Mayıs ayı içinde, şiddet, militarizm, toplumsal barış ve de vicdani ret konuşmak üzere dört üniversitede üniversite öğrencileri ile bir arada bulundum. Bu üniversiteler sırasıyla Bilgi Üniversitesi, Koç Üniversite, Arel Üniversitesi bu üç üniversite İstanbul’dakiler, bir defa da ODTÜ(Ankara) oldu bu buluşma. İstanbul’daki bütün buluşmalarda karma bir yapı ile karşı karşıya konuşma, tartışma durumu oldu, zira bu etkinlikleri örgütleyenler politik olarak daha geniş bir skala içinde bulunuyorlardı. ODTÜ buluşması ise HDP Gönüllüleri/ODTÜ olduğu için tamamen sosyalist ve de anarşist arkadaşlar ile konuşma durumu oldu.

İstanbul’da her üç etkinliğin olduğu üniversitelerde özel üniversitelerdi. Bu bir şekilde burada okuyan öğrencilerin sınıfsal konumları açısından da bir şeyler söyleyebiliyor. Tabi ki politik tavır için üzerinde kişinin kendisini inşa ettiği zemin salt sınıfsal bir yer değil. Bunu İstanbul’daki bu üç buluşmada da yaşadım. Öncelikle her ne kadar sol, sosyalist yapı/grup ve de bireylerden doğru seslendirmek istediğimiz konular zaman zaman tartışılmaya açılmış olsa da bizler durduğumuz yerden doğru kişisel hayat hikâyelerimiz ile de biriktirdiklerimizden doğru konuştuğumuz için daha sıcak ve etkileşim için daha uygun bir ortam oluşuyor.

Sözcüklerimiz ve de anlatımlarımız zaman zaman akademik/soyut bir yana kaysa da tamamen hayatın içinden ve de deneyimlerden doğru bir anlatıyı daha uygun bulduğum için daha sunum esnasında göz teması ile bir ortaklık kurmamız mümkün oluyor. Bu sıcak ve de samimi ortam için her defasında konu seçimler ve de kişisel hikâyemden dolayı HDP’ye geldi. Bunun en yoğun halini Arel Üniversitesi’nde yaşadım, salonun bir kısmı keyifle destek verirken bir yarısı da suskunluk ara ara da “sıkıştıran” soruları ile “seninle değiliz” dediler. Sunumların bitiminde samimi sohbet ortamları da oluşuyordu, bunların birinde bir kadın; ”ne olursun HDP’ye oy vermem için beni ikna eder misin?” demesi keyifli bir anın yaşanmasına vesile oldu. Aslında ben bu kadının ve de bununla birlikte birçok insanın gönlünün HDP’den yana olduğunu biliyorum. Ancak bu insanların hepsinin kocaman bir “AMA”sı vardı…Bu AMA’yı önemsiyorum. Aslında her sunumda anlatmaya çalıştığımız şeyin somut bir ifadesi bu AMA!

Devlet ve de onu besleyen bütün iktidarlar bir yüz yıldır insanları öyle bir ayrıştırıp çatışma alanına soktu ki; bunu da hemen hemen bütün kurumları ile yaptı. Etnik aidiyetin, inancın, cinsiyetin, cinsel kimliğin ve de yönelimin hep devletin beslediği, eğittiği, “akil yurttaş” yaptığı bu “AMA” sahibi insanlar ile çatıştı. Zira bu ülkede her zaman militarizm çok örgütlü bir güç olarak karşımızda durdu. Şimdi insanlar kendi algıları ile bir şeyler görmeye, konuşmaya başlıyorlar ve içlerinde bir eğilim gelişiyor, ama bu eğilimlerinden bu kez de biraz ürkmeye başlıyorlar. Bu defa, kendileri olarak deneyimle dikleri devletin, toplumun ve hatta kendi ailelerinin söylediklerinden çok başka bir şey söylüyor. Ve de samimi geliyor bu söylenenler.

Bu insanlar ile birlikte diğer bir kısım insan ise; “sandığa gitmek mi!” gibi bir yerden duruyorlar. Elbette parlamenter sistem, ya da temsili sistem için çok ama çok şey söylememiz mümkündür. Neyin ne kadar çözebileceği üzerine saatlerce/günlerce söyleyecek şeylerimiz var. Ama bir an durun diyorum; bu ülkede kadın olduğu için her gün kadınlar –eş, baba, abi, dayı, müdür, dede, amca vs.- tarafından öldürülmüyor mu? Evet, bu ülkede kadınlar erkekler tarafından öldürülmeye devam ediyor. Ve şu an seçime giren bir parti ben kadın partisiyim, sözde değil, bütün pratiğim ile. Şimdi her gün onlarca kadının erkekler tarafından linç edildiği, öldürüldüğü bir toplum/devlet de bunun bir anlamı yok mu? Bu parti seçimler için bütün partilerin gösterdiğinden daha çok (268) kadın aday gösterdi.

Eşcinsel, biseksüel, trans olduğu için bu ülkede her gün onlarca LGTBTİ bireyi şiddete uğrayıp öldürülmüyor mu? Bu partide açık eşcinsel kimliği ile bir milletvekili adayı var, (Barış Sulu/Eskişehir) Ve Türkiye’de şimdi yüzbinlerce genç insan açık bir şekilde toplama kamplarında yaşıyorlar. Nasıl davranacaklarına, kaç saat uyuyacaklarına, ne yiyeceklerine kendilerinin hiçbir şekilde karar vermedikleri/veremedikleri. Ve hatta hemen hemen her hafta medyada satır aralarında “intihar etti” diyerek geçiştirilen genç insanların yaşamlarının tamamen şiddet, baskı ve keyfilik ile katledildiği kışlalardan, bir zulüm olan zorunlu askerlikten konuşuyorum. Bu zulme son vereceğini söyleyen tek parti HDP!

Bu üç neden bile bir an durup düşünmek için yeterlidir. “HDP’ye oy vermem için beni ikna eder misin?” diyen kadın arkadaşım, “ben anarşistim, sandıkta ne işim var” diyen anarşist yoldaşlarım, “LGBTİ bir birey olarak HDP’yi samimi bulmuyorum” diyen LGBTİ bireyi arkadaşlarım, “ya bırakın bunları” diyen kişisel hayatları dışında bir kaygıları olamayan keyfiyetçi arkadaşlarım… Bir an derim ki başka bir resim var, bu durum birilerinin yaşamı ile alakalı. Yani benim kendi teorik ve de a-politik duruşum dışında başka bir şey var, bu ülkede insanlar kadın oldukları için, bu ülkede insanlar eşcinsel, trans oldukları için, bu ülkede insanlar asker oldukları için ölüyor. Buna dur demek için muazzam bir emek ve de çaba ile kentlerimizi, sokaklarımızı, pazarlarımızı, okullarımızı, iş yerlerini adımlayan bu güzel insanlar için “evet ya ben de varım” demenin zamanı gelmedi mi?