Evin bahçesine sığınan, sağlıklı olmadığı her halinden belli olan kediyi soruyorum, onu besleyen çocuğa. “ Bu kedi bizim değil. Gözleri görmediği için buraya sığınmış. Biz de ona yiyecek veriyoruz. Cami hocasının dediğine göre, caminin mumunu yediği için kör olmuş.” diyor. İçimden, ah keşke öyle olsa… Caminin malını yiyen kör; fakir fukaranın sürünmesine sebep olanlar kötürüm; vergi denen millet malını yiyen hem verem hem yatalak; halkın saf duygularıyla oynayıp, onları kandıranlar kanser; halkı bölük bölük bölüp kendine malzeme çıkaranlar lime lime olsa. Ama nerde… Nerde o güzel günler…

Cami kapılarında, cami için sevap kazanma amaçlı gönüllü dilenci koca adamlar… Belli ki sevap kazanmak için her yol mubah fetvası almışlardır. Çocukluğumdan beri düşündürür beni: “Neden cami giderleri için namaz kılanlardan sadaka toplanır? Neden okula giden öğrenci velilerinden; bağış, aidat benzeri adlarla gelir elde edilir ki? Hiçbir zaman aklım almadı. Çünkü devlet…

Cami sayısının 83 bini bulduğu ülkemizde, hergün hergün milyonlarca Müslüman tarafından dualar edilir. Hangi bilinçle dua edildiği önemli elbette. Gayri müslimin biri kalkıp; “bu kadar duanıza caminizi de dâhil etseniz, orası da bu dilencilikten kurtulsa” dese, ne diyeceğiz? “Zındık” dememiz yeterli mi? Dua etmenin, kendimizle baş başa olma durumu olduğunu bilsek. Yani, Allah’ım onu da ver, bunu da ver, bana daha çok ver, falancaya hiç verme durumu olmadığını bilsek keşke. Tefekkür hali… Duaya durunca, ‘insanlığa nasıl faydalı olurum, toplumsal ve kişisel sorunları nasıl çözerim?’ sorularına cevap bulma hali…

İbadethanelerde para toplanıyor diye, yoksul müminlerin camilere gitmediğini duymak, ne korkunç bir yüzde doksan dokuzluk…

Hiç bir Müslüman duadayken, deliler gibi fırlayıp, ”buldum buldum, vallahi buldum, billahi de buldum. Caminin kubbelerini, duvarlarını, minarelerini güneş panelleriyle kaplarsak, caminin bütün enerji ihtiyaçlarını karşılarız. Hatta fazla enerjiyi satıp, fakir fukaraya yardım bile ederiz.” Dedi mi?

Ancak, minareleri süngü, kubbeleri miğfer ve müminleri asker yaparız. Kendi giderlerini karşılayamayan bir camiye bu kadar yüklenilmesinin doğru olduğuna inanıyor musunuz? Peki, kiminle savaşacağız. Savaş hali öfkemizi nerelerde kusacağız. Elbet bir yerde… Bir cami basıldığında, bir kilise ya da sinagog basıldığında; siyasetçiler ve din adamları ağız birliği yapmışçasına insan sevgisinden bahsederler. Ama dün vaaz verdiğin camide, kilisede, sinagogda; ben senin insan sevgisinden bahsettiğini hiç duymadım. İslam kardeşliğinden, Hıristiyan kardeşliğinden, Yahudilerin üstünlüğünden bahsediyordunuz hep. El altından yapıyorduysanız, artık deşifre olduğunuzu bilin. “Orası benim özel alanım, orada ne söylemem gerektiğine benim dinim karar verir” diyorsan; bak işte dininin verdiği son karar: Yeni Zelanda da iki cami otomatik silahlarla tarandı, 50 ölü. Daha basılan nice mabetlerde öldürülen suçsuz, günahsız insanlar.

Asıl konumuza dönersek; elin gâvuru, kilisede bile değil, hamamda, yarı çıplak haldeyken; bağıra çağıra sokakları dolaştı: “buldum” diye. Tefekkür budur işte. Aklını, fikrini bulma amaçlı kullanan; hamamda da bulur, kilisede de, rüyada da. Eğer isterse camide de… Tefekkür hakkında bütün bildiklerini gözden değil, akıl süzgecinden geçir de içinde bir yanlışlık, bir bencillik kalmasın.

Keşke bir gün, müminin biri cemaatle birlikte namazdayken, namazını bozup: ey cemaat, namazı bozun, beni dinleyin, aklıma bir şey geldi.” Deyiverse. Cemaat o kişiye dönse ve ona sevgi-saygı dolu bakışlarla bakarken linç etmeyi hiç aklından geçirmese. O kişi devam etse. “Her gün milyonlarca kişi namaz kılarken, milyarlarca defa secdeye giderken; önce dizlerini zemine dayar, sonra ellerini ve kafasını zemine dayar ve yere baskı uygular. Bir düzenekle, yere uyguladığımız bu enerjiyi elektrik enerjisine çevirebiliriz,” dese… Cemaatin bu adama karşı tavrı, bizim geleceğimiz için tasarladıkları tavrın aynasıdır. Cemaatin başındakinin aydın biri olması; cemaati, dolayısıyla bütün geleceğimizi aydınlatır. Cemaatin başı, aklını hurilerle bozmuş, kendine âlim, müritlerince uçan, altı karılı çürük elma ise, dinden çıkışımızı verir, tazminatsız.

Atalarımız bu çürük elmaların çokluğundan şikâyetini: “cami ne kadar büyük olursa olsun, hoca bildiğini okur” sözüyle dile getirmiştir. Koca cami cemaatinden hiçbir kimse de hocaya haddini bildirme gereği duymamış olacak ki, karşı cevabın kaydı yok, atasözü arşivlerinde.

Görevlendirilenlerin, atananların ve siyasetçilerin aydın görevi üstlenmesinin mümkün olduğunu düşlemek, sadece düşlerde mutluluktur. Onların, sadece emirleri uygulamakla sınırlı bir görevi ifa ettiklerini bilmeliyiz. Bu aşamada beklentilerimizi yüksek tutmak, bizi hayal kırıklıklarına uğratır. Jean-Paul Sartre, aydının işlevi üzerinde dururken: Hiç kimse tarafından görevlendirilmemesinin ve statüsünü hiçbir otoriteye borçlu olmamasının onun özelliği olduğunu söyleyebiliriz.” der. Koskocaman bir cemaatin başında bir aydın yoksa, söylenecek fazla bir şey de yoktur.

Görevlilerin, aydın olduğu üzere, sorumluluklarını yerine getirmesi; onlara, gerçekten de aydın olmanın ilk adımını attıracaktır. O günden sonra artık görevli değillerdir. Belki de kovulmuşlardır.

Dünyada bir örneği yok diye, yeniliklere karşı olma halimiz, başımızdakilerin aydın olmayışındandır. Hatta karanlık oluşlarındandır ki, bizi de karanlığa davet ederler.

İlk olmadığımızda, yığınla para ödeyip; patent almak ya da ithal etmek zorunda kaldığımızı anlamak çok mu zor…

Bozduğun namazın telafisini bilirsin. Duyurmayı ertelediğin fikirlerin unutulursa, telafisi yok.

Hocam, “hamamda yarı çıplak haldeyken, bulacağımız bir icadın sevabını alır mıyız? diye soran bir mensuptan, icat beklenmeyeceği gibi, sorduğu soruya cevap verme gereği duyacak kadar ayaklar altına düşmemek gerek.

Din savaşları için minareyi süngü yapıp, onu taşıyacak hazretleri beklemene gerek yok. Öyle birilerini bulamayacaksın. Din savaşları ticaretle sürüyor. Bunu fark edemediğinden olacak ki, savaşa giremedin bile. Giremediğin savaş ganimeti paylaşımından mahrum bıraktığın insanlar fakirleşti. Bari bu fakirleri sömürme, sömürülmesine göz yumma.