HDP Sözcüsü Ebru Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği haftalık basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.  

Günay, TBMM’de bugün görüşülmeye başlanan Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin si̇vi̇l toplumu bitirmeye yönelik olduğunu söyledi. 

Günay, “Başta insan hakları dernekleri olmak üzere, kadın hakları, mülteci hakları, çocuk, gençlik hakları ve LGBTİ+ hakları alanında faaliyet gösteren dernek ve vakıflar, çeşitli hukuk dernekleri, sosyal mücadele yürüten dernekler ile sosyal yardım için fon kaynakları kullanan dernekleri, hemşeri dernekleri, spor kulüpleri, farklı inanç gruplarının dernek ve vakıflarının tümü tek imza ile kapatılma riskiyle karşılaşacak, bu konuda açılacak idari davalar yıllarca süreceği için pratikte “hızlı kapatma” prosedürü yaratılmış olacak. Yine İnternet ortamında örneğin SMA hastaları gibi hastalar, öğrenciler, yardıma muhtaç kişiler için toplanan yardımlar kriminalize edilebilecek, dayanışma duygusuyla oluşturulan girişimlerin önü kesilebilecek” dedi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AİHM’in Demirtaş kararına yönelik açıklamasına tepki gösteren Günay, “Dün bu karar bizi bağlamaz diyen Erdoğan’a da buradan şunu hatırlatmak istiyoruz. Bu karar sizi bağlamıyorsa şiir için yargılandığınızda neden AİHM’e başvurdunuz? Bu karar size bağlamıyor olabilir ama bu karar Türkiye’yi bağlar, çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti AİHS’ne taraf bir devlettir, Avrupa Konseyi’ne üye bir devlettir. Dolayısıyla Avrupa Konseyi kurumu olan AİHM’nin kararları Türkiye için bağlayıcıdır, emir niteliğindedir. Tüm hukuk mekanizması bu kararlara uymak zorundadır. Türkiye’nin tüm demokratlarına sesleniyoruz. AİHM kararı sadece bir hukuki metin değildir. Bu karar aynı zamanda bütün demokratlara, adalet ve özgürlük isteyen herkese bir çağrıdır” ifadelerini kullandı. 

HDP Sözcüsü Ebru Günay’ın açıklamaları şu şekilde: 

Bildiğiniz üzere Hristiyan aleminin Noel özelde de Süryani halkının Yeldo Bayramı kutlu olsun. Noel Bayramının tüm halklara özgürlük ve barış dolu bir yıl getirmesini diliyorum. Tüm Hristiyan aleminin Noelini bir kez daha kutluyorum. 

Meclis'e dernekler yasası ve kitle imha silahları yasası gelecek. Bildiğiniz gibi şimdi de sivil toplum örgütlerini imha yasa teklifini önümüze getirdiler. Kanun teklifinin alelacele Meclis'e getirilmesinin sebebi, OECD’nin Türkiye’ye ilişkin gri liste uyarısının bulunması.  “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı ile mücadele kuruluşu” olan FATF’nin düzenlediği 2019 tarihli raporda Türkiye ile ilgili verilen birtakım tavsiyelerin yerine getirilmesi amacıyla yapıldığı iddia edilen teklifin amacının çok dışında demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere müdahale eden bir takım düzenlemeler getirdiği ortada. Bunu da İçişleri Bakanlığı’nın dernekler üzerindeki yetkisini arttırarak, birçok sivil toplum kuruluşunun faaliyetlerini geçici ve hatta kalıcı olarak durdurup sivil toplumu susturarak yapmaya çalışıyor.  

"TEKLİF ULUSLARARASI HUKUKA VE ANAYASA’YA AYKIRI" 

Değişikliklerin kapsamı, kanunun giriş maddelerinde olduğu gibi, kitle imha silahlarının yayılması ve terörün finansmanı ile ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla da sınırlandırılmamış. Teklifte yer alan 43 maddeden yalnızca 6'sı bu durumla ilgili, 7 maddesi dernekleri doğrudan ilgilendiren Dernekler Kanunu’na, dört maddesi ise dernek faaliyetlerini ilgilendiren Yardım Toplama Kanunu’na ve Özellikle Dernekler Kanunu'nda yapılmak istenen değişiklikler, temel hak ve özgürlüklere müdahale eder nitelikte ve uluslararası hukuka ve Anayasa'nın birden fazla maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Özce madde gerekçelerine ve içeriklerine bakıldığında ise genel gerekçedeki amaçlarla örtüşmeyen ve kapsamı suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması ve terörizmin finansmanını aşan ve herhangi bir meşru amaçla ilişkilendirilmeyen düzenlemelerin yasalaştırılmaya çalışıldığı görülüyor.  

"TEKLİF NELER GETİRİYOR?" 

Eğer teklif kabul edilirse; 

*Cumhurbaşkanı'na mal varlığını dondurma yetkisi verilecek.  

*İnternet ortamında yardım toplanmasıyla ilgili olarak erişim yasağı getirilebilecek.  

*Yardım toplama faaliyetleriyle ilgili bankalar da dahil kamu kurum ve kuruluşlarından kişisel verileri korumaya aykırı olarak bilgi, belge istenebilecek.  

*İçişleri Bakanlığı kararıyla yargı kararı olmadan soruşturma aşamasında dahi derneklerin faaliyetleri , OHAL döneminde KHK’lerle yapıldığı gibi “geçici süreyle de olsa” durdurulabilecek, yöneticileri görevden uzaklaştırılabilecek, derneklere kayyım atanabilecek. 

*Derneklere keyfi ve orantısız para cezaları verilebilecek . 

*Avukatlara, teklifte sayılan yasaklı işler kapsamında “avukat-müvekkil gizliliğine” ve “avukatın sır saklama yükümlülüğüne” aykırı olarak müvekkillerine ait tüm bilgi ve belgeleri paylaşma zorunluluğunu getirecekler.   

*Keyfi uygulamalar yurtdışında bulunup Türkiye’de faaliyet yürüten tüm kuruluşlara da uygulanabilecek. 

*Kanun kapsamında daha önce ceza almış kişiler, memnu hakları iade edilmiş olsa dahi dernek, vakıf yöneticisi olmaları ömür boyu yasaklı hale gelecek.  

*Dernekler uzman olmayan kişiler tarafından keyfi bir şekilde denetlenebilecek; kamu görevlisinden kastın ne olduğu belli olmadığı için polis, jandarma dahil bu denetimi yapabilecek.  

*Bir dernek başka bir derneğe sadece hibe verdiği veya ortak çalıştığı için kendisi de ayrıca denetime tabi tutulabilecek.  

"DERNEKLER TEK İMZA İLE KAPATILMA RİSKİYLE KARŞI KARŞIYA KALACAK" 

Başta insan hakları dernekleri olmak üzere, kadın hakları, mülteci hakları, çocuk, gençlik hakları ve LGBTİ+ hakları alanında faaliyet gösteren dernek ve vakıflar, çeşitli hukuk dernekleri, sosyal mücadele yürüten dernekler ile sosyal yardım için fon kaynakları kullanan dernekleri, hemşeri dernekleri, spor kulüpleri, farklı inanç gruplarının dernek ve vakıflarının tümü tek imza ile kapatılma riskiyle karşılaşacak, bu konuda açılacak idari davalar yıllarca süreceği için pratikte “hızlı kapatma” prosedürü yaratılmış olacak. Yine İnternet ortamında örneğin SMA hastaları gibi hastalar, öğrenciler, yardıma muhtaç kişiler için toplanan yardımlar kriminalize edilebilecek, dayanışma duygusuyla oluşturulan girişimlerin önü kesilebilecek. 

"STK’LAR GÖRÜLMEMİŞ CENDEREYE ALINDI" 

Halihazırda zaten 15 Temmuz sonrasında sivil toplum kuruluşları ve insan hakları örgütlerine saldırılar arttı, bu kuruluşlar benzeri görülmemiş bir cendereye alındılar. Örneğin; Gündem Çocuk Derneği ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği gibi sivil toplum kuruluşları ve hak örgütleri KHK’larla kapatıldı; İstanbul Kürt Enstitüsü ve Roboskî-Der kapatıldı. Gezi Parkı soruşturması kapsamında hak savunucuları evleri basılarak gözaltına alındı; Osman Kavala derhal tahliyesini talep eden kesinleşmiş AİHM kararına rağmen hala tutuklu; raporları sebebiyle aralarında İHD, TİHV, TOHAV ve Mazlum-Der gibi kuruluşların olduğu dernek ve vakıflar hakkında soruşturma başlatıldı. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere Türkiye’deki herhangi bir sivil toplum kuruluşunda, hakkında soruşturma ya da kovuşturma bulunmayan kimsenin kalmadığı söylenebilir. Soruşturma ve kovuşturmaların içeriği ise, bilindiği üzere, bu kişilerin insan hakları alanında yürüttükleri faaliyetler. 

"KAYYIM SİSTEMİ DERNEKLERE DE UYARLANMAK İSTENİYOR" 

AKP iktidarı bu faşizan uygulamalarla kendi lehine olabilecek düzenlemeleri dahi tek adam rejiminin istikbali ve otoriter rejimin bekası için araçsallaştırmıştır. Bu yolla yıllardır belediyeler için gördüğümüz kayyım uygulamasını, derneklere de uyarlamıştır. Türkiye’nin uyumsuz olarak gösterildiği tavsiye kararlarından biri de 12. Maddedir. 12. Madde ise siyasi nüfuz sahibi kişiler başlığı. Yani siyasi nüfuz sahibi kişilere, üst düzey kamu görevinde bulunan devlet ve hükümet başkanlarına ilişkin yolsuzlukların önlenmesi ve tespit edilmesi, bu kişilerin mal varlığının takip edilmesi konusundaki tavsiyeye uyulmadığı tespit edilmiş. Türkiye’de bu alana ilişkin bir düzenleme şu ana kadar yok. Bunun yapılmaması da iktidarın samimiyetsizliğini gösteriyor. 

"NÜFUZLU KİŞİLER KORUNACAK" 

Ancak AKP bu alanda özellikle düzenleme yapmıyor. Çünkü bu tavsiye yolsuzlukların önlenmesi ve tespit edilmesine ilişkin bir düzenleme öngörüyor. Ve böylesi bir düzenleme yapılması da iktidardakilerin, yerli ve yabancı siyasi nüfuz sahibi kişilerin ve yakınlarının dâhil olduğu yolsuzluk olaylarının ortaya çıkarılmasına ve kara para aklamalarını zorlaştırmaya neden olacak. Türkiye’deki nüfuz sahibi kişiler de ya iktidarda olduğu ya da iktidara yakın olduğu için AKP’nin 12. maddeyle ilgili bir düzenlemeye neden yanaşmadığı anlaşılacaktır. Bu nüfuzlu kişileri tanımak için Rıza Zarraf’tan, Irak Yüksek Yargı Konseyi tarafından hakkında tutuklama kararı ve yurtdışı yasağı getirilen, IŞİD’e 50 bin dolarlık bağış yapan ve iktidarın oturma izni verdiği Tarık el-Haşimi gibi isimlere bakmak yeterli.  

"STK’LAR BU DÜZENLEME İLE ORTADAN KALDIRILMAK İSTENİYOR" 

Bunca hak ihlalinin yaşandığı ülkede STK’ların cezalandırma korkusu olmadan faaliyet göstermelerini garanti altına alacak düzenlemelerin yapılması gerekirken zaten yeterince baskılanmış sivil toplum tamamen ortadan kaldırılmak istenmektedir. İktidar partisinin TCK ve TMK mevzuatındaki "terör", "terörist", "terörizm" kavramlarını politik çıkarları ekseninde hukuki zeminden çıkarılması sebebiyle Türkiye'deki demokratik sivil toplum kuruluşlarının keyfi biçimde kapatılması söz konusu olacak ve bu bağlamda BM'nin öngördüğü amaçların ve çerçevenin AKP Hükümeti tarafından suistimal edileceği açıktır. Öncelikle TMK’da terör kavramının geniş tanımlamasından vazgeçilmelidir.  

"STK’LARLA  İLGİLİ MADDELER TEKLİFTEN ÇIKARILMALI" 

O nedenle HDP olarak biz öncelikle Dernekler Kanunu ile ilgili hükümlerde olduğu gibi "Yardım Toplama Kanunu ile ilgili değişiklik teklifi Genel Kurul’da yapılacak görüşmeler sırasında teklif metninden çıkarılmalıdır" diyoruz. Daha sonra da "sivil toplum örgütlerinin ve konunun uzmanlarının katkıları alınarak ve teklif sivil toplum örgütlerinin örgütlenme ve kaynak geliştirme faaliyetlerini kolaylaştıracak, kişi ve kurumların bağış yapmasını teşvik edecek şekilde yeniden hazırlanmalıdır" diyoruz. Bu teklifin STK’larla birlikte hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz. 

"AİHM KÜRT HALKINI SİNDİRME YARGILAMALARINI İFŞA ETTİ" 

Değerli Arkadaşlar; AİHM, iki gün önce Kasım 2016 yılından bu yana AKP-MHP iktidar bloğunun siyasi rehinesi olarak Edirne Cezaevi'nde bulunan Selahattin Demirtaş hakkında kararını açıkladı. AİHM, verdiği kararla Türkiye’nin Kürt Halkını sindirme amacıyla yürüttüğü siyasi yargılamaları uluslararası mecrada ifşa etti. Bu karar, Türkiye’nin utancı olarak AİHM arşivinde yerini alacak. Bakın ne diyor bu karar? Sizin, Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamı için sunduğunuz belgeler, farklı siyasi emellerinizi gizlemeye yöneliktir diyor. Tutukluluğunun devamına yönelik kararlar siyasi saikle verilen klon kararlarınızdan biridir diyor. 

"BU KARAR ADALETİN KATLEDİLDIĞİNİN VE CENAZE NAMAZININ KILINDIĞININ ÖZETİDİR" 

İkinci tutuklama, sadece kirli siyasi bir hamleniz ve birinci tutukluluğun devamı niteliğinde bir karardır diyor. Erdoğan’ın  “Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” cümlesini hatırlatmakta fayda var. İşte AİHM tam da bu kirli hamleden bahsediyor. Anayasa’ya aykırı davranılmıştır diyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması, TC Anayasa geleneğinde benzeri görülmemiş bir değişiklik ve kişiyi hedef alıyor diyor. Türkiye’de iktidar bloğu siyasi rakibini egale edebilmek için Anayasa ile oynamıştır diyor. Türkiye’de ifade özgürlüğü yok diyor. Meclis içerisinde ve dışarısında yaptığı konuşmalar nedeniyle, ifade özgürlüğünün ve milletvekili olarak faaliyet yürütememesi nedeniyle serbest seçim hakkının ihlal edildiğini söylüyor. Bakın bu kararı iyi okumak lazım. Bu karar Demirtaş’ın yargılaması özelinde Türkiye’de adaletin katledildiği, hukuk devletinin cenaze namazının kılındığının ve yargının şüphesiz bir şekilde iktidar bloKunun aparatı olduğunun özetidir. Bu karar, sadece Demirtaş’ın değil başta Figen Yüksekdağ olmak üzere diğer siyasetçilerimizin de saray oyunları ile tutuklandığının ve hepsinin birer siyasi rehine olduğunun ispatıdır. 

"BAŞTA DEMİRTAŞ OLMAK ÜZERE TÜM SEÇIİLMİŞLERİMİZ VE YÖNETİCİLERİMIİZ SERBEST BIRAKILMALI" 

Bu karar ayrıca DTK dosyalarının, belediye eş başkanlık yargılamalarının hukuksuz olduğunun, AKP-MHP ortaklığının siyasi emellerine hizmet eden yargılamalar olduğunun, uluslararası bir belgeyle kanıtıdır. Biz, bu karardan yıllar önce söyledik; milletvekillerimizin haksız yere tutuklandığını. Kayyım atamalarının halkın iradesinin gaspı olduğunu. Her platformda DTK’nin legal siyaset yürüten bir mekanizma olduğunu. Bizim bunca zaman söylediklerimizi kısaca tekrarlamış AİHM kararı ve Türkiye’nin utancını gözler önüne sermiş. İktidar bu utanca bir an önce son vermeli. AİHM kararına uymalı ve başta Demirtaş olmak üzere siyasi rehine olarak tuttuğu tüm vekil, siyasetçi ve belediye eş başkanlarımızı il –ilçe yöneticilerimiz derhal serbest bırakılmalıdır.  

"KARAR ERDOĞAN’I BAĞLAMAYABİLİR AMA TÜRKİYE’Yİ BAĞLAR" 

Dün bu karar bizi bağlamaz diyen Erdoğan’a da buradan şunu hatırlatmak istiyoruz. Bu karar sizi bağlamıyorsa şiir için yargılandığınızda neden AİHM’e başvurdunuz? Bu karar sizi bağlamıyor olabilir ama bu karar Türkiye’yi bağlar, çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti AİHS’ne taraf bir devlettir, Avrupa Konseyi’ne üye bir devlettir. Dolayısıyla Avrupa Konseyi kurumu olan AİHM’nin kararları Türkiye için bağlayıcıdır, emir niteliğindedir. Tüm hukuk mekanizması bu kararlara uymak zorundadır. 

Türkiye’nin tüm demokratlarına sesleniyoruz. AİHM kararı sadece bir hukuki metin değildir. Bu karar aynı zamanda bütün demokratlara, adalet ve özgürlük isteyen herkese bir çağrıdır. Bir imkandır. Yoldaşlarımız direnerek bizler mücadele ederek bu imkanı yarattık. Şimdi gelin bu imkanı birlikte büyütelim, değerlendirelim. Eğer bu iktidar bu kararın gereğini yerine getirmezse Türkiye’de demokrasiye inanan, adalet istediğini söyleyen herkesi hemen bugün Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Leyla Güven başta olmak üzere tüm siyasetçiler için özgürlük diye haykırmaya çağırıyoruz. Gelin Hep birlikte adalet ve özgürlük yürüyüşünü büyütelim. 

"NE LEYLA GÜVEN VAZGEÇTİ NE DE MÜCADELEMİZ DURDU" 

DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’e,  22 yıl 3 ay ceza vererek tutukladılar. Leyla Güven hayatı boyunca baskı ve zorluklarla boğuştu. Defalarca cezaevi yattı, cezalar aldı. En son 7 Kasım 2018’de başlayan açlık grevinde 200 gün direndi. Leyla Güven, mücadele eden bir kadın, Kürt ve siyasetçi olarak sürekli hedef alındı. Tüm bu saldırılarla, onu inandığı değerlerden ayırmayı, ona inananlardan uzaklaştırmayı ve onu direnişten düşürmeyi istediler. Fakat ne Leyla vazgeçti ne de mücadelemiz durdu. Bilinmelidir ki, halen toplumsal uzlaşı ve sağduyulu bir çaba için çok önemli bir şans iken bugün kapısına kilit vurulan, çalışmaları saldırı altında olan Demokratik Toplum Kongresi’nin ruhu, zenginliği ve çok sesliliğin de teminatıdır Leyla Güven. Leyla Güven şahsında son 30 yıla baktığımızda, aslında devlet aklının Kürt sorununa neden ve niçin çözümsüz kaldığını da görürüz. Devlet ve onun cisimleşmiş adı olan çözümsüzlük; Leyla Güven’in sürekli kapısını çalan güvenlikçi politikalardır, gözyaşlarını sildiği annelerin sesine savaş ile cevap veren akıldır, barış çağrılarına cezaevleri tehdidi yağdıran hamaset siyasetidir, dayanışmasını gözaltı odaları ile bölmeye çalışanlardır, halkın yanında yer alışını, sokak sokak dolaşmasını sürekli kriminalize eden erkek egemenlikçi devlet zihniyettir. 

"LEYLA GÜVEN KARARI YOK HÜKMÜNDEDIR, ÇÜNKÜ LEYLA GÜVEN BIR İRADEDİR" 

Açıktır ki devlet en iyi bildiği şeye, düşman hukukuna sarılarak Leyla’yı ve onun şahsında yol yürüyen nice Leylaları cezalandırmak istemektedir. Bu karar yok hükmündedir. Çünkü Leyla Güven bir iradedir. Açık bir şekilde belirtmek isteriz ki: Halk ile arasına girebilecek herhangi bir ceza veya yaptırım yoktur. Leyla Güven’e verilen, onlarca yıllık ceza, ona ve direnişine karşı duyduğunuz korkunun büyüklüğüdür. Bu cezanın başka bir anlamı yoktur. Leyla Güven Dün "berxwedan jiyan e", bugün de "her yer siyaset yeridir” dedi! Evet, Biz de bu inanç ve sözlerin ürünüyüz. Biz de bu yolda olduğumuzu, yükselttiğiniz duvarların, ördüğünüz tellerin, verdiğiniz cezaların bizi bu haklı davamızdan ve siyaset yapma inancımızdan alıkoyamayacağını bilmenizi istiyoruz. 

Leyla Güven yoldaşımızı tutsak alarak hem içeride hem dışarıda direnişimizi kıramayacaklarını bilen iktidar, partimize dönük pervasız saldırılarını sürdürmeye devam ediyor.  Leyla’nın tutuklanmasını protesto eden arkadaşlarımıza AKP-MHP iktidarının polisleri, İstanbul’da saldırdı. Çok sayıda arkadaşımızı, İstanbul il yöneticilerimizi sürükleyip, döverek gözaltına alan Saray’ın polisleri, İstanbul Milletvekilimiz, yoldaşımız Musa Piroğlu’nu ise tekerlekli sandalyeden yere düşürüp, tartakladılar. Bu saldırılar, oradaki polislerin kişisel tavrı, kinleriyle değil iktidarın talimatlarıyla yapılan saldırılardır. Kürtlerin en demokratik haklarına saldıran, hak arayan işçileri polis barikatlarıyla, şiddetiyle engelleyen, kadın katillerini koruyan hiçbir hukuk ve yasa takmayan bu iktidarın, bize saldırma nedenini bizler çok net bir şekilde biliyoruz. Çünkü biz en demokratik hakları gasp edilen, inkar ve asimilasyon altındaki Kürtlerin, inancı yok sayılan Alevilerin, açlığa mahkum edilen milyonlarca işçi ve emekçinin, yok sayılan, şiddete maruz bırakılan kadınların ve bu ülkedeki tüm ötekilerin hem yoldaşı hem de sesiyiz. Bu sesten korkuyorlar! Bu sesin direnmesinden, geri adım atmamasından, teslim olmamasından korkuyorlar.  

"SUÇ ÖRGÜTÜ SİSTEMİZİNİZ ORTADA İKEN İNSAN  HAKLARINA SAYGILI OLDUĞUNUZU MU İDDİA EDIYORSUNUZ?" 

AKP-MHP iktidarının, çırılçıplak ortada olan bir zulmüne daha değinmek istiyorum. Hapishanelerde, polis ve asker karakollarında yıllardır uygulanan çıplak aramanın olmadığını iddia ediyor,  iktidar sözcüleri ve yargısı. Bu insanlık dışı uygulamayı gündeme getiren Kocaeli Milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu hedef alıyorlar, utanmadan, sıkılmadan küçücük bir haya dahi duymadan. Saray’ın yargısı hemen harekete geçiyor. Neymiş çıplak aramayı gündeme getirenler, FETÖ ile ilişkili olabilirmiş, hemen soruşturma başlattılar. Hapishanelerde, polis ve asker karakollarında insan bedenine yönelik bu uygulama yıllardır yapılıyor. Kanıtlanmış bir gerçeği, utanmadan “Böyle bir şey yok” diye reddediyorlar. “Çıplak arama yoktur” diyen iktidarın sözcülerine şunu söylüyoruz. İşkenceyi savunan, insanların helikopterden atılmasını savunan, çırılçıplak bedeniyle meydanlarda gencecik bir insanın katledilmesini “canlı bomba” diye lanse eden bir İçişleri Bakanınız var. Muhalefet partilerini tehdit eden iktidar ortağınız mafya liderleri var. Uluslararası sözleşmeleri, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını ayaklar altına alan bir yargınız var. Bunlar saymakla bitmez. Şimdi bu oluşturduğunuz suç örgütü sisteminiz, dışarıda onlarca kameranın, insanların gözleri önünde yaptıkları ortadayken hapishanelerde, karakollarda insan haklarına saygılı olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Kimseyi kandıramazsınız!