HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek gündemi değerlendirdi.

Sansür yasasını eleştiren Oluç, “HDP’lilere, Kürtlere ve muhaliflere yönelik düşman hukuku uygulamaları var bu ülkede dedik. Örnekleriyle de anlattık. Bizi duymadı toplumsal ve siyasal muhalefetin bir kesimi. Ya da bunu önemsemedi. Düşman hukuk uygulamalarını önemsemedi. Şimdi ne oldu? Bu yasayla birlikte düşman ceza hukuku sistemleşti ve ceza hukuku içine yerleştirildi. Bize yapılırken susanlar, şimdi bütün siyasal ve toplumsal muhalefetin başına geldiğinde vah vah diyorlar ama iş işten geçti. Bir kere düşman hukuku uygulamasına itiraz etmezsiniz uygulanmaya başladığında sanırsınız ki sadece HDP’lilere, kimi muhaliflere, Kürtlere uygulanır bu düşman hukuku ama herkese uygulanır hale gelir. Ve esas mesele budur. İnsan haklarını koruyan ceza hukuku terkedilmiştir” dedi.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç’un açıklamaları şu şekilde:

Maalesef ülke olarak yeni bir maden katliamıyla sarsıldık. Her şeyden önce öfkeliyiz, üzüntülüyüz. Bartın’da TTK’ya ait bir ocakta meydana gelen patlamada 41 işçi hayatını kaybetti. Bir kez daha hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Yaralılara acil şifalar diliyoruz. Büyük bir acı. Yine ateş düştüğü yeri yakıyor, madencilerin ocaklarına düşüyor. Eğer yasal denetimler yapılıp gerekli önlemler alınsaydı bu facia yaşanmayacaktı. Sendikaların, siyasi partilerin, sivil toplumun ve madencilerin açıklamaları da gösteriyor ki aslında ağır ve vahşi bir sömürü sistemi olduğu için böylesi katliamlar yaşanıyor.

Kader planıysa neyi soruşturuyorsunuz?

AKP Genel Başkanı Tayip Erdoğan gitti. "Kader planıdır bu. Şimdi soruşturma da yapıyoruz" dedi. Kader planıysa neyi soruşturuyorsunuz? Yok, ihmalleri soruşturuyorsanız neden kader planı diyorsunuz? Bu insanların inançlarını istismar etmeye, sömürmeye devam ediyorsunuz. Ortada bir kader planı yok. Bu açıkça iktidar planı. İktidarın denetimleri yeterince yapmaması nedeniyle ortaya çıkan bir  durum. 

“KADER PLANI DİYEREK, BU ÖLÜMLER BİZİM İKTİDARIMIZDA HER ZAMAN OLACAK DEMİŞ OLUYORSUNUZ”

Bakın Sayıştay 2019 ve sonrasında denetim yapmış ve rapor hazırlamış. Acil önlem alınması gerekiyor demiş. Bu raporlar ortada. Raporlar ortadayken, orada çalışanlar gerçekleri her gün bizzat yaşayıp görüyorken, buna kader planı denilmesi asla kabul edilemez. Soma’da "fıtrat" demiştiniz 301 madenci öldüğünde, bugün 41 madenci öldü "kader planı" diyorsunuz. Yani her zaman olacak bunlar diyorsunuz; iktidarımız süresince işçinin, emekçinin, çalışanın hayatını hiçe saymaya devam edeceğiz ve bu vahşi sömürü düzenini sürdüreceğiz diyorsunuz. Bunu söylemiş oluyorsunuz.

“TÜRKİYE EN FAZLA İŞÇİ ÖLÜMÜNÜN YAŞANDIĞI ÜLKE”

Şimdi bakın bu yılın ilk 9 ayındaki iş cinayetleri raporuna göre, 1359 işçi emekçi yaşamını kaybetmiş. Kader planı mı bu? AKP iktidara geldiğinden beri en az 1890 madenci hayatını kaybetmiş. Neden? Çünkü önlemler alınmıyor, çünkü denetim yapılmıyor. Bütün bu yaşanan felaketlere rağmen son 5 yılda binin üzerinde yeni maden ruhsatı verilmiş. Denetim yapılmıyor. Türkiye Avrupa’da en fazla işçi ölümlerinin yaşandığı ülke. Çünkü küçük ve orta ölçekli işletmeler doğru dürüst denetlenmiyor. Kanuna uygun adımlar atılmıyor. Kanundaki caydırıcı tedbirler artırılmıyor. Taşeronlaştırmanın yarattığı sorunlar var, yetersiz ekipmanlarla çalışılıyor. Yani insanca ve güvenli koşullarda çalışmıyor işçiler, emekçiler. Vahşi bir sömürü düzeniyle karşı karşıya kalınıyor. Bunun sonucunda ölümler yaşanıyor.

“SAYIŞTAY RAPORUNUN GEREKLERİ YERİNE GETİRİLSEYDİ BU KATLİAM YAŞANMAYACAKTI”

Sayıştay’ın 2020 yılında Amasra’daki taş kömürü ile ilgili raporuna baktığınız zaman -ki komisyonda da görüşüldü bu- "2019 Temmuz ayından itibaren orada iş kazalarında artış meydana geldi" diyor. "2020 yılında 157’si yer altında olmak üzere 169 iş kazası oldu" diyor. "2020 yılında dönem sonunda 110 milyon TL zarar oluştu" diyor Sayıştay. Bu zararın ortadan kaldırılması için kimi önlemler alınmasını ifade ediyor. Bu önlemlerin içinde eski ekipmanın yenilenmesi var, işgücü verimliliğinin artırılması var. Siz ne yapıyorsunuz? İşçi sayısını azaltıp daha fazla üretebilmek için ağır bir baskı yaratıyorsunuz madencilerin üzerinde. Bunun sonucunda insanlar yaşamını yitiriyor. Vahşi sömürü dediğimiz budur. Yani verimsizlik var, ekonomik zararlar var, alınmayan önlemler var, ömrünü tüketmiş ekipmanlar var, kaybedilmiş hayatlar var. Bütün bunlar ortadayken siz çıkmış "kader planı" diyorsunuz. Geçin bunları. İnsanların inançlarını sömürmeye devam etmeyin. 

MADENCİLER SENDİKASIZ, KURALSIZ ÇALIŞMAYA VE ÖLÜME MAHKUM EDİLİYOR: BU İKTİDAR PLANI

Maden işçilerinin Türkiye’de çok ciddi sorunları var. Biz bunu hep söylüyoruz, söylemeye devam ediyoruz. Bu sorunların çözülmesi, adım atılması gerekiyor. Öncelikle iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin tam olarak uygulanması gerekiyor, bu uygulanmıyor. Bu açık ortada. Hem meslek hastalıklarına yakalanıyor işçiler hem de bu tür felaketler sonucu hayatlarını kaybediyorlar. Durum bu. Kanuna aykırı uygulamalar sürüyor, özellikle de özel işletmelerde. Hiçbir cezai ve hukuki denetime tabi olmadan üretim yapılıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri prosedürel olarak yapılmış gibi gösteriliyor. Aslında ciddi bir eğitim yapılmıyor. Madencilerin bedeninde çalışırken oluşan hasarlar ancak madenciler hastalıktan çalışamaz hale gelince tespit edilebiliyor. Bunlar çok ciddi sorunlar. Bu sorunlar karşısında iktidar cevap olarak "kader planı" diyor. Öyle mi? Özel maden işletmelerinde sendikalı çalışma olmasının, sendikal örgütlenmenin önüne geçmek için her türlü adım atılıyor. İktidar politikası bu. Yani maden işçileri sendikasız, kuralsız çalışmaya mahkum ediliyor. İktidar politikası bu, kader filan değil. İktidar planı bu. Bir heyetimiz Amasra’ya gitti, orada hem sendikalarla hem madenciler ve aileleriyle görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler sonucunda bir rapor hazırladı, bu raporu da açıklayacağız. Ama tespit edilen eksikler, yapılan yanlışlar ve iktidarın ağır ihmali sonucunda 41 madenci hayatını kaybetti. Bir kez daha başsağlığı diliyoruz ailelerine.

2023 BÜTÇE VERİLERİNE GÖRE DEVLET ENFLASYONU YÜZDE 115

İkinci gündemimiz ekonomi. 2023 Merkezi Bütçe Kanun Teklifi Meclis'e sanırım bu öğleden sonra sunulacak. Ama öncesinde açıklama yapıldı kamuoyuna. Açıklamadaki 3 veriye değinmek istiyorum. Tabloyu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. 2023 bütçe teklifinde bütçe geliri 3 trilyon 810 milyar olarak öngörülmüş. Gideri ne? 4 trilyon 470 milyar. Bütçe gelirinin 3 trilyon 810 milyar olması demek, 2022 bütçesinin gelirinden yüzde 115 artış olması demektir. Devlet enflasyonu budur. Yüzde 115 artış yapıyorlarsa bütçede, devlet kendi enflasyonunu ortaya koymuş demektir. TÜİK’in yalandan ortaya koyduğu yüzde 80’ler filan halkı aldatmak için açıklanmış hormonlu bilgilerdir. Bütçe verileri ortaya konuldu ve mesele anlaşılmış oldu. Peki, nereden sağlanacak bu gelir? Vergiler artırılacak. 2023 yılında büyük vergi artışları gündeme gelecek. Bu vergiler nereden artacak? Dolaylı vergiler artacak. Türkiye zaten OECD ülkeleri arasında dolaylı vergileri en yüksek olan ülkelerin başında gelmektedir. Bir kez daha dolaylı vergilerde artış olacaktır. Bu her türlü ürünün pahalanması, KDV ve ÖTV artışları anlamına gelecektir.

“HER 7 TL’DEN 1 TL FAİZ GİDERİNE GİDECEK: FAİZ LOBİSİ İKTİDARDA”

Öngörülen bütçe açığı ne? 2023 yılı için 660 milyar TL bütçe açığı öngörülüyor. Bu ne demek? AKP iktidarının 2023 yılında seçim ekonomisi uygulayacağının açık ilanıdır. Seçim ekonomisidir. Peki, 2023 bütçesinde faiz giderleri için ne öngörülmüş? Faiz gideri 565 milyar TL. Yani bütçe gelirinin 7’de biri. Yani her 7 TL’den 1 TL faize gidecek. Faiz lobisi iktidarda diye boşuna demiyoruz. 565 TL faiz gideri olacakmış.

“2022 YILI BÜTÇESİ ÇÖKÜŞ BÜTÇESİYDİ, 2023 BÜTÇESİ İKTİDARIN VEDA BÜTÇESİDİR”

Başka ne var bu bütçede? Güvenlik harcamaları, silahlanma, savaş hepsi bu bütçede. 468 milyar 700 milyon TL olacakmış. 2022’de bu 230 milyar TL idi. Yani yüzde 100 artmış savaş giderleri. Yine neredeyse 7’de bir oranına denk geliyor. Dolayısıyla yine güvenlik bütçesini bu şekilde artıran bir iktidar var. Halbuki ihtiyaç işçiye, emekçiye, dar gelirliye, orta sınıflıya kaynak aktarılmasıdır. Bütçe kaynaklarının insanların yaşamlarının düzeltilmesi için harcanması gerekiyor. Oysa iktidar ne yapıyor, güvenliğe para harcıyor, faize para ayırıyor. Biz 2022 bütçesine çöküş bütçesi demiştik, 2023 bütçesine bu iktidarın veda bütçesidir diyoruz. İktidar bu bütçeyle Türkiye ekonomisini felakete sürükleyerek veda etmeye hazırlanıyor.

“İKTİDAR TÜRKİYE EKONOMİSİNİ BATIRMAYA ANT İÇMİŞ”

Bütçe açığı rekor kırmış vaziyette. Bugünkü açıklanan veri. Üstelik 2022 bütçesi hatırlarsanız ek bütçeye rağmen bu açığı veriyor. 2022 Merkezi Yönetim Bütçesi Eylül ayında 78.6 Milyar TL açık vermiş. Bu rakam 2022 yılının en yüksek aylık bütçe açığı olmuş. Kur Korumalı Mevduata Eylül ayında aktarılan miktar 9 Milyar TL olmuş, dokuz aylık miktar 85 Milyar TL. Göz göre göre Hazine ve bütçeyi batıran bir iktidarla karşı karşıyayız. Meclis’te bugün Plan ve Bütçe Komisyonunda torba yasa görüşülüyor. Orada istenen önemli bir konu var. Kur Korumalı Mevduat için süre uzatılması isteniyor. İktidar Türkiye ekonomisini batırmaya ant içmiş. Çok açık. Bütçe Açığı 2021 Eylül ayına göre de yüzde 233 artmış. Bunlar vahim rakamlar. Şimdi biraz evvel söyledim, bu iktidar seçim ekonomisi uygulamaya hazırlanıyor. Plan Bütçede tartışılmakta olan torba yasada da bunun izlerini görüyoruz. 2023 bütçesinde de bunun izlerini çok açık bir şekilde görüyoruz. Buna karşı elbette mücadele edeceğiz. Hazineyi ve bütçeyi iktidarın delik deşik etmesine, Merkez Bankası’nı işlemez hale getirmesine tabii ki itiraz edeceğiz, mücadelemizi sürdüreceğiz. Plan Bütçedeki arkadaşlarımız konuşacaklar, önergeler verecekler. Tayyip Erdoğan faiz yok diyordu. Şimdi faizlerin silinmesini getirdiler Plan ve Bütçe Komisyonuna. Faizlerin silinmesi değil ücretsiz, eşit, adil bir eğitim hakkının olması gerekiyor. Ayrıca tüm borçlar silinmelidir. KYK borçlarının silinmesi gerekiyor. Sadece 2 bin TL’ye kadar olan icra borçlarının silinmesi değildir mesele. 2 bin TL’nin üzerinde olan borçların faizlerinin silinmesi ve anaparanın yeniden yapılandırılması gerekiyor. 

“KUR KORUMALI MEVDUAT FAKİRDEN ALIP ZENGİNE VEREN BİR SİSTEMDİR”

Kur Korumalı Mevduat bu ülkenin ekonomisini çökerten, fakirden alıp zengine veren bir sistemdir. Buna son verilmesi gerekiyor. Bu seçim ekonomisi torba yasaları tartışılıyor ve tartışılmaya devam ediliyor. Önümüzdeki günlerde de yeni torbalarla gelebilirler ve bunların tamamı geçici makyajlardır. Yani batırmış oldukları ekonomiyi seçime giderken nasıl olur da biraz makyaj yaparak toparlayabiliriz arayışlarıdır. Yani kendi çarklarını çevirme arayışıdır esas itibariyle. Yoksa emekçi halkın, işçinin, esnafın, dar gelirlinin köylünün, çiftçinin ihtiyaçlarına cevap verme arayışı değildir.

“AÇLIK SINIRI 7 BİN 300 TL, YOKSULLUK SINIRI 25 BİN 252 TL “

Daha bugün açıklandı. DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikasına göre dört kişilik bir aile için açlık sınırı 7 bin 300 TL, yoksulluk sınırı 25 bin 252 TL olmuş. İşte durum bu. Yani elektrik ve doğalgaza bir yıl içinde yüzde 200’ün üzerinde zam yapmış bu iktidar. Mazot, LPG ve benzine yüzde 300’ün üzerinde zam yapmış. Ekmek başta olmak üzere yağ, süt, şeker, peynir gibi gıda ürünlerine yüzde 300’ün üzerinde zamlar yapılmış. Otobüs, uçak, tren bilet fiyatlarına yüzde 250’nin üzerinde zam yapılmış. İşte durum bu. 

“SANSÜR YASASI ANAYASA'YA, AİHS’E VE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERE AYKIRIDIR”

Geçtiğimiz hafta Meclis’te Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP oylarıyla kabul edilen sansür yasasıyla ilgili çok konuştuk ve konuşmaya devam edeceğiz. Bir iki noktayı bir kez daha belirtmiş olayım. Bu sansür yasası Anayasa’nın en az bir maddesine yani 26’ıncı maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin en az bir maddesine yani 10’uncu maddesine ve Türkiye’nin taraf olduğu, imzaladığı temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Bunu açıkça söyleyelim.

“SEÇİMDEN ÖNCE SANSÜR YASASIYLA SUÇLARINI ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞIYORLAR”

İktidarın bu sansür yasasını getirmesinin iki nedeni vardır. Bir tanesi seçimlerdir. Seçimlere giderken toplumsal ve siyasal muhalefetin sesini kesmek; yolsuzlukları, hırsızlıkları, usulsüz harcamaları, kara para ticaretini, uyuşturucu ticaretini ve bütün bunların iktidar mensuplarıyla ilişkilerini örtebilmek için seçimlerden önce bu yasayı getirdiler. İkinci neden bu iktidarın düşünce ve ifade özgürlüğüne bakışına göstermektedir.

“İKTİDAR MENSUPLARI ARASINDAKİ KORKU VE ENDİŞEYİ DURDURMAK İÇİN SANSÜR YASASINI HAZIRLADILAR”

Diyorlar ya "halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak", esasen amaç halk arasında değil iktidar mensupları arasında endişe, korku ve panik yaratan haberlerin çıkmasını önlemektir. Bu yasaya göre savcılar iddianameler hazırlayacak, gerçek bilginin gerçeğe aykırılığını iddia edecekler. O iddianamelerde ne diyecekler? İddiaların temeli ne olacak? Mahkemeler hangi tespitle veya hangi araştırmayla önce gerçeği sonra da gerçeğe aykırılığı delillendirerek karar verecekler? Nasıl karar verecek bu hakimler? Hukuki normlara göre değil iktidarın talebine göre karar verecekler. İktidarı eleştiren varsa, muhalefet varsa, bir haberin arkasında muhalif görüş varsa, eleştiri varsa, özgür basın anlayışı varsa işte hakimler ona göre karar verecekler. Yoksa gerçeği tespit edecek böyle bir mahkeme var mı dünyada? İktidarın bu yasayı çıkartmasının esas ve çok daha vahim nedeni ne?

“SANSÜR YASASI İLE KÜRTLERE UYGULANMAKTA OLAN DÜŞMAN HUKUKU CEZA HUKUKUNA YERLEŞTİRİLDİ”

HDP’lilere, Kürtlere ve muhaliflere yönelik düşman hukuku uygulamaları var bu ülkede dedik. Örnekleriyle de anlattık. Bizi duymadı toplumsal ve siyasal muhalefetin bir kesimi. Ya da bunu önemsemedi. Düşman hukuk uygulamalarını önemsemedi. Şimdi ne oldu? Bu yasayla birlikte düşman ceza hukuku sistemleşti ve ceza hukuku içine yerleştirildi. Bize yapılırken susanlar, şimdi bütün siyasal ve toplumsal muhalefetin başına geldiğinde vah vah diyorlar ama iş işten geçti. Bir kere düşman hukuku uygulamasına itiraz etmezsiniz uygulanmaya başladığında sanırsınız ki sadece HDP’lilere, kimi muhaliflere, Kürtlere uygulanır bu düşman hukuku ama herkese uygulanır hale gelir. Ve esas mesele budur. İnsan haklarını koruyan ceza hukuku terkedilmiştir. Bununla birlikte artık iktidarı korumaya dönük bir ceza hukuku anlayışı yerleştirilmiştir. Bununla adalet sağlanamaz, adil yargılama asla yapılamaz.

“CEZA HUKUKU İKTİDARIN MUTLAK ARACI HALİNE GETİRİLDİ”

Ceza hukuku artık iktidarın tam ve mutlak aracı haline gelmiştir. Dolayısıyla son derece vahim bir durumla karşı karşıya kaldık. Dezenformasyon yasası çıkartan bu iktidarın mensuplarının, milletvekillerinin ve  AKP Grubunun dezenformasyon yapması da ibretliktir. Yalan üzerine inşa edilen bir anlayış. Gerçekten ibretlik. "ABD ile görüştük bu 29’ucu maddeyi" dedi bir milletvekili. ABD’den, “Biz de böyle bir yasa yok” diye açıklama geldi. Hani ABD uygun görüyordu ya 29’uncu maddeyi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği açıklama yaptı. “Ülkede ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı düzenlemeler yapılıyor. Keyfi subjektif yorumlama ve suistmial için ciddi boyutta imkanlar yaratıyor bu yasa" dedi. Yani BM de bu konuda söz söylemiş oldu.

“MECLİS’TE DEZENFORMASYON YAPIYORLAR”

Uzun uzun anlatmayayım. Venedik Komisyonu rapor hazırladı ve o raporda düşünce ve ifade özgürlüğü ihlalinden söz etti. Aynı zamanda hukukun, evrensel hukuk ilkelerine göre işletilmeyeceğinden bahsetti. Kanunun aslında evrensel hukuka aykırı olduğunu söyledi. Adalet ve Kalkınma Partisinden bir milletvekili dedi ki “Ben biraz evvel telefonda konuştum Venedik Komisyonuyla, sizin bahsettiğiniz gibi anlamamıştık yasayı dediler". Resmen dezenformasyon. Meclis'te yapıyor üstelik. Utanç verici. Venedik Komisyonu hazırladığı raporun arkasında duruyor. Bir de geçtiğimiz gün Avrupa Birliği İlerleme Raporu yayınlandı. Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü ve hukuk açısından ilerleme değil büyük bir gerileme yaşandığında işaret etti rapor. İşte bu koşullarda bu sansür yasası geçti. Umarım Anayasa Mahkemesi başvuruları değerlendirir. Bu sansür yasasıyla ilgili Anayasa’ya ve uluslararası hukuka aykırılığı tespit eder.

Soru: Dezenformasyon daha yürürlüğe girmeden mesela bazı kurumlar kullanmaya başladı. TTK’nın açıklamasında 2019 Sayıştay raporlarındaki tespitlere dezenformasyon dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu çok açık, iktidar bunu dediğim gibi kendisine yönelik eleştirileri engellemek için çıkarttı. İktidara uygun olmayan her eleştiri, iktidarın işine gelmeyen her eleştiri, haber dezenformasyon çerçevesinde değerlendirilecek. Dolayısıyla hem siyasal muhalefetin hem toplumsal muhalefetin sesi kesilmeye çalışılacak. İlk örneklerdir, devamı gelecektir. Hiç şüphemiz yok. O kadar muğlak ve kullanılabilir bir şey sundu ki yandaşlarına hem hukuk alanında hem de diğer alanlarda. Bunu sık sık kullanacaklardır. Gerçeklerin üzerini örtmeye ve hakikatleri karartmaya çalışacaklardır. Bunun bir adımı olarak değerlendirilebilir. Yani artık ceza kanuna göre suçun faili olarak görülen, hukuksal değerleri ihlal ettiği için değil iktidara muhalif olduğu için cezalandırılacak. Kriter, iktidara muhalif olma kriteridir. Bunu işletmeye başlayacaklar. Gerçekleri karartabiliriz diye düşünüyorlar ama karartamazlar. Toplumsal ve siyasal muhalefeti konuşmaktan uzaklaştırabiliriz, tedirgin edebiliriz diye düşünüyorlar ki bu da olmayacak.