Türkiye’de Kovid-19’a karşı Çin menşeli CoronaVac aşısı uygulanmaya bir ay gecikmeyle başlandı. İlk parti gelen üç milyon doz aşı ile 1,5 milyon kişi aşılanacak. İlk aşamada sağlık çalışanları, yaşlı ve engelli bakım evlerinde yaşayanlar ve çalışanlar ile 65 yaş üstü bireyler var. Bu gruplardan yalnızca sağlık çalışanları bir milyonun üzerinde.

Elbette işe en çok risk altında bulunan canını dişine takarak çalışan -Nâzım Hikmet’in deyişiyle bir laboratuvarda insanlar için ölen- sağlıkçılardan başlandı demek isterdim ama ne mümkün! Durum gemiyi en son terk edecek kaptanın ilk fırsatta kaçıp kendini boğulmaktan kurtarması kıvamında. AKP’li ve MHP’li vekiller sağlıkçı kontenjanından hemen giriverdi aşı odasına. Tabiî bunlar hep toplumu “aşıya teşvik” etmek için. Zaten sağlık çalışanlarından önce aşı olduğunu elinde mikrofon televizyon kanallarından ilân eden “müstesna şarkıcı ve sunucularımız” da “gönüllü deneme çalışmalarına katılarak” toplum için canlarını ortaya koydu. Sonra AK Partili belediye meclis üyesi aşı olurken çekilmiş şöyle fiyakalı bir fotoğraf paylaştı. Koskoca meclis üyesi sıraya mı girecekti yani!

Ama bittabi ülke siyasetinde insanî bir şey arıyorsanız muhalefet liderlerinin “örnek” tutumu ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın teşekkürü kayda değer!

Kaçınılmaz soru ise şu: Kovid-19’un ülkede ilk ortaya çıktığı tarihlerde maske dağıtma organizasyonunu doğru dürüst yürütemeyen iktidar acaba aşıda topluma güven verebiliyor mu?

Sağlık Bakanı Koca, önceki yılın kasım ayında CoronaVac aşısı için “Aralık ayında asgari 10 milyon olmak üzere 20 milyon hedefliyoruz. Ocak ayında 20 milyonda sorun yok. 50 milyon doz için sözleşme imzalandı” demişti. Buna göre ocak ayında en az 40 milyon doz aşı gelecekti ülkeye. 50 milyon doza tamamlanmasıyla da en az 25 milyon kişi aşılanabilecekti.

Aslında hesap gayet açık: 83 milyon nüfuslu Türkiye’de bilim insanlarına göre toplumun yüzde 60’ında bağışıklığın sağlanabilmesi için nüfusun en az yüzde 75’inin, 60 milyon insanın aşılanması gerekiyor. Dolayısıyla toplamda en az 120 milyon aşıya ihtiyaç var.

Bakan Koca, 15 gün sonra 10 milyon doz daha aşının geleceğini duyurdu. Vaktinde gelir mi? Bekleyip görelim ve tabiî bir de sürekli “yerli aşıya” vurgu yapılıyor ki ortada henüz yerli bir aşı yok!

Hâliyle Türkiye aşıdan yana ilk tercihini Çin merkezli Sinovac firmasının geliştirdiği CoronaVac aşısından yana kullandı. CoronaVac en çok güvenilirliği açısından tartışmaya konu oldu. Endonezya’da bin 600 kişide denenen aşının koruma oranı yüzde 65; 9 bin 300 kişi üzerinde denenen Brezilya’da aşının koruma oranı yüzde 50. Türkiye’de aşının denendiği bin 300 kişide yüzde 91.

Uzmanlara göre aradaki fark hastalığın derecesine göre deneme gruplarından kaynaklanıyor. Son tahlilde hemfikir olunan şey ise aşı uygulandığında virüs bulaşsa dahi hastalığın çok daha hafif semptomlarla atlatılabiliyor olması. Dünya Sağlık Örgütü de zaten yüzde 50 oranla etkililik durumuna göre aşılara onay veriyor.

Koronavirüse karşı farklı ülkelerde Moderna, AstraZeneca, CoronaVac, Sputnik V, Comirnaty (Pfizer) adlarıyla birçok aşı üretildi. Tıbbî boyutunu işin uzmanlarına bırakalım ama bazı aşılar (Türkiye’de uygulanmaya başlanan CoronaVac gibi) inaktif, yani geleneksel metotlarla üretilen aşı grubunda. Bazıları ise Moderna ve Comirnaty aşıları gibi yeni bir yöntem olan mRNA tekniğiyle üretiliyor.

Türkiye’nin sipariş ettiği veya anlaşma aşamasında olduğu aşılar maliyet bakımından da farklılaşıyor. Çinliler 30 dolar olan CoronaVac’ın diğer ülkelere doz başı satış fiyatı 30 ila 75 dolar. 50 milyon doz sipariş veren Türkiye’nin aşıyı kaç dolara aldığına dair net bir veri yok! Etkililiği göreceli olmakla birlikte CoronaVac dağıtım ve saklama koşulu açısından daha az maliyetli görünüyor.

Yüzde 95’ten fazla koruma sağladığı açıklanan Comirnaty (Pfizer-BioNTech) aşısı hakkında bildiğimiz ise şu: Comirnaty aşısını biyomedikal bilimci eşi Özlem Türeci’yle birlikte geliştiren BioNTech’in kurucu ortağı Prof. Dr. Uğur Şahin, anlaşma kapsamında Türkiye’ye geçen yıl sonu (aralıkta) 550 bin doz, mart ayında 4,5 milyon, bu yılın sonuna kadar da 30 milyon aşının gönderilebileceğini açıklamıştı. Bakan Koca tarafından da teyit edilmişti bu ancak bir “pürüz” çıkmış olmalı! Cumhurbaşkanının açıklamasına göre şu an işin hâlâ “görüşme aşamasında” olduğunu biliyoruz. Mart ayında gelmesi planlanan 4,5 milyon dozu bırakın 550 bini bile yok ortada.   

Comirnaty adlı aşının doz fiyatı CoronaVac’a göre daha ucuz (Dünya satış fiyatı 19,5 ila 74 dolar). Ancak bu aşı ilk ortaya çıktığında eksi 70 derecede saklanacağı için lojistik ve depolama konusu gündeme gelmişti. Türkiye’nin -her ne kadar görüşmelerin yürütüldüğü söylense de- Comirnaty aşısından uzak durma sebebi bu olmalı: Aşıyı saklamak için ileri tekniklerle donatılmış depoların kurulmak zorunda olması! Bunun mali bir yükü var çünkü. Dahası Sağlık Bakanlığı tarafından Çin’den gelen aşının halka ücretsiz uygulanacağı diğer aşıların ise getirtildiğinde eczaneler üzerinden paralı olarak satılacağı duyuruldu. Pfizer’in (Comirnaty) bu grupta yer alması kuvvetle muhtemel.

Aşılara karşı kesin bir yargı bildirmek doğru değil. Ancak her aşının belli oranlarda koruma oranı ve maliyeti var. Sağlık üzerinden değerlendirildiğinde hangisinin daha yararlı olacağını zaman gösterecek.

Ekonomi açısından ise iki konuda değerlendirmeye tâbi. Birincisi koruma etkisi dolayısıyla aşının kalitesi ve harcanan para: Zira bir aşı türünün etkinliğinin yüksek (yüzde 90’larda) olması nüfusun yüzde 60’ında bağışıklık kazandırabiliyorken, etkisi düşük aşı ile daha fazla insanın aşılanması gerekiyor. İkinci mesele de kalitesi yüksek aşıya vatandaşın ücretsiz olarak erişebilmesi. Çin’den alınan aşının birim fiyatını (60 dolar olduğu yazılıp çizildi) bilmek de sağlık hakkına istinaden koruma gücü yüksek ve güvenilir aşıdan herkesin yararlanabilmesi de vatandaşlık hakkı. Sonuçta devletler koruma gücü yüksek aşıyı zamanında vatandaşına temin etmekle yükümlü.     

Farklı dünya ülkelerinde geçen yılın aralık ayından beri çeşitli aşılar uygulanıyor. Bunlar arasında Comirnaty (Pfizer-BioNTech) en çok tercih edilen aşı. Batı ülkelerinde ve ABD’de Comirnaty’in yanı sıra AstraZeneca ve Moderna aşıları öne çıkıyor. Rusya kendi aşısı Sputnik V’yi kullanıyor. 

Türkiye’de ise bugün “Herkes aşı olabilecek mi?” sorusu daha çok yer tutuyor. Çünkü hâlihazırda gelmesi planlanan 50 milyon aşıyla 25 milyon insan aşılanabilecek. Nüfusun yüzde 30’u demek bu. 30 milyon Pfizer-BioNTech aşısı gelecek mi veya Sağlık Bakanı tarafından diğer aşıların “eczanede satılacağı” söylendiğine göre sadece geliri yüksek kesimler mi aşıya ulaşabilecek soruları öneme haiz.

Dünyada durum ne? Kanada ve İngiltere nüfusunun üç katı, Avustralya’da ise nüfusunun iki katı oranında aşı siparişi vermişti. Mısır’da nüfusun yüzde 60’ına yetecek aşı anlaşması yapılırken, Ortadoğu ülkelerinde gittikçe oran düşüyor. Bahreyn, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin aşı anlaşmaları nüfusun yüzde 35’ine denk geliyor. Ekonomisi iyi durumda olan veya sağlığa yeterli kaynak ayıran ülkelerin aşı alma gücü nispeten daha yüksek.

SAĞLIĞA KÖR, “İTİBARA” DUYARLI BÜTÇE

2021 bütçesinde Türkiye’de sağlığa ayrılan pay 77 milyar 615 milyon lira. Türk Tabipleri Birliği (TTB) “2021 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi teklifinde Sağlık Bakanlığı oranın en az yüzde 10’unun üzerine çıkarılması gerekirken bu oranın yüzde 5,7’de kaldığını” belirtiyor. Bakanlık bütçesinin 16 milyar 392 milyon lirası şehir hastanelerinin kira bedeli ve özel sektörden alınan laboratuvar hizmetlerine gidiyor. TTB’nin değerlendirmesine göre şehir hastaneleri üzerinden şirketlere aktarılan kira bedellerinin oranı son yıllarda ciddi artış gösteriyor: 2019 yılında bir önceki yıla göre oran yüzde 188, 2020’de yüzde 52’ydi. 2021’de de yüzde 77 olarak öngörülüyor. Yani ticarileşen sağlık sisteminde kârlı çıkan her zaman müteahhitler. 

OECD’nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) 2019 verilerine göre ülkelerin sağlığa kaynak ayırma oranı ortalama yüzde 8,8 civarında: ABD’de yüzde 17, İsviçre’de yüzde 12,1, Almanya’da yüzde 11,7, Fransa’da yüzde 11,2. Türkiye yüzde 5,7 ile listenin en altında.  

Hayatî önem arz eden onlarca ilaç var devletin karşılamadığı. Grip aşısı bile zamanında ve yeterli miktarda getirilemiyor. Kanser hastaları hemen her zaman ilaç bulamamaktan mağdur. SMA’lı çocuklarını yaşatabilmenin, tedavi ettirebilmenin yollarını arayan ailelerin yaşadıkları trajedi ortada. Bu ülkenin çocukları, vatandaşları sağlıklı olmayı, parasız ve kaliteli sağlık hakkından yararlanmayı hak etmiyor mu?

Doktorlar olağanüstü şartlarda uzun saatler çalışmaya mecbur kalır ve izinleri iptal edilirken yeni doktor ataması yapılmıyor bir türlü. Ayrıca hemşireler için (3.600) ek gösterge -seçim öncesi söz verilmesine rağmen- çıkarılmıyor. Kendilerine en çok ihtiyaç duyulan dönemde 40 bin paramedik atama bekliyor.

Türkiye bir ekonomik buhran içinde ama ilk sırada yer alan kamu hizmetleri sağlıkta ve eğitimde çekilen çile devletin neyi öncelediğiyle doğrudan bağlantılı. Misal, Sayıştay’ın denetim raporuna (2018) göre Saray’ın bir günlük harcaması 10 milyon lira, yıllık 3 milyar 919 milyon lira. Yöneticisinin 88 bin lira maaş aldığı Cumhurbaşkanlığına bu yıl için de dört milyarı aşan bir kaynak ayrıldı. Saray bütçesi dört, taşıt gideri iki kat arttı. Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan yazlık kışlık saraylara da milyarlarca lira para akıyor. “İtibardan tasarruf olmaz” ne de olsa.

Hemen her zaman tartışma konusu olan Diyanet İşleri Başkanlığına ise bütçeden 12 milyar 977 milyon lira ayrıldı bu yıl için. “Riskli binalarda oturmayın” diyen kişinin başında olduğu -ama deprem önleminde vatandaşı yalnız bırakan- Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçesi sadece 3 milyar 378 milyon lira.

Ancak rekoru 250 milyar lirayla Savunma ve İçişleri Bakanlıkları kırıyor. Türkiye’nin son 10 yılda askerî harcamalar için ayırdığı bütçe yüzde 65 oranında artmış ne gam! Üstüne bir de Rusya’dan S-400 füze sistemi satın alınmış, sistemin çalıştırılıp çalıştırılmadığı bir yana, maliyetin 1 milyar 125 milyon dolarını Türkiye hazineden direkt karşılarken 1 milyar 375 milyon doları içinse Rusya’ya borçlanılmış filan… Yap-işlet-devret ile ulaştırma, hastane projeleriyle müteahhitlere milyarlar akıyormuş kime ne! (Biliniyor ki devlet öz kaynaklarıyla makul paralara bal gibi de hastane inşa edebilir.)

Şimdi bir kez daha düşünmeli: Güven vermeyen aşı mı yöneticiler mi? Halk sağlığı büyük bir tehlike altındayken, her gün onlarca insan virüs nedeniyle hayatını kaybederken, en çok alt gelir gruplarının hayatı zindana dönerken ülkede kayda değer bir aşı karşıtlığı mı var, yoksa olması gereken düzeyde aşı tedarikinde başarısızlık mı?