nin, 14 Mayıs’ta Erdoğan’a gönderdiği ve 24 Nisan taziye mesajı ile geleceğe dair görüşlerini içeren aşağıdaki mektupları hukukun yeniden inşası için aslında hepimize gönderilmiş gibidir:

“Ne demişti Erdoğan 24 Nisan taziye mesajında: 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.

Batı Ermenileri Ulusal Kongresi bu açıklamayı bir ilk adım olarak değerlendiriyor, tıpkı Çinli filozof Lao Tzu’nun dediği gibi; “Binlerce millik bir yolculuk bile, tek bir adımla başlar.”

Bu adım, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin bugünkü varisleri olan Batı Ermenilerinin tüm beklentilerini elbette karşılamıyor, fakat, Türkiye sivil toplumu ile başlattığımız yapıcı diyaloga, bu konuşmanın ardından Türkiye’nin yetkili makamlarının da katılmasını ümit ediyoruz.

Batı Ermenileri Ulusal Kongresi, adaletin sağlanması ve Batı Ermenilerinin haklarının iade edilmesi, zararlarının telafi ve tazmin edilmesi, tarihsel yurtlarına geri dönebilmeleri için gereken tüm koşulların sağlanması doğrultusundaki iradesini vurgulamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın kabinesi ve bilhassa Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Osmanlı Ermenilerinin tehcir edilmesini “yanlış ve insani olmayan” bir adım olarak nitelendirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun İttihat ve Terakki hükümetinin 1915’e dek bilinçli bir şekilde sürdürdüğü ırkçı ve milliyetçi siyaset neticesinde, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde yaşayan iki buçuk milyon Ermeni, zorunlu göçe tabi tutuldu, cinsiyet ve yaş ayrımı yapılmaksızın toplu katliamlara, asimilasyon ve mülksüzleştirmeye maruz kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından Cumhuriyet dönemindeki Türkiye, Batı Ermenilerinin vatansızlaştırılma ve mülksüzleştirilme sürecini sistematik bir yolla nihayetine erdirmiştir.

Osmanlı Ermeni vatandaşlarının varisleri olarak Batı Ermenilerinin bugünkü öncelikli ve en önemli beklentisi, Türkiye makamlarının Batı Ermenileri temsilcileriyle yapıcı bir diyalog kurmasıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele eden ülke kamuoyundan, gelecekte, Türkiye Anayasası’nda yer alan milletler hakkındaki 66.Madde’nin iyileştirilmesi, Türk Ceza Kanunu’ndaki 301.maddenin kaldırılması, halihazırda bir milyonu aşkın Batı Ermenisi varislerinin yaşamakta olduğu Ermenistan ile (önkoşulsuz olarak) sınırın açılması gibi yeni ve somut adımlar atmasını bekliyoruz.

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına atıfta bulunarak 30 Nisan 2014’te yaptığı açıklamanın mantığından hareketle, Batı Ermenileri Ulusal Kongresi, Avrupa Birliği’ne katılım ve demokratikleşme süreçlerine paralel olarak, Türkiye’nin, Batı Ermenilerinin haklarını tanıyacağı, zorlu ve uzun olsa da hakların iadesi sürecine de aynı şekilde başlayacağına inanmak istiyoruz.(..)”