İktisatta şu anda 4 ana temel akımdan bahsedilebilir. En sağdan en sola sıralayacak olursak:

Neoklasik iktisat, Yeni-Keynesyen iktisat, Post-Keynesyen ve Marksist iktisat.

Teknik ayrıntılarına girmeden kabaca şöyle tasvir edelim:

Neoklasik iktisat, iktisadi aktörlerin tam bilgiyle ve rasyonel hareket ettiklerini varsayarak, piyasanın ve onun fiyat mekanizmasının tüm sorunları kendiliğinden çözeceğini, dengeye ulaşacağını öne sürüp, devletin ekonomiden tamamen çekilmesini salık verir. İktisadi krizleri, daha çok dışsal faktörler kaynaklı arz yönlü sorunlar olarak ele alır.

Krizi “talep eksikliği” olarak gören ve bu yönde kamu müdahalelerini salık veren Keynes ile Neoklasik iktisat arasında bir sentez olma iddiasındaki Yeni-Keynesyen yaklaşım ise, fiyat ve ücret yapışkanlıklarını (ücretlerin aşağıya gitmemesini) temel sorun olarak görüp, krizleri piyasa aktörleri arasındaki asimetrik bilginin sebep olduğu yanlış fiyatlamayla açıklamayı yeğler. İşsizliği ise, iş arayanlarla işçi arayanlar arasındaki eşleşememe sorunu ile açıklar.

Bu her iki yaklaşım, geleceğin belirli sapmalar çerçevesinde bilenebilir olduğunu varsayar. Para arzının Merkez Bankası tarafından kontrol edilebileceğini, yatırımların da tasarruflarla finanse edildiğini sanar.

Keynes ile Marksizm arasında duran ve Keynes’in “tam istihdam” savunusunu sahiplenen Post-Keynesyen yaklaşım ise, geleceğin kökten bilenemez olduğunu, yatırımların bu belirsizlik altında alınan kararlar olduğunu, aslolanın talep düzeyi olduğunu; alt gelir gruplarının tüketim eğilimi daha yüksek olduğundan eşitsizlik düzeyinin ve yeniden bölüşümün önemini vurgular. Paranın özel sektörün yatırım talebi çerçevesinde özel bankalar tarafından yaratıldığını ve dolayısıyla yatırımların tasarrufları yarattığını ve temel olarak kredilerle finanse edildiğini savunur. Krizi aşırı borçlanmayla ve işsizliği de talep eksikliğiyle açıklarken, kamu yatırımlarını ve kamu istihdamını salık verir.

Post-Keynesyen (yada benim tercih ettiğim tabirle Sol-Keynesyen) iktisadın politik motivasyonu, kapitalizm içinde sosyal refahı ve emeği ile geçinenlerin hayat standartlarını varolan koşullar içinde iyileştirmenin yollarını, enstrümanlarını bulmak.

Marksist iktisat, tüm sorunun kaynağı olarak sermayenin emeği sömürmesini görür ve kapitalizmin ortadan kaldırılarak (merkezi) planlı ekonomiyi önerir. İktisadi krizleri de, kar oranlarının düşme eğilimi ile, birikim rejimlerinin tıkanmasıyla açıklamayı önceler.

Türkiye’deki siyasi partileri bu yaklaşımlara göre dağıtacak olursak:

AKP, ANAP benzeri muhafazakar sağ partiler Neoklasik iktisada yakın durmuşlardır.

CHP son 20 yıldır Yeni-Keynesyen ekole yakın duruyor. Kemal Derviş, tanınmış bir Yeni-Keynesyen’dir.

Marksist partiler saymakla bitmez: EMEP, TKP, ESP, Devrim Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi, ÖDP, DSİP, SDP vs.

Peki Türkiye’de yeni bir soluk ve umut olan HDP’nin iktisat politikası nerede duruyor? Ya da nerede durmalı?

Bileşenlerinin ve ittifak kurdukları partilerin yakın durduğu Marksist iktisat mı?

Öcalan’ın çizdiğini söyledikleri ve Rojava’da ‘alternatif‘ olarak deneniyor dedikleri “demokratik özerklik paradigması“ ile pek de uyumsuzluk arz etmeyen Marksist iktisat mı, zira orada çizilen iktisadi tasvir, SSCB’de uygulanan “kolhoz“lardan -komünal birliklerden- pek de farklı değil.

Böyle bir tercih yapabilir HDP. Fakat, diğer bileşen partileriyle aynı oy oranlarına gelmeyi göze alması gerekiyor.

Zira Türkiyelileşmek sadece Türkiye’yi oluşturan tüm kimlik gruplarını bünyesine katmak, bir kimlik bahçesi haline gelmek demek değil. Onun ötesinde, Türkiye’nin ekonomi, ticaret, turizm, sağlık, tarım sorunlarına ikna edici, sloganların- uzak ütopyaların ötesinde gerçekçi cevap veren politikalar demeti sunmayı gerektiriyor.

Benim naçizane önerim, HDP içinde olduğu konum ve koşullar itibariyle, kapitalizmin ve çağımızın koşullarının içindeki imkanlar ve enstrümanlar dahilinde, kamu yatırım ve istihdamı yoluyla yeniden bölüşümü öneren Post-Keynesyen iktisadı benimsemesidir.

Şimdiye değin neoliberal kemer sıkma politikaları öneren IMF, Dünya Bankası, İngiltere ve ABD Merkez Bankaları, Avrupa Komisyonu ve OECD‘nin son 2 yıldır yayınladıkları araştırma, politika, rapor ve önerileri de sendikalaşmayı, kamu istihdam ve yatırımlarını, yeniden bölüşümü salık veriyor. Yani onlar da bu çizgiye kayıyor.

Daha önce denenmiş fantazmalara kapılarak böyle bir şansın heba olmaması ve HDP‘nin “iktisadi durumunu önceleyen” seçmene böyle bir programla ulaşıp ikna etmesi, krize karşı ciddi bir alternatif olması temennisiyle…