Toplumun akıldan sıyrıldığı, aforizmaların havada uçuştuğu, sosyo-politik tespitlerin yerinde duramadığı bu günlerde dün'e dayalı öngörülerimi anlayışla karşılayacağınızı temenni ederek;

Toplumsal tepkinin bel altı meraklarla reaksiyon vermesi için gösterilen çaba yıllardır görsel medya ile verilmeye çalışılan subliminal mesajların yerini bulması mı, yoksa Gezi'nin ironik algısında takılı kalmamız mı acaba?

Biz bunları düşüneduralımda iken muktedir, diktatör cübbesiyle kendi saltanatının yarınına adımlarını sıklaştırıyor.

İnternet, adalet ve istihbarat alanlarında çıkarttığı yasalarla büründüğü zırh onu şizofrenik bir güvene sürükledi.

Kendi tabanında da tam teslimiyet algısını böylelikle başarılı bir biçimde sağladı.

Biz ne mi yapıyoruz?

Tape beklerken olası tüm devrimci duruşlar üzerine bol miktarda tartışmalar ve beğenmezlikler üretiyoruz.

Diktatörün şizofrenliği ve narsisitliği üzerinden yaptığımız siyaset söylemlerini kendi narsistliğimiz üzerinden yürütme telaşıyla birbirimizi dinlemiyoruz bile.

"herkes aslında hiç kimse olduğunun farkına varsın önce!"

Birleşerek kazanabilme bilinciyle, tek olma bencilliği arasında sıkışıp kalmak bizim tercihimiz.

Devrimci duruş övüncüyle farkında olmadan diktatörün değirmenine su taşımak gibi farkında olmadığımız trajikomik bir hal içindeyiz.

Oysa biz Don Kişot olacaktık..

Bizim için çok ciddi bir toplumsal öğretici olan Gezi sürecini çok da iyi değerlendiremedik sanırım.

Sosyal medyayı direnişin haber ve koordinasyon merkezi olarak kullanmamız gerekirken en çok benim yazdıklarım okunsun servisine çevirdik.

Siyasetin yerinin yatak odası değil tüm diktatörlerin ortak korkusu olan sokaklar olduğunu da iyi biliyoruz üstelik.

Faşizmin sanıldığı gibi sandıkta bitmeyeceğini aksine sandıktan güçlenerek çıkacağını anlamaktan bir adım öteye yani bu durumu kavrama noktasına doğru hızla koşmak artık bizim için elzemdir.

Ve gelelim yıllardır müşterek menfaatleri doğrultusunda ülkeyi birlikte sömüren cemaat ve iktidar kavgasına;

toplumun apolitik ve iktidar karşıtı kesimlerinde, cemaatin bu süreçte iktidar aleyhine yaptığı hamleler paralelinde bir çeşit sempati kazanması, mağdur edebiyatının hala geçer akçe olduğunun ve yaratılmak istenen algı oyununun göstergesi değil mi?

AKP'nin iktidara geldikten sonra kadrolaşmak için o dönem ortak olduğu cemaatin elemanlarını devletin kilit noktalarına yerleştirmesi, cemaatin şimdi açıkladığı tüm yolsuzlukların da ortağı olduklarının delili değil midir?

Ya da iktidar kanadından yapılan "emniyet ve adalet kurumlarını onlara verdik" beyanı, alınan canlarımızın, yapılan zulmün ve maruz kaldığımız hukuksuzluğun müsebbiplerinin kimler olduğunun cevabı değil midir?

Bu yaratılmak istenen algı bazı güçlerin AKP alternatifi yeni bir siyasi oluşumu toplumsal vicdanda cemaati, hizmet eden iyi adamlar kılıfında meşrulaştırma çabası mı?

Bu sorunsalların çağrıştırdığı öngörülere gelince;

ciddi ve kararlı bir direnişle karşılaşmayan iktidar mobbing ve kontr-terör tavrını arttırarak akla hayale gelmeyecek yeni izansızlıklarla hayatlarımızı cehenneme çevirecek, post-modern dikta yönetimden tam dikta yönetime geçecek.

"Emri ben verdim" diyerek elini güçlendirdiği, 17 Aralık'tan sonra oradan oraya sürerek patron benim diye uyardığı polis, evrimini tamamlayarak diktatörün tam yetkili tetikçisi olacak.

"Kardeşlerim" diye Suriye'ye karşı her anlamda beslediği ve kolladığı El-Kaide unsurları ülke içinde ciddi kaoslara sebep olacak.

Görsel, yazılı ve sosyal medya tek tipleşecek, devletin hiçbir kurumu halk için hizmet için çalışmayacak.

Cezaevlerinde artık sadece muhalifler olacak...

Ve biz;

ya birleşe birleşe kazanacağız

ya da birbirimizi böle böle yok olacağız..