Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından 15 Temmuz 2016'da düzenlenen darbe girişiminin yıl dönümü dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) "özel oturum" yapıldı.

Burada konuşan HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım'ın "Aslında 4 Kasım öncesi ve sonrasında iktidar sahiplerinin demeçlerinde çok net ortaya çıktığı üzere siyasi operasyonlarla tutsak edilmemiş olsalardı, Eş başkanlarımız Sayın Yüksekdağ ve Sayın Demirtaş bu kürsüden selamlanacak değil, hitap edecek liderlerdir" ifadesine TBMM Başkanı İsmail Kahraman tepki gösterdi.

“Sayın Yıldırım, Türkiye’de tutsak yok. Bu noktada buna benzer sözler milli birlik ve bütünlüğü zedeleyen sözlerdir" diyen Kahraman, sözlerine "Türkiye anarşizme müsaade etmeyecek bir ülkedir. Türkiye’de tutsak yoktur. Hukuki terimlerle konuşun. Yargılama ve mahkum vardır” diye devam etti. 

Kendisine sataşma olduğu gerekçesiyle söz alan Yıldırım ise şunları söyledi:

“Aylardır mahkemeye çıkarılmayan bir parti genel başkanına değinseniz daha saygın bir iş yapardınız. Sizin, benim darbe ihtimaline dair söylediklerime cevaben söylediklerinizi anlamakta güçlük çekiyorum. Biz bir darbe ihtimaline dikkat çekerken siz yine şimdi düşündüğünüz gibi düşünüyordunuz."

Ahmet Yıldırım'ın partisinin adına yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:

15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümünde, Meclis Genel Kurulu’ndan Eş Genel Başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere tutsak durumda olan milletvekillerimizi, Belediye Eş Başkanlarımızı, parti yöneticilerimizi, tutuklu gazetecileri, açlık grevine devam eden Nuriye ve Semih’i, OHAL kapsamında mağdur edilen masum yurttaşlarımızı; HDP Grubu, Genel Merkezi ve tüm teşkilatları ile çalışanları adına selamlıyorum.

Aslında 4 Kasım öncesi ve sonrasında iktidar sahiplerinin demeçlerinde çok net ortaya çıktığı üzere siyasi operasyonlarla tutsak edilmemiş olsalardı, Eşbaşkanlarımız Sayın Yüksekdağ ve Sayın Demirtaş bu kürsüden selamlanacak değil, hitap edecek liderlerdir.

Yine konuşmamın başında, 1 yıl önce bu halkı ve demokratik siyaseti hedefleyen 15 Temmuz darbe girişimini kınıyor, darbeye karşı koyarken hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Darbecilerin ve katillerin en kısa zamanda adil bir yargılama ile hak ettikleri cezaya çarptırılmalarını tüm halkımız gibi beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

100 yılını tamamlamaya yaklaşmakta olan ülkemizin tarihi, bir yönüyle darbeler tarihidir. 100 yıllık tarihin ilk çeyrek bölümünü tek parti dönemi olarak demokrasiden uzak geçiren Türkiye, ondan sonraki 70 yıllık dönemine sayısız askeri, sivil, siyasi, yargısal, modern ve post-modern darbeler sığdırmıştır.

27 Mayıs 60, 22 Şubat 62, 12 Mart 71, 12 Eylül 80 askeri darbelerinin yanı sıra, 2 Mart 94, 28 Şubat 97, 27 Nisan 2007, 15 Temmuz 2016, 20 Temmuz 2016, 4 Kasım 2016 gibi tamamını burada sayamayacağım sivil ve demokratik siyaseti hedefleyen sayısız darbe veya girişim bu kısa tarihe sığdırılmıştır. Az biraz hukukun üstünlüğü ve demokratik standartlar iddiasına sahip hiçbir ülkede görülemeyecek kadar yaygın bu darbeler silsilesi; ülkenin kuruluş temelleri, yönetim anlayışı, sosyolojik katmanlarının devletle bağ kurma sıkıntılarından ayrı ele alınamaz.

Darbecilerin veya yeltenenlerin art niyetini, kirli ruhunu ve demokrasi düşmanlığını hiç tartışma konusu yapmadan, buna zemin sunan koşulları tartışmamanın ve üstünü örtmeye çalışmanın da yeni darbeleri besleyeceği unutulmamalıdır. 15 Temmuz darbe girişimi de darbecilere siyasi iktidar tarafından öncesinde sunulan olanaklarla, tanınan imtiyazlarla, getirilen dokunulmazlıklarla, verilen yargılanmazlık taahhütleri ile göstere göstere gelmiştir.

Sadece 15 Temmuz darbesinden bir önceki yasama yılının Meclis tutanaklarına bakıldığında partimiz hatiplerince, bu kürsüden sayısız kez bir darbe mekaniği, potansiyeli ve yakın ihtimaline dikkat çekilmiş, siyasi iktidar uyarılmıştır.

15 Temmuz darbe girişimi öncesinde, Çözüm Sürecinin bitirilmesi ile başlatılan çatışmaların ve siyasi iktidarın girdiği milliyetçi muhafazakâr ittifakların ülkeye hayır getirmeyeceğini defalarca söyledik. Böylesi bir atmosferin ülkeyi darbe mekaniğinin içerisinde tutacağını; ekonomik, sosyal, siyasi, diplomatik krizlerin içinde debeleyeceğini ısrarla belirttik.
Darbe girişiminden iki yıl önce, 2014 yılında, şu anda siyasi rehin durumda olan Eşbaşkanımız Sayın Selahattin Demirtaş ve Grup Başkanvekilimiz Sayın İdris Baluken, hükümeti defalarca darbe mekaniği konusunda uyarmıştı.

16 Temmuz’da tüm partiler tarafından imzalanan ortak deklarasyonda demokratik siyaset ve güçlendirilmiş parlamenter demokrasi vurgusu yapılmıştı. O gün Türkiye’de darbe karşıtlığına, siyasi partilerin farklı görüşlerine saygı gösterilmek kaydını düşen siyaset kurumu damgasını vurmuştu.

16 Temmuz 2016 tarihinde partimiz bu kürsüden darbenin sadece askeri yollarla olmayabileceğini ifade etmişti. Ancak hemen akabinde darbe lütuf olarak görülmüş ve OHAL ilan edilmiştir. Tekrar belirtmek gerekir ki; darbeler sadece askeri apoletler ile gerçekleştirilmez. Dünya tarihinde, Demokratik işleyişe yönelik kravatlı ve takım elbiseli darbelerin sayısız örneği vardır. Ne yazık ki, Türkiye’nin son bir yılı da buna örneklerden biridir. Ancak o günlerde bugün olduğu üzere, tekçiliği esas alan siyasi iktidar Kürt karşıtı politikası ile Kürt coğrafyasında darbecilerin bütün komuta kademesini suç makinesine dönüştüren sınırsız yetki tanımıştı.

20 Temmuz itibariyle bir darbe daha gerçekleştirildi bu ülkede. Bu darbeyi müteakip Eş Başkanlarımız ve Milletvekillerimiz tutuklandı. Belediyelerimize kayyım atandı. Gazeteciler tutuklandı. 15 Temmuz Darbe girişimine karşı duran çok sayıda kamu emekçisi işinden edildi. 15 Temmuz’da cesaretle darbe karşıtı yayın yapan birçok medya organı ve sivil toplum kuruluşu KHK ucubesiyle kapatıldı.

Tüm bu KHK zulmüne uğrayanların ortak iki yönü vardı; Birincisi bu kişiler ve kurumlar darbe karşıtı idi, ikincisi ise AKP’li değildiler. Bu durum bile yalnız başına darbe girişimi ile buna bağlı olarak OHAL ve KHK'ların nasıl da amacından koparılarak kullanıldığının göstergesidir.

Oysa 15 Temmuz darbe girişimine karşı TBMM’nin ve bütün halkımızın gösterdiği ortak duruş için önemli bir fırsat sunuyordu. Ancak, bu fırsat bu alçak tehditlerin ortadan kaldırılması ve ülkemizin demokratikleştirilmesi yerine bunları kişisel otorite tahkim etmek için kullanılmış ve sivil bir darbe ile parlamento ve yargıya el konulmuştur. İktidarın açık talimatları ile Eş Genel Başkanlarımız ve Milletvekillerimiz rehin alınarak cezaevlerine konulmuş, Hukuk ve etik dışı bir şekilde Eş Başkanımız Sayın Yüksekdağ’ın ve Milletvekilimiz Nursel Aydoğan’ın Milletvekillikleri düşürülmüştür.

Yine Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş tutukluluğunun 9. ayında olmasına, mahkeme karşısına çıkarılmamış ve ifadesi dahi alınmamış olmasına rağmen, hakkında iktidar Partisi Genel Başkanı tarafından asla kabul edilemeyecek ağır ifadelerle kesin hüküm verilmiştir. Yargıya açık müdahale ve talimat anlamına da gelen bu hakareti olduğu gibi iade ediyoruz. Eş Başkanlarımız hepimizin onuru ve halkın iradesi olan demokrasi mücadelesinin kahramanlarıdır. Ne FETÖ darbesini ne de sonraki darbeyi kabul etmeyeceğiz, asla boyun eğmeyeceğiz.

Ortak vatan paydasında demokrasi ve özgürlükler temelinde bütün farklılıklarımızla birlikte kardeşçe ve eşitçe yaşamanın mücadelesini vermeye devam edeceğiz.

Siyasi iktidar ve ortakları giriştiği bu yolda ülkenin geldiği durumu mağdur edilen masumlar haritasına çevirdiği ortadadır. Ama bilinmeli ki, Peygamber efendimiz “Küfür devam eder, zulüm devam etmez.” diye buyurmuştur. Bugünkü zulmünde devam etmeyeceği 16 Nisan referandumunda halkın duruşu ile ortaya çıkmıştır.

Üsküdar, Bahçeşehir, Kısıklı, Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Mersin, Adana gibi birçok yerin 16 Nisan referandum sonuçlarına bakıldığında bu durum çok net görülecektir. İktidar temsilcilerinin çokça referans gösterdiği İbn-i Haldun’un şu tespiti de göz ardı edilmemelidir; İktidarlar doğar, gelişir ve sonlanırlar. Mevcut Siyasi iktidar da uyguladığı zulüm politikaları ile böyle bir sürecin içerisine girmiştir. Çünkü adalet terazisi şaşmış, İslamcı idealler iktidar ve güç istencine kurban edilmiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Darbe girişimlerinin ve güvenlik açıklarının tek çözümü vardır. Demokratik siyaseti, eşitliği ve adaleti güçlendirmek. Dünyada güvenliğin baskıyla ve zulümle kalıcı sağlandığı, darbelerin önlendiği tek bir örnek ülke bile yoktur. Bu şekilde devam edilmesi halinde, 10 OHAL bile ilan edilse darbe mekaniği canlı kalmaya devam edecek, toplumsal kamplaşma ve yarılma derinleşecektir.

Türkiye’nin içeride yaşadığı toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunların çözümü demokrasidir, barıştır, eşitliktir, adalettir. Bunun dışında, bir çözüm, 80 milyon insanın bu ülkeye dair aidiyet ve sahiplenme duygusunu arttıracak hiçbir çözüm reçetesi yoktur. Ne dış politikadaki iflaslar, ne ekonomideki çöküş, ne de insan hakları ihlallerinin seyri daha fazla baskıyla engellenemez.

Sayın Başkan,

15 Temmuz’da darbe başarılı olsaydı yaşanacakları 80 darbesinden herkes biliyor. Darbe girişimi başarılı olmamasına rağmen bugün yaşanan zulümler ve hukuksuzluklar onlardan daha mı az, yoksa o gün olacakları katlayan bir gerçekliğe mi sahiptir?

Bugünlerde yargı adı altında yaşananlar, Hukuk tarihine düşen kara leke, ileride hukuk fakültesi derslerinde okutulacak kötü uygulamaların en veciz örnekleri olacaktır. Ülke Öyle baskıcı uygulamalara maruz kaldı ki, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubatçılara bu kadarı nasıl da aklımıza gelmemişti dedirtip, kıskandıracak uygulamalar ile karşı karşıyayız.

Darbe girişiminden hemen sonra, 9 Ağustos 2016 tarihinde, Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş tarafından kamuoyuna deklare edilen on iki maddelik reçete, bugün ülkemizi sivil veya askeri darbelerden koruyacak tek yol olarak haklılığını tekrar ortaya koymuştur. Bu deklarasyona göre;

Türkiye sorunlarını demokratik siyasetin diyalogla çözümüne devretmelidir.

Ülkemiz geçmişiyle yüzleşerek sivil, demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapım sürecine başlamalı ve devlet liyakate dayalı olarak yeniden organize edilmelidir.

Kadın özgürlüğü başta olmak üzere etnik, inançsal ve kimliğe dair tüm farklılıklar zenginlik olarak kabul edilip eşit yurttaşlık hâkim hale getirilmelidir.

İfade, gösteri ve düşünce özgürlüğü amasız, fakatsız bir şekilde evrensel hak ve hürriyetler seviyesine çıkarılmalıdır.

Doğa talanı başta olmak üzere tüm kamusal kaynaklar yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetten arındırılmalıdır.

Bizler, bu kapsamdaki demokratik, adil ve eşitlikçi çalışmalara katkı sunacağımızı buradan tüm siyasi muhataplara ve halklarımıza iletmek istiyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, HDP olarak bir kez daha 15 Temmuz alçak darbe girişiminde hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralanan yurttaşlarımıza şifa dileklerimi, sabır ve şükran duygularımı iletiyorum.