Futbolun ordinaryüsü, Büyükada'nın yerlisi, "Lefter'i severim ama Lefter'leri sevmem" diyenlerin iktidarının yurtlarından ettiği halkların Lefter Küçükandonyadis'ini 13 Ocak 2012'de kaybetmiştik...

19 Ocak'ta da kardeşimiz Hrant'ın katledilişinin altıncı yılı dolacak.

Hrant’ı katledenlerin ‘organize değil’ kararı verenlerin organize olduğu bu iktidar var karşımızda...

Hrant ve Lefter’in halklarının bu ülkedeki durumları ve benzerlikleri kadar yine bundan bağımsız olmayan tarafları da vardı: Futbol ve Taksimspor.

1940 ile 1943 arasında Lefter, Taksimspor formasını giymişti. Hrant da 1982-83 sezonunda Taksimspor formasını terletmişti.

Taksimspor’un Ödemişspor'la oynadığı maçta, skoru 1-1’e getiren golü atan “Fırat” lisans kartıyla, iktidarın kimliksizleştirmeye çalıştığı kardeşimiz Hrant idi.

Amatör takım olan Zaraspor'a kumaş hediyesiyle transfer olan Hrant, Taksimspor'dan sonra Galatasaray gençlerde ter döktü bir süre. Fırat lisans kartlı Hrant Galatasaray'da devam etmedi...

Lefter'in ‘Türk futbol efsanesi’ olarak nitelenmesini, resmi ideolojinin Lefter’in futbolculuğuna bir övgü olarak değil, onun Rum kimliğini yok etmeye çalışmak olduğunu vurgulamamız gerekiyor. İktidarın söylemi, Lefter’in naaşıyla da Türklük vurgusunu yapmaktan geri kalmamıştı. Bu noktada unutturulmaya çalışılan tarafı açmaya çalışalım:

Lefter Küçükandonyadis, 6 - 7 Eylül 1955'te Rum halkına girişilen faşist saldırılardan etkilenmiş, fakat ünlü futbolcu olması onun çemberin dışında algılatılmasına neden olmuştu. Fakat Lefter tam da çemberin içindeydi. Ulus devlet inşa süreci ve azınlıkların varlıklarına el koyulmasında, bugün Lefter’in efsane olarak nitelendiği stada adını veren Şükrü Saraçoğlu’nun da yer alması, aslında iktidar politikalarıyla kulüplerin ilişkisini ve ideolojik düzlemde bulundukları hattı tarif ediyor.

Lefter’in 1986’ya kadar Fenerbahçe’ye üye yapılmamasını da bu düzlemde değerlendirmek gerek.

Varlık vergisi, çalışma kampı ve yaşamlarını terk etmek zorunda bırakılan azınlıklar…

Gayrimüslimlerin dükkanlarının yağmalandığı, yurtlarından sürüldüğü bir katliamdan bahsediyoruz.

Lefter, Nebil Özgentürk'e yıllar sonra konuştuğunda şu cümleleri sarf edecekti: “Bana bunları sorma, başımı belaya sokacaksın. Tamam sürdüler, babamı da üzdüler. Hâlâ ağlarım babamın anlattıklarına. Babam garibanın tekiydi. 6-7 Eylül’de yaptıkları ayıp değil mi? Olmaması lazımdı değil mi? Nesini konuşacağız.”

Lefter’in Nebil Özgentürk ile arasında geçen “kapat kamerayı” diyalogu aslında bütün tarihin bir özeti.

Bunu düşünürken Çayan Demirel’in yasaklı olan Dersim 38 belgeselini hatırlayalım...

Aslında tikel olarak görünen bütün bu örnekler, bir anlamıyla resmi ideolojinin bir parçası.

6-7 Eylül ve sonrasındaki on yıllık dönem, Türkiye’deki Rumlar için en sancılı döneme karşılık gelirken; içi acıyla dolu olan Lefter’in futbolda yıldız olduğu döneme de karşılık geliyor.

1954 yılında İstanbul Ligi'nde gol kralı olan Lefter on yıl boyunca Fenerbahçe formasını giydi (bu sürede 400 üzerinde gole imza attı).

Futbolu 1964’te bırakması da ironik olsa gerek. Lefter futbolu bıraktıktan sonra kısa bir süre de olsa İstanbullu Rumların, Yunanistan'da 1924'te kurduğu bir futbol takımı olan AEK'da forma giydi. Daha sonra birçok takımda teknik adam olarak görev aldı.

Tabi bu noktada 6-7 Eylül olaylarını, öncesi ve sonrasıyla ele almak gerekiyor. Varlık vergisi ve diğer meşru (!) kanalları ile inşa etmeye çalıştıkları ulus devletin yeni palazlanan burjuvazisi, ellerini kavuşturarak bekliyordu. İstediklerini aldılar. Artık bugün küresel sermayenin çarkları arasında yer alıyorlar. Karşımızda halkların üzerine basarak, sömürüyle, talanla büyüyen bir iktidar var.

Hrant da azınlıkların seslerinden biriydi, hala öyle…

Azınlıkların seslerinin başına neler geldiğini artık bilmeyen yok.

Lefter sessizdi... Golleri konuşmuştu belki yeterince… Tabi Lefter’e eleştirimiz yok burada.

Bu ülkenin koşullarında "Doktor Socrates"imiz yok ama Hrant’ın yüzü yüzümüz, mücadelesi mücadelemiz, Lefter’in sessizliği direnişimiz...