Başak Demirtaş, eşi Selahattin Demirtaş’ın cezaevi süreci ve seçim kampanyasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Aktif siyasette yer almak istemediğini ifade eden Başak Demirtaş, eşi Demirtaş’ın seçim kampanyasına desteğini politik sorumluluk olarak tanımlıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Demirtaş’a yönelik idam açıklamasını değerlendiren Başak Demirtaş, “Erdoğan, idam imasıyla Selahattin’den ne kadar korktuğunu gösterdi. HDP barajı geçtiği takdirde Meclis’te çoğunluğu sağlayamayacaklar. Bu nedenle HDP’ye ve Demirtaş’a gece gündüz hakaret yağdırıp iftira atıyorlar. Korkuları o boyutta ki, idamı bile dillendirmeye başladılar. Ama korkunun ecele faydası yok” diyor.

Başak Demirtaş, Duvar’dan İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı.

Bir yandan öğretmenlik yapıyor, bir yandan Edirne-Diyarbakır yollarını aşındırıyor, bir yandan da eşinizin adaylık kampanyasına destek veriyorsunuz. Sizin açınızdan nasıl geçiyor bu dönem?

Benim açımdan da Selahattin’in önceki adaylığına nazaran çok daha zor bir dönem geçiriyoruz. Adaylardan biri devletin tüm imkânlarını kullanabilirken, diğer adaylar da bir şekilde halkla buluşup vaatlerini aktarabiliyor. Buna karşın Selahattin’in kampanyasını cezaevinden, imkânsızlıklar içinde yürütmeye çalışması çok büyük haksızlık. Ben de tüm halkımız, gençlerimiz, kadınlarımız gibi bu imkânsızlıkları imkâna çevirebilmek için, Selahattin’in duyulması engellenmek istenen sesine ses olmak için çalışıyorum. Yorulmuyorum, çünkü herkes gibi ben de bir sorumluluğu yerine getiriyorum. Bu da benim açımdan ailevi değil, politik bir sorumluluktur.

Fakat sanki özellikle doğrudan politik değerlendirmeler yapmaktan geri duruyorsunuz. Bunun sebebi ne?

Akif siyaseti hiçbir zaman tercih etmedim ama bu benim politik olmadığım anlamına gelmez.

Neden aktif siyaseti tercih etmediniz?

Mücadele etmek için illa böylesi bir siyasi sahada olmanız gerekmiyor. Hayatın her alanında politik mücadelenizi yürütebilirsiniz. Bu dönemde Selahattin’in cezaevinde olması dolayısıyla böylesi bir sorumluluğum ortaya çıktı ama normalde ben bu kadar görünür olmayı tercih etmiyordum. Selahattin’in tanınırlığı benim de görünür olmama sebep olduysa, elbette bundan gurur duyarım. Fakat benim farklı kimliklerim de var. Umarım sosyal hayat içinde, kendi kimliklerim üzerinden, tercih ettiğim farklı mücadele alanlarına odaklanacağım normal günlere geliriz.

Neler yapmak istiyorsunuz?

Öğretmen olduğum için eğitim sistemindeki muazzam sorunlara tanıklık ediyorum. Şu an zaten bu alanda mücadele yürütüyorum ama bu mücadelemi olağan koşullarda daha da yoğunlaştırabilirim 18 yıllık öğretmenliğimin 15 yılı Diyarbakır köylerinde geçti. Gördüğüm temel sorun anadilde eğitimin verilmemesinden kaynaklanıyor. Çocuklar evde, anadilleriyle konuşuyorlar. 7 yaşına girip ilkokula geldiğinde, ilk defa farklı bir dille karşılaşıyorlar ve o yaşa kadarki tüm yaşam bilgileri okulda sıfırlanıyor. Düşünün ki siz İngilizceyle ilk defa karşılaşıyorsunuz ve bu dilde matematiği, feni kavramaya çalışıyorsunuz. Ve kendi dilinizde konuşmanız sınıf içerisinde tamamen yasak iken bunları yapıyorsunuz. Bu, çocuklar açısından pedagojik olarak da psikolojik olarak da çok zor bir süreç.

Siz de Diyarbakır’da doğup büyürken aynı süreci yaşadınız mı?

1977 yılında doğdum ve hemen sonrası 12 Eylül. Sanırım bizimkiler yaşadıkları zorlukları çocuklarına yaşatmak istemediler. Bunun için de yanlış bir şey yaparak bize Kürtçe öğretmediler. Sadece kendi aralarında Kürtçe konuşuyorlardı. Bu yüzden ne yazık ki anadilim Kürtçeyi sonradan öğrendim.

Çocuklarınızla hangi dilde konuşuyorsunuz?

Kürtçe konuşmaya çalışıyoruz ama anadilimize hakim olmadığımız için onlara da yeteri kadar öğretemedik. Hayatımdaki en büyük burukluklarımdan biridir bu.

Muharrem İnce, çocuklara Türkçeyi, anadillerini ve bir yabancı dili öğreteceklerini söylüyor. Yani anadilde eğitim değil ama anadil eğitimi verecekleri vaadinde bulunuyor. Sizce bu eğitimdeki sorunu aşmaya yeterli mi?

Kesinlikle yeterli değil. Bu çağda hâlâ anadil eğitimi mi yoksa anadilde eğitim mi verelim tartışması yapıyor olmamız çok hazin. Böylesi bir tartışmanın yapılıyor olması, demokrasi standardının neresinde olduğumuzu gösteriyor. Oysa anadilini bilmek de, anadilinde eğitim görmek her çocuğun ana sütü kadar helalidir, hakkıdır.

SELAHATTİN’İN KOBANİ OLAYLARININ YIL DÖNÜMÜNDE TUTUKLAYACAKLARDI

Eğitim sistemi dışında hangi alanlarda mücadele yürütmeyi arzuluyorsunuz?

Kadın hakları mücadelesinde yer almak istiyorum. Ülkemizde kadınların maruz kaldığı baskıları ve zorlukları ancak yoğun bir mücadeleyle aşabiliriz. Sokak ortasında katledilen, şiddet gören kadınlar var. Tacize, tecavüze uğrayan, tarlalarda, fabrikalarda emeği sömürülen kadınlar, çocuklar var. Bu sorunun çözümü için bir kadın, anne ve öğretmen olarak üstüme düşen görevleri yerine getirmek isterim.

Çocuklarınız, babalarının tutuklanmasından nasıl etkilendi?

Biz Selahattin’in tutuklanacağını ve bu tutuklamanın da aslında 4 Kasım’dan bir ay önce gerçekleştirileceği bilgisine sahiptik. O yüzden çocuklara böyle bir şeyin olabileceğini anlatmış ve onları olabildiğince hazırlamaya çalışmıştık.

Tutuklanacağını nasıl öğrenmiştiniz?

Selahattin bir şekilde öğrenmişti. Aslında yapılan planlamaya göre operasyon 5 Ekim akşamı olacak, Selahattin o akşam gözaltına alınacak ve Kobani olaylarının yıl dönümünde de tutuklanacaktı. Böylece 6-8 Ekim olaylarına karşı siyasi bir intikam mesajı verilmiş olunacaktı. Selahattin buna fırsat vermek istemedi. O yüzden tutukluluğu bu tarihe denk getiremesinler diye yurt dışına gidip 10 Ekim tarihinde geri döndü. Böylece amaçladıkları operasyonu bir ay ertelemek zorunda kaldılar. Selahattin böyle bir operasyonun olacağını bildiği için önce beni psikolojik açıdan hazırladı, sonra da beraber çocukları bu sürece hazırladık.

Selahattin tutuklanacağını bile bile, gittiği yurt dışından operasyondan iki gün önce geri döndü. Tutuklanacağına “kaçma şüphesi” gerekçe gösteriliyor ama o hiçbir zaman kaçmayı düşünmedi. Zaten kaçacak biri olsa, başından böyle bir mücadeleye girmezdi. Cezaevine girerek halkın özgürlük mücadelesindeki yerini korumayı, devletin partide yaratmak istediği sarsıntıya izin vermeyerek partiyi toparlamaya çalışmayı kendi özgürlüğüne tercih etti. Ne kadar iyi bir karar vermiş olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz.

4 Kasım 2016 akşamı bu eve yapılan operasyonu çocuklarınızla birlikte nasıl karşıladınız?

Operasyonun yapıldığı günün sabahında, kahvaltı sofrasında bu konuyu tekrar konuşmuştuk. Planlamayı yaptık; operasyon olduğunda gelip çocukları almaları için yakında oturan kardeşlerime telefonlarını sürekli açık tutmalarını söyledim. Gece 01:30 sularıydı. Kapı çalındığında Selahattin yeni uykuya dalmıştı. “Geldiler” deyince hemen kalkıp hazırlanmaya başladı. Ben de bir yandan çocukları giydirmeye çalışıyordum. Önceden ne kadar hazırlık yapmış olsak da küçük kızım ağlamaya başladı ve evden çıkmak istemediğini söyledi. Oysa ben operasyon sırasında çocukları evden çıkarmayı, kardeşlerime götürmeyi planlamıştım. Çünkü o korkunç sahneye tanık olmalarını istemiyordum.

‘4 KASIM AKŞAMI OLAN ŞEY GÖZALTI DEĞİL, KAÇIRMAYDI’

Nasıl bir sahneydi o akşamki?

Kapıda, ellerinde kapıyı kırmak için kullandıkları koçbaşı olan, sayısız kar maskeli polis vardı. Binanın bahçesinde de sayısız polis, onlarca zırhlı araç birikmişti. Çok aceleleri var gibiydi ve bu işi hemen bitirmek istiyorlardı. Oysa Selahattin o gün sabahtan akşama kadar hep evdeydi. İsteseler, günün herhangi bir vaktinde bu gözaltıyı gerçekleştirebilirlerdi. Bence zaten 4 Kasım akşamı olan şey bir gözaltından ziyade kaçırmaydı.

Sonuçta çocukları evden çıkardınız mı?

Hayır, çünkü polislerden biri ellerinde evi arama kararı olmadığını söyledi. Dolayısıyla çocukları başka bir odaya aldım. Sonra da Selahattin çocuklarla, benimle vedalaştı ve ayrıldık.

O akşam bu sürecin ne kadar devam edeceğini tahmin ediyordunuz?

Açıkçası ifadesini verip birkaç saat sonra geri döneceğini düşünüyordum. Sonuçta bunca yapılan hukuksuzluklara rağmen 6,5 milyon insanın oyunu almış bir partinin eş genel başkanına bu kadar hukuksuzluk yapılamayacağını zannediyordum. Meğer hazırlıklarını çoktan yapmışlar. Daha savcılıkta ifade vermeden, hakim karşısına çıkmadan havalimanına uçak getirilmiş, Edirne’de hazırlıklar yapılmış.

Sizce eşinizin tutuklanmasına giden süreçte en kritik an hangisiydi? Herkesin yorumu “seni başkan yaptırmayacağız” açıklaması olduğu yönünde. Siz de aynı fikirde misiniz?

Kesinlikle o söz ve sonrasında Selahattin’in cesurca yürüttüğü etkili muhalefet hedef alınmasının temel sebebiydi. Sonuçta o sözle birlikte yürütülen muhalefet üzerinden HDP barajı aştı, AKP’yi iktidardan düşürdü.

HDP’nin barajı aştığı seçimden sadece iki gün önce, 5 Haziran’daki Diyarbakır mitingi sırasında HDP’ye yönelik bombalı bir saldırı gerçekleşmişti. Siz de eşiniz ve çocuklarınızla oradaydınız. O günü, patlama anını nasıl hatırlıyorsunuz?

5 Haziran mitingi seçimden önceki son mitingdi ve çok da kalabalıktı. Çocuklarımız bizden önce miting alanında, sahneyi rahat görebilecekleri bir yere gittiler. Benle Selahattin arabada, konuşma sırasının kendisine gelmesini bekliyorduk. Sıra kendisine geldi ve arabadan sahneye doğru gidebilmesi için bir koridor kuruldu. Selahattin tam arabadan inmek üzereyken korkunç bir patlama sesi duyduk. Bunun trafo patlaması olduğu yönünde bir anons yapıldı. O sırada Selahattin’le birbirimize baktık. Kısa, kaygılı ve derin bir bakışma oldu. Selahattin hemen arabadan çıkmak istedi ama partili arkadaşlar ikinci bir patlamanın olabileceğini söyleyip Selahattin’in çıkmasına izin vermediler. Selahattin ise halkı yatıştırmak, sakinleştirmek için ısrarla arabadan inmek istediğini söyledi ve zorla indi. Onu hayatımda hiç öyle görmemiştim. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da yaralılara yardım etmeye çalışıyordu. Çok fazla yaralı vardı. Partili arkadaşlar bir daha gelip alanda bulunmasının doğru olmadığını, bir an önce ayrılması gerektiğini söylediler. Ama Selahattin bunu reddetti.

Sonuçta arkadaşlar hedefin kendisi olabileceğini, orada bulunmasının halka da zarar verebileceğini söyledi. Bir şekilde arabaya bindirdiler ve alandan çıktık. Selahattin ağlamaya devam ediyor ama bir yandan da telefonla yaralılar konusunda neler yapılabileceğine dair talimatlar veriyordu. Akşama doğru da HDP il binası önünde halkı sakinleştirmek üzere bir konuşma yaptı. Çok zor, çok korkunç bir gündü.

‘HEDEF SADECE SELAHATTİN DEĞİL, HDP, KÜRT HALKI VE TÜRKİYELİ DEMOKRATLARDI’

Sizce o gün hedef Demirtaş mıydı?

Bence hedeflerden biriydi. Daha önce, 18 Mayıs’ta Adana’da da HDP il binasına yönelik bombalı bir saldırı olmuştu. Selahattin ve Figen Yüksekdağ, 20 dakika farkla saldırıdan kurtulmuştu. Sonrasında da arabasının kurşunlanması dahil çok sayıda saldırı oldu. Sayısız suikast hazırlığı bilgisi geliyordu. Hedef sadece Selahattin değildi. Barajı aşması istenmeyen HDP, Türkiyeli demokratlar ve giderek Kürt halkı hedef alınıyordu. Ama nihayetinde başaramadılar.

Demirtaş’ın tutuklanmasına rağmen siyasetteki gücü ve etkisi kırılmadı. Sizce cezaevinden çıkması durumunda nasıl bir etki doğurur?

Selahattin’in cezaevinde de dışarıda da olsa, halkı için yapabileceği ne varsa, son nefesine kadar sürdüreceğinden kuşkum yok. Hapse attıkları halde Selahattin’den korkmaya devam ediyorlar.

Sizce Demirtaş Kürtler açısından ne anlam ifade ediyor?

Halkın gönlünde yer etmenin oyla ölçülemeyeceğini düşünüyorum. Birileri yüzde 51 oy aldığı halde halkın gönlünde yer alamıyor. Çünkü halkla arasında bir sevgi bağı yok. Ama bence Selo Başkan şimdiden halkın gönlünde sevgi bağıyla yerini aldı. Kürtler, Selahattin’in ne yaptığını, ne yapmak istediğini ve neden cezaevinde olduğunu çok iyi bildiği için onu bu kadar güçlü bir biçimde sahipleniyor.

‘SELAHATTİN, YILLARDIR EVLİ OLDUĞUMUZ HALDE HÂLÂ BENİ ŞAŞIRTIYOR’

 Peki Demirtaş, Türkler açısından ne anlam ifade ediyor?

Bence Kürtler açısından ne anlam ifade ediyorsa Türkler açısından da aynı anlamı ifade ediyor. Bunda eşit bir dil kurmasının kesinlikle etkisi var. Selahattin’in dili, yaratıcılığı, demokratlığı, eşitçiliği, barışçıllığı, kadına, çocuğa, hayata bakışı evrensel bir yaklaşım içeriyor. İnanılmaz kısıtlamaların olduğu dört duvar arasında, adil olmayan bir seçime hazırlanırken bile bana da halkımıza da umut vermeyi başarabiliyor. Selahattin, yıllardır evli olduğumuz halde, yaratıcılığıyla hâlâ beni çok şaşırtıyor.

Ziyaretleriniz sırasında, hapishane koşullarına ilişkin kamuoyuyla paylaşmayıp size aktardığı sıkıntıları oluyor mu?

Açıkçası ben bu tür sorunları hiç sormuyorum, o da anlatmıyor. Elbette sayısız insan gibi o da hapishanenin yarattığı sorunlarla baş etmek zorunda kalıyor. Öte yandan, sanırım 1993 yılında, öğrenciyken gözaltına alındığında karşılaştığı işkenceleri de bize hiç anlatmadı.

O zaman kaç gün gözaltında kalmıştı?

15 ya da 20 gün. O zaman İzmir’de Denizcilik bölümünde iki yıl okumuş ve Diyarbakır’a gelince gözaltına alınmıştı. Daha sonra Ankara’da hukuk fakültesine geçti.

Siz ne zaman, nasıl tanıştınız?

Neredeyse çocukken (Gülüyor). Selahattin’in kız kardeşiyle okul arkadaşıydım ve evlerimiz de karşılıklıydı. Kardeşleriyle, anne-babasıyla ilişkisi ve tabii bağlama çalması beni çok etkilemişti. Üniversiteye hazırlandığımızda da bilmediğimiz konular olunca hep Selahattin’e giderdik. Çok güzel ders anlatırdı. Hayatlarımız çok paralel, neredeyse birlikte büyüdük. Dünyaya bakışlarımız birbiriyle çok örtüşüyordu. Üniversiteye girdiğim yıl sevgili olduk, yoldaş olduk ve sonra da evlendik.

5 Haziran 2015’teki saldırıdan itibaren yaşananlar karşısında “keşke siyasete girmeseydi” dediğiniz oldu mu hiç?

Asla! Sonuçta ben de bu mücadelenin içinden geliyorum ve hep “ben ne yapabilirim” diye düşündüm.

‘CEZAEVİNDEKİ TEK MASUM İNSAN SELAHATTİN DEĞİL’

Gözlemlerinize dayanarak tutukluluk sürecinin Demirtaş üzerinde nasıl bir etki yarattığını düşünüyorsunuz?

Dışarıdayken inanılmaz bir tempoda çalıştığı için pek okuma fırsatı olmuyordu. Hapse girmeden önce sürekli “bu kadar kitap birikti, nasıl okuyacağım” deyip duruyordu. Cezaevine girdikten sonra yaptığımız ilk telefon konuşmasında, “bak işte, onca kitabı okumak için sana fırsat doğdu” demiştim. Yaklaşık 12 tane şarkı yazdı, besteledi, öykü kitabı yazdı, kendisine zaman ayırabildi.

Umutsuzluğa düştüğü oldu mu?

Valla zor zamanlarda hep “gidip ondan biraz umut alayım” diyorum.

Ziyaretler sırasında, cezaevi idaresinin sizi rahatsız eden herhangi bir uygulamasıyla karşılaştınız mı?

Diğer tutukluların yakınlarına nasıl bir uygulama yapılıyorsa, biz de aynısını yaşıyoruz. Ama özellikle küçük kızımın oradaki kurallara ilişkin sorularına yanıt vermekte zorlanıyorum.

Babalarının niye hapiste olduğunu soruyorlar mı?

Hayır, çünkü çok iyi biliyorlar. Babalarının suçsuz olduğunu bildikleri gibi, bu sürecin de biteceğine inanıyorlar. Cezaevindeki tek masum insan Selahattin değil. Binlerce insan haksız, hukuksuz bir biçimde içeride tutuluyor. Delal ve Dilda’nın da çok sayıda arkadaşının babası, annesi benzer şekilde hapiste. Dolayısıyla zaten kendi aralarında da bir dayanışma ağları var. Kendilerini yalnız hissetmiyorlar. Açıkçası kendimizi yalnız hissetmediğimiz gibi hep güçlü hissettik ve bu gücü de haklılığımızdan aldık, alıyoruz.

Siyasetçiler milletvekili seçildikten sonra aileleriyle birlikte Ankara’ya taşınır. Siz neden Diyarbakır’da kalmayı tercih ettiniz?

Aslında Selahattin ilk milletvekili seçildiğinde, 2007-2009 yılları arasında Ankara’da yaşamayı denedik. Selahattin, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuş olduğu için oraya alışkındı ve biz de alışabileceğimizi düşündük. Ama öyle olmadı.

‘KARŞILAŞTIĞIMIZ AYRIMCILIK YÜZÜNDEN ANKARA’DAN DİYARBAKIR’A DÖNDÜK’

Neden?

Çünkü çok ciddi bir ayrımcılığa ve ötekileştirilmeye maruz kaldık. Çocuklarımız çok küçüktü ve onları böyle bir ortamda büyütmek istemedik. Kreşte bile ayrımcılığa maruz kalmak, bununla baş etmek çok zor olacaktı.

Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız?

Daha ilk taşındığımızda kiraladığımız evin sahibi, bizi öğrendikten sonra vazgeçmişti ve yeniden ev aramak zorunda kalmıştık. Sonrasında buna benzer çok sayıda şey yaşadık. Fakat 2009 yılında bardağı taşıran bir olay yaşadık. Ankara’daki bir AVM’nin otoparkında, asker olduğunu söyleyen sivil giyimli biri, yanında eşi ve çocuğu olduğu halde belindeki silaha elini götürüp bize tehdit ve hakaretler savurdu. Bizim de yanımızda her iki kızımız vardı. Hem Selahattin hem de çocuklarım için çok endişelendim. Selahattin adamı yatıştırmaya çalışırken çocukları arabaya aldım. Ama adam bağırıp çağırmaya, tehditler savurmaya devam ediyordu.

Tartışma nasıl başladı?

Bizi görür görmez bağırmaya başladı. Marketten çıkmıştık ve elimizde alışveriş poşetleri vardı. Silahımız da korumamız da yoktu. Selahattin’in serinkanlı davranması sayesinde o olayı atlattık. Adamın eşi ve çocukları da çok korkmuştu ve onlar da sürekli ağlıyordu. Kadın, eşini ağlaya ağlaya, utana utana arabaya bindirdi ve gittiler. Dediğim gibi, buna benzer çok şey yaşadık ve bu olay bardağı taşırdı. Bunun üzerine Selahattin bir hafta içinde Diyarbakır’a dönüşümüzü planladı. O Ankara’da kaldı, biz de memleketimize döndük.

‘KORKULARI O BOYUTTA Kİ, İDAMI BİLE DİLLENDİRMEYE BAŞLADILAR’

10 Haziran’daki Kocaeli mitingi sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Demirtaş’ı hedef alan açıklamalar yaparken miting alanından “idam” sloganları yükseldi. Erdoğan, bunun üzerine “parlamento bunlarla ilgili kararı bana göndermiş olsaydı, ben bunu çoktan onaylardım” açıklamasında bulundu. Demirtaş’ın idamını ima ettiğini gördüğünüzde ne hissettiniz?

Erdoğan, idam imasıyla Selahattin’den ne kadar korktuğunu gösterdi. HDP barajı geçtiği takdirde Meclis’te çoğunluğu sağlayamayacaklar. Bu nedenle HDP’ye ve Demirtaş’a gece gündüz hakaret yağdırıp iftira atıyorlar. Korkuları o boyutta ki, idamı bile dillendirmeye başladılar. Ama korkunun ecele faydası yok.

Etrafınızdan öğretmenliği bırakıp aktif siyasete girmenizi önerenler oluyor mu?

Öyle bir öneri gelmedi ama gelse de tereddüt etmeden reddederim. Aynı evde bir tane siyasetçi yeter. (Gülüyor).

Peki siyaseten eşinizi eleştirdiğiniz, “şunu şöyle yapsaydın daha iyi olurdu” dediğiniz oluyor mu? Ya da kendisi bu konuda size danışıyor mu?

Kendisi bana da çok açık vermediği için eleştirdiğim yanları olmuyor. Ama kendisi yapıp ettiklerinin, söylediklerinin halk tarafından nasıl karşılandığını çok merak ediyor. O yüzden zaman zaman izlenimlerimi, gözlemlerimi ona aktarıyorum. “Nasıl gidiyor, insanlar ne düşünüyor” diye soruyor. Dışarıdayken de bunu çok merak ederdi. Elbette benim de düşüncelerimi merak ediyor ama benimki çoğunlukla hayranlık beyan etmekle sınırlı kalıyor (Gülüyor). Geçenlerde bir dergi için yazdığı yazıyı okuttu, valla ne yalan söyleyeyim, bir kez daha hayran kaldım!

‘HAYALLERİMİZ TÜRKİYE’DEKİ MİLYONLARIN HAYALİYLE ORTAK’

Ailenize, kendinize, eşinize ve çocuklarınıza dair hayalleriniz nelerdir?

Öncelikli hayalim Selahattin’in ve tüm arkadaşlarının, masum olan herkesin özgür kalması. Demokrasinin, barışın hakim olduğu, eşit ve kardeşçe koşullarda çocuklarımızı büyüttüğümüz bir Türkiye hayal ediyorum. Bizim hayalimizle Türkiye’deki milyonların hayali ortak aslında. Halkımızdan bağımsız bir hayal kuramayız biz. AKP medyası özellikle 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde uzun süre sizi de hedefine aldı. Aylarca memuriyetten ihraç edilmeniz yönünde çağrılar yaptı.

Siz bu süreci nasıl geçirdiniz?

Anlaşılan Selahattin’e yönelik iftira kampanyaları, yalanları içlerini soğutmaya yetmedi ki, bana da çocuklarıma da yöneldiler. İnanılmaz seviyesizlikler, hakaretler, yorumlar görüyoruz. Onların adına utanmak bile bize kalıyor.

Öğretmenlik nasıl gidiyor bu arada?

Bu aralar biraz yorucu ama çocuklar için bir şeyler yapmak beni çok mutlu ediyor.

Sizin çocuklarınız devlet okulunda mı okuyor?

Evet, Amerika’da okumuyorlar (Gülüyor). İkisi de devlet okulunda. Delal bu sene LGS’ye girdi, Dilda ise 6. sınıfta. LGS’de bu sene sorular çok zordu, çocukların çoğu ağlıyordu. Bu yaştaki çocuklara bunlar yapılmaz! Bir kişinin iki dudağı arasında çıkan söz, milyonlarca çocuğun hayatını bu kadar kolay belirlememeli.

Muharrem İnce’nin 11 Haziran’daki Diyarbakır mitingi sonrasında sizi de ziyaret edeceği açıklanmıştı ama kendisiyle değil, eşiyle buluştunuz. İnce’nin bu ziyareti neden gerçekleşmedi?

Ülkü Hanım, Muharrem Bey’in programının yoğunluğu dolayısıyla gelemediğini söyledi ve selamlarını bizzat iletti. Zaten Muharrem Bey mitingdeyken kendisi ziyarete geldi ve miting biter bitmez de havalimanına geçti. Ülkü Hanım, çocuklarıma çok güzel kitaplar getirdi. Delal ve Dilda kitaplara bayıldılar. Kendisi de öğretmen ve bir anne olduğu için konuşacağımız çok şey vardı. Tamamıyla siyaset dışı bir sohbet geçti aramızda.

Yeni mi tanıştınız?

Daha önce, Selahattin dışarıdayken havalimanında karşılaşmış, beraber oturup çay içmiştik.

Demirtaş’la Edirne’de görüşen tek rakibi Muharrem İnce oldu. Diğer adaylar içinde sizi arayan, herhangi bir mesaj gönderen kimse oldu mu?

Hayır, olmadı ama gerek Sayın Akşener, gerekse Sayın Karamollaoğlu, Selahattin’in tahliye edilmesi gerektiğini kamuoyu önünde ifade ettiler. Bunlar hem anlamlı hem de olması gerekendir. İnsanların bu kadar ayrıştırıldığı, birbirinden uzaklaştırılmak istendiği bir dönemde en ufak insani tavrın bile anlamı çok büyük oluyor.

‘SELAHATTİN HER KOŞUL VE POZİSYONDA ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİ SÜRDÜRÜR’

Demirtaş, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk veya ikinci turunda seçilemezse, bundan sonraki siyasi serüveni nasıl devam edecek?

Selahattin eş başkanlık görevini diğer arkadaşlarına devrettiğinde de insanlar “acaba mücadeleyi bırakıyor mu” diye düşündüler. Hayır, öyle bir şey söz konusu olamaz. Selahattin her durumda, her koşulda, hangi pozisyonda olursa olsun özgürlük mücadelesini sürdürür.

Sizce hangi durumda hapisten çıkar?

Açıkçası bunu kendi aramızda da hiç konuşmadık. Çünkü tutukluluğunun hukukla bir ilgisi yok. Selahattin ve arkadaşları birer siyasi rehine olarak tutulduğu için dışarı çıkmaları da hukuk çerçevesinde olmayacak. Ne zaman çıkacakları tamamen siyasi sürece ve tabii yürütülen mücadeleye bağlı.

Söyleşinin tamamı burada.