Geçtiğimiz yıl yani 2015’te 100’e yakın kitap bitirdim. Bu rakamın yarısı kadar kitabın da en azından giriş veya ilk birkaç bölümünü okuyup bıraktım. Bu rakamları ilk bakışta az bulsam da geriye dönüp baktığımda esasında fena bir performans sayılmaz. Üstelik gazete, dergi ve internet üzerinden okuduğum köşe yazılarını, makaleleri de hesaba katarsak, Türkiye ölçeğinde, müthiş bile sayılabilir.

Bu rakamlara iki unsurun katkısı yadsınamaz, ilki e-mürekkepli e-kitap okuyucusu satın almam; diğer ise (şüphesiz ki en büyük katkı) İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İETT’nin beceriksizliği. Kesinlikle günün en az 3 saatini toplu taşıma araçlarında geçirmesem ve bu zamanı değerlendirmeyi düşünmesem bu kadar okuyamazdım. (Yaklaşık 5 ay işe bisikletle gidip geldiğimi ve bisiklet sürerken kitap okuyamadığımı da hesaba katarsak rakam daha da yükselebilirdi).

Hızlı okuma teknikleri dersi aldım. Bu konuyla ilgili birkaç kitabı okudum, birkaç bilgisayar programıyla da çalıştım. Hatta Woody Allen’ın hızlı okuma teknikleriyle Tolstoy’un Savaş ve Barış romanını okuduktan sonra olayın Rusya’da geçtiğini iddia ettiğini de biliyorum. Tabii ki bu görüşe katılmıyorum, hızlı okuma teknikleriyle okunan kitaptan daha fazlası öğrenilir. Ben yine de 2016’da 100 değil 50 kitap bitirmek istiyorum. Bu bir yemeği hızlıca mideye indirmek, deyim yerindeyse yutmakla; ağır ağır, lokmaları ağzında çiğneyerek, tüm damağınla tatlarını alarak yemek arasındaki fark gibi. İkisinde de alınan vitamin, protein vb. aynıdır fakat kesinlikle alınan keyif ve tat miktarı arasında dağlar kadar fark vardır.

Daha az okumak ama okudukların üzerinde daha fazla düşünmek, onları irdelemek ve belki bitirdikten sonra hakkında birkaç paragraf da olsa bir şeyler yazmak kesinlikle daha keyifli, daha öğretici olacak.

Yazılarımı takip edenler sakin yaşam, basit hayat, minimum eşyayla yaşam gibi konulara meraklı olduğumu ve bu konuda çaba gösterdiğimi anlamışlardır. Fakat bu sakinlik, yavaşlık (“slow”luk) yaşamımın en aç, en iştahlı olduğum alanına yansımamıştı. 11 yaşımdan bu yana bıkmadan okuyorum. Fakat artık daha yavaş ve daha az okuyacağım.

Artık daha özenle seçtiğim kitapları, her bir cümlenin, paragrafın üzerinde durup düşünerek, bu konuda -dalıp gitmenin aksine- bilinçli olarak hayaller kurarak okuyacağım. Okuduklarımı da özümsemek, uygulamak veya reddiye geliştirmek, kendime ait kılmak sonrasında da bu konuda kalem veya klavye üstünde parmak oynatıp yeni üretimler yapmak için kendime zaman ayırıp fırsat tanıyacağım. Özetle artık okuduğum kitaplara daha fazla emek vereceğim.

Bu yavaş veya sakin okuma yöntemi muhakkak, güzel bir yerel lokantadaki geleneksel ev yemeğinin verdiği tadı verecektir. Zira şu andaki “fast reading”in (Hızlı okuma) “fast food” (hızlı yemek) restoranlarındaki yemeklerden pek de farkı yok. Varsın Türkiye’nin okuma istatistiklerini yükseltmek gibi bir hedefim olmasın artık!

Okumak kadar düşünmek de güzel, tabii yazmak da bir o kadar keyifli...

Kitabı yarım bırakmak


Bu konuyla ilgili bir diğer nokta da ara başlıkta belirttiğim husus: Kitabı yarım bırakmak!

Eskiden başladığım kitabı bitirmek için kendimi zorlardım. Bu da okuma motivasyonumu düşürürdü. Tabii bu durum eski kafa yazarların anı kitaplarından öğrendiğim bir zorunluluktu. O zamanlar “yazarın emeğine saygı” gibi argümanlarına hak veriyordum fakat 2015’te bu paradigmayı değiştirdim. Zira kitap okurken ben de zihinsel emek veriyorum ayrıca yazarın araştırmak ve kitabı yazmak için harcadığı kadar olmasa da ben de zaman harcıyorum.

Ek olarak ortada yazar emeğine değer varsa bunu kitaba para ödeyerek yerine getiriyorum. Yazarın zamanı harcama karşılığı olarak da 1000 saatini ayırarak yazdığı bir kitabı okumak için 500 kişi 2 saatini ayırsa 1000 saat olarak karşılık bulmuş oluyor. Bir kitap da en az 500 basılıyor. Basılan bir kitabı birden fazla kişi okuyor. Bu nedenle artık gönül rahatlığıyla beğenmediğim, ilgimi çekmeyen, iyi başlayıp aynı şekilde devam etmeyen kitapları bitirmek için kendimi zorlamayı bırakıp başka bir kitaba başlıyorum.

Sonuçta insan hayatı sınırlı, okunacak kitap sayısı sınırsız. Bu noktada zaman değerli hale geliyor ve bu değerli zamanı sevdiğim, beğendiğim bana değer katan kitaplara harcamayı tercih ediyorum. Kitabın veya yazarın esiri değil, okuruyum nihayetinde.