Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te basın toplantısı düzenledi.

Beştaş’ın gündeminde 28 Şubat 2015 tarihinde imzalanan Dolmabahçe Mutabakatı vardı.

Beştaş, “Bugün 28 Şubat, iki yıldönümünü belirterek geçmek isterim. Birisi 28 Şubat 1997’de yapılan post modern darbenin yıldönümü. Aradan 25 yıl geçti. Siyasete ilişkin ciddi bir darbeydi, o dönemi iyi hatırlıyoruz. Siyasetin vesayet altında yürütülmesine Türkiye’nin temel sorunlarının çözümsüzlüğü noktasında ciddi etkisi olduğunu bugün de söyleyebiliriz. Veraseti ve statükoyu esas alan bir darbe Türkiye yurttaşlarının toplumsal ve siyasal sorunlarının ertelenmesine neden olan bir darbe olarak önümüzde duruyor” dedi.

DOLMABAHÇE MUTABAKATI

İkinci yıldönümün ise Dolmabahçe Mutabakatı olduğunu hatırlatan Beştaş, “Kamuoyuna 28 Şubat 2015’de açıklanırken, Türkiye toplumunda büyük bir umut, hoşgörü ve konuşabilme hali vardı. Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm içeren Dolmabahçe Mutabakatı cumhuriyetin demokratikleşmesinin yollarını da siyaset kurumuna ve bütün topluma sunan bir mutabakat olarak önümüzde duruyor. 28 Şubat Post-modern Darbesi demokrasinin tümden ortadan kalkması, darbe mekaniğinin süreklileşmesini öngörürken, 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı ise toplumsal barışın tesis edilmesi ve cumhuriyetin demokratikleşmesini tüm Türkiye ve dünyaya ilan ediyordu. O dönem AKP iktidarı Dolmabahçe Mutabakatı için ‘hasretle beklediğimiz bir çağrı’ dediği mutabakatı, sonrasında kendi iktidar sevdası uğruna yok saydı ve 28 Şubat bin yıl sürecek diyenlerin iddiasını bugüne kadar sürdürdü” diye konuştu. 

AKP’NİN UYGULAMALARI

Post-modern darbenin AKP eliyle sürdürüldüğünü ifade eden Beştaş, “Kayyım rejimi AKP ile birlikte Türkiye siyaset tarihine girdi. Grev yasağı var, hukuksuzluk diz boyu, hak gaspları cezaevlerindeki sistematik işkence devam ediyor, siyaset kurumu ve parlamento üzerinde ağır bir vesayet var, medya sansürü tarihin zirvelerinden birini yaşıyor. İşkence gözaltı ve tutuklamalar rekor kırıyor. Kendisi dışında siyaset yapan muhalif güçleri düşman gören bir anlayış hüküm sürüyor. Aslında 28 Şubat 1997 bugün daha ağır bir şekilde yürürlükte. Bu nedenle 28 Şubat 1997 darbesini AKP’liler kınayınca bana garip geliyor. Çünkü 28 Şubat 97’nin daha ağır koşullarını bugün Türkiye’de yaşama geçiriyorlar” şeklinde konuştu. 

‘MUTABAKATA GERİ DÖNÜLEMLİ’

Dolmabahçe Mutabakatının inkarı üzerinden geçen 7 yılda iktidarın, Türkiye halklarını hem ekonomik hem siyasi hem de toplumsal olarak büyük bir kriz içine sürüklediğini söyleyen Beştaş, şöyle devam etti:

“Barış umutları ciddi yara aldı ve halk artık toplumsal barış taleplerini yükseltirken bile ciddi bir şiddetle karşı karşıya. Çoklu krizler küresel gerilimler ve had safhaya çıkan jeopolitik risklere karşı Türkiye halklarının birlikteliklerini güçlendirmek ve bu ateş hattından çıkmak için Dolmabahçe Mutabakatı’na geri dönülmelidir. Dolmabahçe Mutabakatına dönmek hepimiz açısından tarihsel bir sorumluluktur. Dolmabahçe Mutabakatından bahsederken İmralı tecridini görmemek mümkün değildir. Dolmabahçe Mutabakatının temel fikriyatını oluşturan olan, mimarı olan Sayın Öcalan üzerinde bugün mutlak bir tecrit vardır. Sayın Öcalan bu mutabakatını kurgularken, çok ciddi bir yol haritası da sunuyordu. Bu yönüyle biz Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmesini, İmralı rejiminin lağvedilmesini, Öcalan’ın ve orada tutulan mahkumlarının aileleriyle ve avukatlarıyla ve tabi ki siyaset kurumuyla görüşmesinin tarihsel görev olduğunu hatırlatmak istiyorum.

‘8 MART’TA HAYKIRACAĞIZ’

8 Mart haftasına da girdik. Kadın Meclisimiz ile birlikte temel bir şiar olarak ‘Birlikte değiştireceğiz ve şimdi kadın zamanı’ sloganlarıyla Türkiye’nin dört bir yanında 8 Mart’ı karşılaşacağız. Büyük bir kadın ittifakı, dayanışması ve direnişiyle alanlarda kutlayacağız ve kadına yönelik şiddeti ayrımcılığı sistematik taciz ve tecavüzü cezasızlık politikasını tekrar haykıracağız. Kadın özgürlüğe giden yola ciddi bir hazırlığı ve mücadele ortaklığını hayata geçireceğiz. TBMM’deki tek Kadın Grubu HDP grubudur. Yarın Kadın Grubumuzla 8 Mart kadın gündemli Kadın Grup toplantımızı da yapıyor olacağız, orada ayrıntılarıyla Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan partimizin görüşlerini kamuoyuyla paylaşacak. Ben şimdiden 8 Mart’ı kutluyorum. Tüm ezilen ötekileştirilen, ayrımcılığa uğrayan kadınlara kutlu olsun. 8 Mart’ta alanlarda olacağız şimdi kadın zamanı diye hep birlikte haykıracağız.

HEGEMONYA SAVAŞI

Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da temel gündemi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal operasyonu ve savaş. Bir dünya savaşı yürüyor. 28 Şubat bugün itibariyle 5’inci gününde bu işgal operasyonu. Biz HDP olarak tutumumuzu ilk günden açıkladık. Bu işgal operasyonunun son bulması ve siyasal çözüm için müzakerelere başlanması görüşümüzü tekrarlıyorum. Ukrayna iki blok arasında rekabet ve hegemonya savaşına meydan olmuş, insani ve siyasi krizi derinleştiren bir tablonun ameliyat masası haline gelmiştir. Ukrayna halkları tüm savaşlarda olduğu gibi en büyük zararı çeken halk konumunda. Maalesef askeri gerilimde kaybedecek en büyük güç tabii ki halklar olacak. Büyük silahlanma bütçeleri nedeniyle daha fazla sömürülecek ve silah lobileri ise zenginleşecek. Buradan Ukrayna halklarına da dünyaya da olumlu bir yansıması olmayacak. Silah sanayisi kazanacak. Biz HDP olarak bu krizi ve savaşı yakından takip ediyoruz. Şehirlerde çatışmalar yoğunlaşmış durumda. Maalesef insani kriz de derinleşiyor. Şu aşamada Ukrayna ve Rusya hükümetlerini insani yardım ve tahliye koridorları konusunda hassasiyete ve sorumluluklarını yerine getirmeye davet etmeyi görev biliyoruz.

OTORİTER REJİMLER

Silah sanayisinin kazanacağını söylemiştik. Türkiye’de de farklı bir durum yok. Şu anda Türkiye’de S-400 stoku var bildiğiniz gibi ama TMO’da depolarda buğday ve temel gıda stoku var mı sormak istiyorum. Dünya öyle bir aşamaya geldi ki silah sanayi büyüyor stoklar silahta yoğunlaşıyor ama insani krizi çözecek bir adım ürkek bir şekilde atılıyor ya da bekleniyor. Biz ne yaptık Türkiye’de ne yaptık. Türkiye’nin bu savaşın geldiğini bilmemesi akla ziyan bir durum. Öngörmemesi ayrıca pragmatist ve ucuz yaklaşımın sonucu. İflasın eşiğine getirdi Türkiye’yi bu tutum. Türkiye’yi Rusya'ya bağımlı hale getiren tavizlerin ve anlaşmaların sonucu olarak Türkiye’nin dış politikada hareket kabiliyetinin ne kadar sınırlandığını görüyoruz. Erdoğan NATO’yu eleştiriyor ama Rusya’nın AK üyeliğinin askıya alınması konusunda garip bir şekilde çekimser bir oy kullandı. Bunu nasıl izah edecekler bunu bilmiyorum ama izah etme gibi bir durumları söz konusu değil. İnandırıcı değildir. Otoriter rejimler halkların başına bela olmuş durumda

'İKTİDARIN İSTİFA ETMESİ GEREKİRDİ'

Bu savaş da bize gösterdi tekçi otoriter rejimler halkların başına bela olmuş durumda. Putin örneğinde bunu çok iyi görüyoruz. Nükleer enerji konusunda Putin'in dünkü çağrısı ne kadar büyük bir tehdit ve tehlike olduğunu da aslında ortaya koymuştur. Türkiye ekonomik olarak ithalat ve ihracatta yüzde 50 kendisini başka bir ülkenin insafına bırakmıştır. Turizm tarım ve enerjide yüzde 50 oranında Rusya’ya göbekten bağlı konumdadır Türkiye. Bu tabloyu yaratan iktidarın çoktan istifa etmesi gerekirdi ama kendisini istifa etmeye getiren o kadar gelişme var ki hiçbirinden ders almadılar. Bizim görüşümüze göre Türkiye’nin dışa bağımlılığı en fazla yüzde 15 olacak bir dış ticaret anlayışına ihtiyaç vardır.

'TAHLİYELERE VIP UYGULAMASI'

Bugün bunu çok yakından hissediyoruz tüm ihtiyacın iç pazardan karşılanması gerekiyor üretim odaklı bir ekonomi esas alınmalı. Bugün olduğu gibi ne üretimde ne ekonomide ne öngörü ne tedbir ne de maharet var. Trajikomik bir durum ama savaşı Türkiye nasıl karşıladı? Erdoğan Afrika’da savaşı karşıladı, Dışişleri Bakanı Kazakistan’da karşıladı. Dünya alem savaşı konuşurken, ülkede bile değillerdi, bu konuda bilmiyoruz demeleri mümkün değil bu büyük bir basiretsiz örneğidir. Yine Türkiyeli öğrencileri zamanında tahliye etmek konusunda hiçbir şey yapmadılar. Ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Bizi de diğer bütün parti gruplarını her gün onlarca öğrenci arayıp yaşam haklarının tehdit altında olduğunu açlıkla baş başa olduklarını söylüyorlar. Tahliye edilenlerin de hangi kategoriye göre tahliye edildiğini merak ediyoruz. Acaba orada da bir VIP usulü mü uygulandı? AKP ve MHP’ye yakın olanlara öncelik mi veriliyor. Bu konuda kamuoyunda çok ciddi bir iddia var. Biz bunu meclisten soruyoruz; bir yerlerden VIP listesi gönderilmedi mi? Ne kadar kişi tahliye edildi? Bunun yanıtını bir an önce istiyoruz. Kamuoyuna açıklamak gibi bir sorumlulukları var.

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

Diğeri Montrö Boğazlar Sözleşmesi. Karadeniz’i askeri bir mücadele alanı olmaktan çıkaran tek sözleşme Montrö Boğazlar sözleşmesidir. Bunun artık tartışılmaması gerekiyor. Kanal İstanbul meselesinde de Montrö’nün bypass edileceğine dair tartışmanın Ukrayna işgali ile ortaya çıkan gerçekler ve olası tehditler ile ne kadar tehlikeli olduğunu öğrendik. Kanal İstanbul artık bitmiştir. Bu iddianın hiçbir dayanağı kalmamıştır. Nasıl yorumlanabilir diye Montrö Boğazlar Sözleşmesinin diye Dışişleri Bakanlığı ve Saray rejiminin tek kelime ile acınasıdır. Neden Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı var, Rusya ve Ukrayna arasında savaş var, bunu tespit etmek için 4 gün beklediler. Şaka gibi resmen. Dün açıkladılar Montrö Boğazlar Sözleşmesi uygulanacak diye. Biz de saray rejimini Montrö hükümlerine uymaya ve Karadeniz'in bir savaş sahası olmasını önlemek üzere kesinlikle gerekli sorumlulukları ve görevlerini yerine getirmeye bir kez daha davet ediyoruz. AKP bekle gör politikasından vazgeçmelidir.

'AB’NİN İKİ YÜZLÜ MÜLTECİ YAKLAŞIMI'

Diğer bir mesele Ukrayna işgali karşısında AB’nin mültecilere yaklaşımıdır. Hakikaten göz yaşartıcı, kucak açıyorlar davet ediyorlar mültecileri. Vicdani ve olumlu bir tutum gösteriyorlar ancak Suriyeli sığınmacılar için bunun gösterilmediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Renk, dil, din, ırka göre mültecilere yaklaşım gösterilmesini kesinlikle iki yüzlü samimiyetsiz ve kabul edilemez buluyoruz. Aylan bebekten bugüne kadar kaç mültecinin öldüğünü AB ülkelerine hatırlatmak istiyoruz. AB’nin bu iki yüzlü politikası insanlık tarihi unutmayacak saray rejimi ile mülteci pazarlığı yaptığını gayet iyi biliyoruz. Buna da artık son verilmesinin zamanı geldi.

'SAVAŞ KARŞITLIĞINDA İKİ YÜZLÜLÜK'

Çok önemli bir konu var. Savaş karşıtlığı. Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve savaş açması karşısında bütün dünyada bir savaş karşıtlığı var. Türkiye’de de alanlara çıkan 10 binlerce insan var. Burada savaş karşıtlığının coğrafyaya ülkeye ve kimliğe göre yapıldığını dikkatine sunmak isterim. Afrin’e Türkiye girdiğinde, işgal ettiğinde ne oldu? Militarizmi övenler, savaşı kutsayanlar bugün savaş karşıtıyız diye ortalıkta cirit atıyorlar bu da garip bir şekil ilkesel olmadığını ülkeye göre, kimliklere göre olduğunu görüyoruz. DTK Eş Başkanı Leyla Güven Afrin işgaline ilişkin açıklama yaptığı için vekilliği düşürüldü ve halen cezaevinde tutuluyor. Ukrayna işgali karşısında Moskova’daki savaş karşıtlarını Türkiye övüyor ama Türkiye’de savaş karşıtlarına vatan haini ve terörist diyor. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür, bunu tarif etmek mümkün değil. Bu nedenle savaş karşıtlığı konforlu bir alan değildir. Önemli olan herkesin kendi hükümetine karşı da savaş karşıtlığını yükseltmesidir. Bununla ilgili ağır bedeller ödeyen Barış akademisyenlerini seçilmişleri gazetecileri STK’ların tutumlarını destekliyoruz ve selamlıyoruz.

'AFRİN İŞGALİ HUKUKA UYGUN MU?'

Sahi bu soruyu soranlarda varmış, bu kadar savaş karşıtlığı övülürken yandaş medyada Barış Akademisyenleri başka bir ülkede miydi, onları terörist ilan eden, vatan haini ilan edenler aynı gazeteler değil miydi? Yandaş medyaya bakıyoruz, müdahaleyi kınıyorlar. Savaş karşıtı hale gelmişler. Aynı şey yurttaşları olduğunda, Türkiye’de savaş karşıtı bir söylem olduğunda kendi vatandaşlarına karşı Putin olmaktan geri durmuyorlar. Fuat Oktay, ‘Rusya işgali uluslararası hukuka aykırıdır’ dedi. 2018 yılında Afrin işgali uygun mu? Neye dayandırıyorsunuz bunu. Ukrayna olunca uluslararası hukuka aykırı ama Türkiye olunca uygun mu oluyor.

Afrin’de zorla yerinden edilmeden tutalım, insanlığa karşı suçlar karşısında dünyanın ve Türkiye’deki sessizliğe de dikkatinizi çekmek istiyoruz. Barış konusundaki savunuculuğumuz ülke farkı kimlik ve coğrafya farkı gözetmeksizin devam edecektir. Barış talebimiz Karadeniz’de de Akdeniz’de de Ortadoğu’da da Türkiye içinde de sığınacağımız tek limandır ekmek ve su kadar temel bir ihtiyaçtır aldığımız hava kadar hayatidir…

TÜİK VERİLERİ

Ekonomi gündemiyle devam edeceğim. TÜİK bugün verileri açıkladı 2021’in 4’üncü çeyreğinde yüzde 9,1 büyümüşüz. 2021 yılında toplam büyüme yüzde 11, toplam Yurtiçi Gayri Safi Milli Hasıla 802 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir 9,539 dolar olarak hesaplanmış. Bu rakamlarda oynama işini artık basit bir şekilde nitelemek mümkün değil.

Küçüğe büyük büyüğe küçük diyor. Yaşadıklarımızı başka türlü anlatıyor bize TÜİK. Artık bu sahtekarlığa girmiş. Rakamlarla oynayarak gerçek dışı rakamlar açıklamalar yaparak TÜİK sahtecilik yapıyor. Lütfen gerçek rakamları açıklayın. Kişi başına düşen milli gelir TL cinsinden 85 bin 672 TL. Şimdi Türkiye halklarının açlık ve yoksulluk sınırı altında ezildiğini hepimiz biliyoruz. Zenginlik ve büyüme palavraları atıyorlar.

Artık palavra da değil bu sahtekarlık ve sahtecilik TCK’da da ağır bir suçtur. 85 milyona karşı işlenmiş bir suçtur. Büyüme var gerçekten nerede? 22 milyonu aşmış icra dosyalarında büyüme var, ödenmeyen doğalgaz ve elektrik faturalarında büyüme var. Şirketler büyüyor, yani elektriği peşkeş çektikleri şirketler büyüyor.

Halk yoksullaşıyor, esnaf kepenk kapatıyor, işçiler grevde direniyor. Bir büyüme yok. Asıl büyüyen Türkiye fotoğrafı budur. Müteahhit ekonomisi, sarayın örtülü ödeneğinde ciddi bir büyüme var.

'TEK ADAM YÖNETİMİ EN MASRAFLI YÖNETİM'

Dünyanın en pahalı en masraflı yönetimi Türkiye’de. Tek adam yönetimi en masraflı ve pahalı yönetim. Bununla ne kadar övünseler azdır. Şu anda kişi başına düşen milli gelir konusunda yine sahtecilik yapıyorlar. Türkiye’de 50 milyondan fazla yoksul yaşıyor. Nerede büyüme? Halka sabrı salık edenlere bu sabrı iade ediyoruz.

Tabi ki ekonomik kriz art arda uygulamalarla yaşamımızda karşımıza çıkıyor. İşte buhran koşullarına 3-5 SİHA satacağım diye Türkiye’yi teslim etti. İlk gün TL dolar karşısında Rus rublesine eşit oranda değer kaybetti. Rus borsasında devre kesici uygulandı. Cuma akşamı iki ülkede sadece benzin ve mazot kuyrukları vardı Türkiye ve Ukrayna’da. Biri savaşı yaşayan Ukrayna diğeri Türkiye. Tek seferde rekor zam geldi, benzine 1,61 motorine 1,51 TL. Geçen bir kişi ile konuşuyordum bir gün tatilim var o günde arabamı çıkaramıyorum çünkü o benzini karşılayamıyorum. Bunun gibi milyonlarca insanın olduğunu biliyoruz. Ukrayna savaşının tüm ülkeyi sarmasından önce acil adımlar atılmalı. Akaryakıt üzerindeki vergi kaldırılmalı, ÖTV kaldırılmalı, asgari ücret 3 ayda bir belirlemelidir. Vergi adaletini sağlamak üzere servete duyarlı vergi getirilmeli, kurumlar vergisi artırılmalıdır.  Son 10 yılda şirketlere getirilen vergi afları ve istisnaları geri alınmalıdır.

'TEMEL YURTTAŞLIK GELİRLERİNİ TARTIŞALIM'

Biz son olarak Türkiye'de siyasal aktörler ve STK ve akademisyenlere açık çağrı yapıyoruz artık temel yurttaşlık gelirini tartışalım bu konuda bir düzenlemeye gidelim. Diğer yandan emek ve işçi direnişleri Türkiye’nin dört bir yanında devam ediyor direnen bütün emekçilere buradan da binlerce selam gönderiyorum. Her zaman olduğu gibi onların yanındayız. Emekçilerin işçilerin direnişi HDP’nin kuruluş koşullarını oluşturuyor. HDP onlarındır, onlar kurmuştur, onların omuzlarında büyümüştür, onlarla birlikte mücadeleye devam edeceğiz.”

‘BİZ KENDİ YOLUMUZDAN YÜRÜYORUZ’

Açıklama ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Beştaş, 6 muhalefet partisinin toplantısına çağrılıp, çağrılmamalarına dair şunları söyledi:

“Bize herhangi bir resmi davet gelmedi. Biz HDP olarak bunu kamuoyu ile paylaşmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Biz bir STK değiliz Türkiye 3’üncü büyük partiyiz. Bizim bakışımızı anlatayım. 6 muhalefet partisi toplanıyor, biz de kendi yolumuzda ilerliyoruz. Önceki gün biz de büyük bir toplantı yaptık ve kamuoyuna toplantıda vardığımız sonuçları da açıkladık. Bir koordinasyon kurduk, eşgüdümün sağlanması. HDP olarak 3’üncü yolu örmeye ve Demokrasi İttifakı’nı kurmaya kararlıyız. Türkiye halkları ve yurttaşları için ciddi bir seçenek olduğumuzu biliyoruz. Demokrasi güçleri ile mücadele ortaklığıyla ve seçim sürecinde de ittifakla büyüyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi yolumuzda yürüyoruz. Hakikaten gittiğimiz her yerde HDP’ye olan ilginin desteğin artmasını görmekten büyük bir mutluluk duyuyoruz”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı