Katledilmesinin 2. on yılının ilk yarısını bitirmeye az bir süre kalmasına rağmen, cinayet “dava”sı halen adalet “Sarayı” koridorlarında sürdürülerek çürütülmeye devam edilmektedir.

Cinayet ve sonrasındaki “mahkeme” süreci, topluma dayatılan çözümsüzlüğü olağanlaştırılma sürecinin bir basamağı olarak sürdürülüyor.

Cinayet ve “dava” süreci birçok bakımdan işlevseldir:

Cinayet, 1915 Soykırım Sürecinin kapatılmayan yarasının bir parçası olması yanında, bir gözdağıdır.

Cinayet, “herkesin bildiği bir sır” olarak işlemiştir. “Dava”nın süreç içinde çürütülmesi, bu gibi cinayetlerin “rutinin bir parçası” olarak toplumun hazırlanmasının bir aşaması, bir aparatı olarak anlamak ve buna uygun davranış biçimi geliştirerek dikkatli, duyarlı ve sorumlu davranmak gereklidir. Zira yakın zamanda işlenen ve çözümsüzlüğe giden tekil, Tahir Elçi cinayeti kolaylıkla işlenmiş ve paralelinde gerçekleştirilen toplu cinayetler kanıksanmıştır.

Cinayetlere alıştırma süreci “dava” sürecinde çok rahat işlenmiştir. Bu durumu süreçte görevli piyonların yada daha açık söylersek; cinayette görevlendirilenlerin, “mahkeme” sürecindeki alaycı ve kendinden emin davranışlarından anlamak zor değildi.

Ayrıca altı çizilmesi gereken bir önemli olgu da; açıktan işlenen cinayetin ardından oluşan geniş toplumsal tepkinin, süreç içinde ehilleştirilerek yok edilmesi, cinayetlerin yadırganmaması ve kabul ettirilmesinin mükemmel ve olağanüstü örneği olarak okumak gereklidir:

Cinayetin ardından kendiliğinden oluşan tepki ve toplanan yüzbinler süreç içinde iki elin parmakları sayısına kadar sistemli bir şekilde düşürülerek etkisizleştirilmiş ve cinayetin kabullenilmesi sağlanmış, yeni tekil ve toplu cinayetlere davetiye çıkaracak iklim yaratılmıştır.

Bu vahim bir gelişmedir. İzleyen süreçte oluşanları göz önüne getirmek, durumun vahametini kavramakta yardımcı olabilir. Hrant Dink cinayetinin çözümsüz kalma sürecinin toplumda yarattığı çöküntüyü anlamamakta ısrar etmemiz, her gün önümüze bir baskı yayı gibi gelişen baskı sarmalının anlaşılmaması ya da kabul edilmesi, her gün bir çok tehlikenin zemininin döşenmesini ve kabul edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Karşı karşıya kaldığımız durum, “Biz o Ermeniyi dövdürmeyecektik” olayının çok ötesine taşınmıştır. Bugün coğrafyamızın dört bir yanındaki yangın, O Ermeninin katledilmesine karşı bir ses olamayışımızdan kaynaklanmaktadır.

Adalet “Sarayı” koridorlarında işlenen adalet cinayetlerinin sebebi “O Ermeniye” karşı duyarsızlığımızdan kaynaklanmakta olduğunu anlamak durumunda olduğumuzu kavramak durumundayız.

Bugün adalet “sarayı” koridorlarındaki kalabalıklar, cezaevlerinin tutsaklarla dolup taşması, kitlelerin doldurulması için yeni cezaevleri komplekslerinin inşaatları furyası, bu herkesin bilgisi dahilinde işlenen cinayete karşı duyarsızlığın yaygınlaşmasının ve kalıcı olmasının bir parçasıdır.

Günümüzde karşı karşıya kaldığımız toplu ve tekil cinayetlerini bir kere daha düşünmekte yarar vardır. Bodrumlarda toplu katliamları, günlerce sokak ortasında kalan ölüleri, buzdolabında saklanmak zorunluluğunda kalınan bebekleri bir kez daha gözünüzün önüne getirin…

1915 Soykırımının inkarı nasıl ki, toplumsal hastalıkların temeli ise, 1milyon artı bir cinayeti de, O toplumsal hastalıkların/felaketlerinin uzantıları ve artçı sarsıntılarıdır.

Bu sürece ne kadar yada ne derece itiraz eder ve duyarlılık gösterirsek toplumsal kurtuluşa o kadar yakın olacağımız kesindir…