Yerli bir dizi film izliyorum, daha doğrusu izlemek zorunda bırakılıyorum. Filmde şirketin üst düzey yöneticilerinden biri yanında çalışan kızı o gece şirketçe kutlama yaptıkları otel odasına çağırıyor, kıza asılıyor, kız ret edince, “Fiyatın kaç?” diye soruyor, kız diretince adam daha da ileriye gidiyor, fırsatı olsa işi tecavüze kadar vardırtacak. Neyse ki otel çalışanlarından birkaç kişi olaya tanık oluyor ve bu sayede kız tecavüz edilmekten son anda kurtuluyor. Hemen arkasından olay, şirket yöneticilerinden başka birinin kulağına ulaşıyor, müdahale etmek için yukarı çıkıyor bu yakışıklı özgüven patlaması yaşayan delikanlımız (ilerde kızla bir gönül macerasına gireceği muhakkak). O'da az önce ki adamdan pek geri kalmıyor, zira kıza “Sesini kısman için sana kaç para yetiyor” diye elinde tuttuğu çeke tutar yazmak için bekliyor. Bir başka film, tüm soy onlarca odası olan tek bir evde ya da malikâne de yaşıyor. Burada da kimsede birey olma ya da bireyi arayan bir dert yok, sadece kabuk misali dış görünüşlerinden yola çıkarak herkes ötekinin karısına-kocasına-sevgilisine asılıyor, tek dertleri onlarla yatmak ya da daha doğru bir tabirle onları yatağa atmak. Başka bir film, erkekler bellerinde gururla gösterdikleri silahlarla mahalleye hava atıyor ve bu havalarından oldukça etkilenmiş olan ergen kızlar. Gerekirse seve seve ölmek ya da öldürmek dışında hayatta başka bir gayeleri ve hayalleri olmayan bu korkunç yaratıklar ve onlar için mecnun olmaya hazır küçük beyinli kadınlar. Gördüğünüz gibi, bunlar artık diz boyu değil, boğazımıza kadar dayamışlar.

Sanat topluma ayna olabileceği gibi toplumu ileriye taşıyan bir tür de olabilir hiç kuşkusuz. Bu türdeki filmlerin sanat olduğunu iddia edecek kadar kafayı yemedim henüz, bunu da ayrıca bilmenizi isterim. Yine de her gün ta evimizin içine, hatta yatak odamıza kadar girebilen bu tür filmlerle ilgili, her ne kadar karşı çıksak ya da ahlakımızı bozuyor diye isyan etsek de, aslında içinde debelendiğimiz toplumu bize göstermesi açısından bir bakıma da önemli… Sonuçta bu kişilerin evreni ya da insanın varoluşunu anlamak ve yorumlamak gibi bir dertlerinin olmadığı ortada.

Değer denilen her şeyi parayla ve kıçını koyduğu koltuğun görkemiyle tartan bir toplum elbette bu türdeki filmleri seve seve izleyecektir, en azından çoğunluğu, reytinglere bakılırsa iddia edilenler bu yönde.

Çalıştığım kurumda otururken arkadaşlarla; biri öğretmenle, öbürü doktorla, bir başkası avukat ya da iş adamıyla ilişkisi ya da evli olduğunu söylüyor ve arkadaşlarının ya da tanıdıklarının ilişkileri de bu yönde. Evlilik gibi uzun birlikteliği vaat eden bir kurumda bile insanlar birey seçmiyor ne yazık ki, en azından yaşadığımız bu toplumda; mevki seçiyor, kariyer seçiyor, parayı ya da gücü elinde bulunduranı tercih ediyor, istisnalar parmakla gösterilecek kadar az. Hem kadınlar hem de erkekler bu konuda oldukça kararlı; erkeklerin çoğu, hele paralıysa kişilik ya da buna benzer ulvi değerler umurunda değil, güzel olsun, mümkünse yatakta da iyi olsun gerisi laf. Ya da en görgüsüz tabirleriyle “Evlenecek kadın başka, takılacak kadın başka” diyerek yozun daha da dibine düşüyor.

Bu türdeki filmleri yermekten uzun zamandır vazgeçtim, hepimiz birer yağmacıya dönüşmüşsek elbette bu türdeki filmler hep olacak ve reytingleri de kapacaklardır.

Bolca silahların patlatıldığı, erkekliğin temel özelliklerinin ancak kabalıkta, görgüsüzlükte ve şiddette beslendiği bu türdeki filmlere isyan etmeden önce şöyle bir gözünüzü açıp etrafınıza bakın. İktidarın en tepesinden tutun, apartmandaki komşunuza, kendinize (kendim de dâhil), hacdan yeni dönmüş hacı amcanıza kadar konuştukları dil size neyi çağrıştırıyor; papatyaları, gülleri, kuşları mı? Uzun zamandır ya da her zaman böyleydi belki de; kaba, görgüsüz, içi boş, birey olamamış karakterlerin hepsi etrafımızda cirit atıyor ne yazık ki, “Seviyorum” derken bile sevmesi nefret ya da ölüm kokuyor bunların. Bu nedenle suçu izlemek zorunda bırakıldığımız bu türdeki filmlerde aramak yerine biraz da burada arayın derim: Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.