Siyasetin bir mühendislik alanına çevrilmiş olması, liyakati de ortadan kaldırmıştır. Parasal üstünlüğe sahip olmak veya dini duyguları üst seviyeden aktifleştirmek cinliği, liyakat miyakat dinlemeden uyanıkları yüksek koltuklara oturtur. Hak edilmemiş, yerde bulunmuşçasına oturulan koltuğun getirileri ve konforu, görmemişleri ve soysuzları şımartır.

‘Görmemişin bir oğlu olmuş, çekmiş ç.knü koparmış.’ sözüyle, nice toplulukların; beceriksiz ve yeteneksiz görmemişlerin yönetiminde ezilip gittikleri anlatılmak istemiştir, bilirsiniz.

Koltuktan kopmamak için her şeyi mubah görme illetiyle; halkı, halka karşı kullanma cinliği devreye sokulur. Ne de olsa kendini devlet olarak görmelerine ses çıkaran yok. Devlet, halkın babasıdır, döver de sever de.

Unutulan gariplik, seçilmek için halkın hizmetkârı olmaktan bahsedenlerin, seçildikten sonra halkın ağası rolünü üstlenmeleridir. Daha garibi, halkın da buna rıza göstermesidir. Halkın bu kabullenmişliği bir yanılgıdan kaynaklanmaktadır. Bu yanılgı: halkın kutsallaştırdığı devlet ile devlet başkanlarının rollerini karıştırması yani aynı kefeye koymasıdır. Bu kafa karışıklığı kendilerinin yasalara olan bağlılıklarını unutturur. Yasalar cansızdır, sevimsizdir, katıdır, soğuktur. Yasa denince akla öncelikle ceza gelir, mahpus gelir. Ancak yasalardan daha canlı, daha aktif, dile gelebilen, vaatlerde bulunabilen birilerinin söylediklerini benimsemek daha kolaydır, daha inandırıcıdır. Bu inandırıcılığa kanan halk, kendi diktatörünü yaratır.

Çok eskilere gitmeden, 21. Yüzyılın başından bu yana kurulan veya kurulmaya yeltenilen diktatörlüklere bakın. Sistem aynı sistem: İktidar ve muhalefet çatışmasından doğan otokrasiler ve dikta rejimleri. Çatışmaların iktidarların ustaca kullandıkları kurmacalar olduklarından şüphe duyulmaz. Muhalefetin başka bir ülkeden başka topraklardan geldiğine hiç rastlanılmamıştır. Ama iktidarların başka topraklardan beslendiklerine çokça rastlanılmaktadır. Oysa muhalefetlerin diktatörlüklerinden, darbe taraftarı ve darbe kışkırtıcısı olduklarından, halk düşmanlıklarından sıkça bahsedilir muktedirlerce. Bunlar söylene söylene halkın inanması sağlandığında; ilk fırsatta muhaliflerin ve siyasal muhalefetin ülke sınırları dışına itilmeleri, otokratik iktidarların temel hedefidir.

Halk, devleti kutsallarına dâhil edince, yönetici de bu kutsalı kullanma yetkisini alınca; yöneticinin özverili ve tok gözlü olması halk için büyük bir şans olarak görülse bile, diktatörlüğün nereye varacağını hiç kimse kestiremez.

Yöneticinin açgözlü ve bencil olması halinde ise halk için en büyük şanssızlıktır. Şanssızlık, kutsalını kutsal olmayan birilerine kullandırma izni vermesidir. İşin aslı, halk bunu her ne kadar şansa bağlasa da şansla alakasının olmadığı açıktır. Bu düpedüz, cühelanın cehaletini özgürce kullanabilme hakkına kavuşma kutlamasının ilk turudur.

Özveriden yoksun, aç gözlü, liyakatsiz ve çapulcu yöneticilerin hükmetmeleri, sırasıyla; ayrışma, açlık ve çatışma ile kendini gösterir. Sırtı sıvazlanmış cahilin eline verilen silahın veya yüklenecek kinin; eline verilecek bir tomar paradan daha fazla iş yapacağını keşfedenlerin yurtseverliği önce mafya babası olarak tezahür etmeye başlar. Sonra…

Yeni fikirleri, çeşitli alternatifleri, yazılıp çizilenleri anlamakta güçlük çeken kitlenin genişlemesi; bu kitlenin sistemli bir şekilde büyütülmesi çalışmaları olduğunu getirir akla. Üstelik anlamak istedikleri gibi anlama kapasitelerini kendilerine yeterli görmeleri, basiretsizlik eğitimi almış oldukları kanaati uyandırmaktadır. Halkın ileriyi görmesinin engellenmesindeki başarı, ‘toplumun nereye doğru sürüklendiği’ endişesi taşıyan herkesin sorunudur. Engellenen kitlenin, muhalefetçe anlatılanların iç yüzünü göremeyecekleri için basitçe görünenlere itibar etmeleri doğaldır. Siz sistemlerden bahsederken karşınızdakilerin kişileri merkeze almaları ve arızalı savunucular olmaları, yaşadığınız ortamın tanımıdır: Kin ve nefretle bilenmiş, cahil cesareti kuşanmış, ağzı açlıktan kokan bazı gruplar ile zenginliğine zenginlik katmak isteyen ama aynı kafa yapısına sahip başka gruplar, aynı güruhta birleşmekle; her durumda haklılıklarının şüphesizliğini savunurlar. Son nokta: dediğim dedik. Çünkü,”Akıllılar hep kuşku içindeyken, aptallar küstahça kendinden hep emindir.” (Bertrant Russell).

Bu yüzyılda eğitim sistemlerinin gelişmişliği ve bilgiye ulaşmanın kolaylığı gün gibi ortadayken, bu cehalet niye! Aklımız karışır doğrusu… Sistemlerin ve bilgilerin kullanılma amaçlarının her zaman iyi niyetle olmayacağını da hesaba katmalıyız: Eğer amaçlanan, muzdarip olduğumuz durumun devamı ise, bilinçle uygulanan eğitim sisteminin birer istendik ürünü olduğumuzu kabul etmeliyiz. Uygulanan eğitim sistemlerinin ve toplum mühendisliklerinin muktedirlerin amaçlarına göre yetiştiremedikleri insanlar, arızalı ürünler olup muhalif olarak tezahür ederler. İşte bunca emekten sonra, muhalif üretiyor olmak tahammül edilebilir gibi değil. Böylece, muhalif olmanın yıkıcılığını bilen vatansever (!) yöneticiler, diktatör olmak zorunda kalırlar!