Kuşkusuz HDP’nin hedef tahtasına oturtulduğu; atanmışların seçilmişleri hedef gösterdiği böylesi bir momentte HDP’nin kullanmış olduğu bir sloganın eleştirisi makul karşılanmayabilir. Gel görelim ki, bu itiraz kadüktür. İlkelerde esnemeyi vazetmektedir.

Sorun HDP’nin demokratik alandaki ontolojik varlığı, yasallığı vs. değildir.

“Bizler İktidara” söylemi HDP adına dahi söylenmiş olsa, demokratik komünalizm fikrini anlamamaktır.

HDP başlangıç verisi olarak komünü esas alan, demokrasiyi hakikat ontolojisi olarak kavrayan, komün demokrasisini ilke edinen bir partidir. Toplumsal-doğa (komün) ve ulus-toplumu (devlet iktidarı) çatışma düzleminde ele alan bir partidir.

O nedenle Komün, iktidar talep etmediği gibi, iktidara da gelmez; iktidarı, devingen kuvvetleri ve yaşam fikri ile dağıtır.

İktidarlaşma -Abdullah Öcalan’ın gayet yerinde bir analizle vurguladığı gibi- uluslaşmanın dinselleştirilmesidir. Dinler nasıl burjuvazinin hegemonyası altında millileştirildi ise uluslar da milliyetçilik dini ile iktidarlaştırılmışlardır.

İktidar, toplumsal hakikatin ters-yüz edilmesi, kapitalist-modernite içinde kendine yer açmaktır. HDP’nin asli gündemi, iyi yönetilir bir Türk devleti ve bu devlete hükmeden bir güç olarak kendini konuşlandırmak değildir.

HDP, Türk ulus-devletinin yönetimine aday değildir; başka bir ulus-devletin yönetimine de aday değildir. HDP’nin Türkiyelileşmesi ne ulusal ölçekte ne de enternasyonal düzeyde -neoliberal yönetimsellikte- yönetme rasyonalitesi içinde yer edinmek değildir. HDP’nin Türkiyelileşmesi Türklerin de uluslaşma sürecini yaşamadan usul-devlet içinde boğulduğunu, kapitalist-modernitenin tıpkı diğer halklara olduğu gibi Türklere de kendilerini ifade etme kanalı bırakmadığını, mevcut ulus-devletçi paradigmanın ilgili ulusun potansiyellerini gerçekleştirme kanallarından yoksun bıraktığını gür sesle dillendirmektir. Bu paradigmayı anlatmak barış sürecinin anlatılmasını önceleyen şeydir. Kurucu, ilkedir. İlkesiz barış ol(a)maz. Yoksa barış soyut bir kavram olmaktan öte bir muhteva taşımaz.

HDP mevcut varlığıyla, politik bir beden olarak ulus-devlet anlatısını karşısına almıştır. Düzen güçlerinin hedef tahtasına oturtulması bundandır.

HDP’yi Kantçı bir yerden bir deneyim alanı olarak ele alanlar ontolojik olarak 'HDP' ve 'Komün' kavramının birlikte kullanılmasını anlayamazlar. Hatta, 'Komün nasıl temsilde dile gelebilir?' gibi sözler etmeleri, kavrayışsızlıklarının tutarlılığı gereğidir. Yok, HDP’yi bir gövde-beden olarak yeğinliği üzerinden ele alanlar ise ondaki komünalliği rahatlıkla temsil edebilirler. Çünkü antinomiyi HDP’nin yasallığı üzerinden kurduğunu söyleyenler onu ampirik alanla ve bu alanın doğal sınırları belirlenimleri dahilinde düşündüklerinin farkında dahi değildirler. Aynı kavrayış(sızlık) sahipleri Rojava’ya neden 'Komün' diyor, bunu anlamak güçtür. Rojava Komün ise HDP de komün demokrasinin kurucu gücüdür. Rojava’nın komünalliği deneyimle sınırlı değildir.

Tartışmayı HDP’nin yasallığı ve bu söylemin felsefi temeli olan temsil teorisi üzerinden düşünecek olursak; Komün’ün yani çoklu ve devingen kuvvetlerin, sonsuz tekilliklerin Bir’de temsili olamaz itirazıdır. Çünkü parlamento bir’dir. Bir ise temsildir, sonludur. Temsil suretini sonsuz kez açığa çıkarmasının önemi yoktur çünkü sonsuz sonluda forma sokulmuş, bir’e gelmiştir.

Aynı anlayış sahipleri Rojava’nın da bir coğrafya ve ölçek olduğundan hareketle kavrayışsızlıklarının tutarlılığı gereği komün dememelidir. Çünkü –anlamadıkları üzre- Rojava Komünü, komünün bir’liği değil, komünün dağılımıdır. İktidarın ampirik olarak dağıtıldığı yeri sunması açısından komündür. Aynı şekilde bugün HDP’de bu paradigma ile siyaset yürütmekle mükelleftir, yürütüyor, yürütecek!..

İktidarın dağıtılması demek komünün yayılımı demektir. Komünalizm talep siyaseti değildir; farklı politik aidiyetlerin, temsillerin kendi talepleri üzerinden yan yanalığı hiç değil. Komünalizm ortak bir ethos üzerinden örgütlenme ilkesidir. Komünalliğin sunduğu yeni öznellik, farklı politik kimliklerin (aidiyetlerin) yanyana gelmesi üzerinden yapıl(a)maz. Şayet yapılıyor ise burada “yeni” olan yoktur.

Komünal öznellik eski solun ultra-sınıfçılığı ile “yeni solun” toplumu kimlik üzerinden okumasını harmanlamak değildir. Eski solun sınıfçılığı da yeni solun kimlikçiliği de antagonizma üretememek anlamında kardeştir. Sınıf mücadelesi ücretli emeğin olumlanması olmadığı gibi, bir sınıfsızlaşma pratiği olduğu gibi; kimlik mücadelesi de kimliğin olumlanması değil bir kimliksizleşme mücadelesidir. Komünal bir siyasete uzanmak, ortak olan’ı inşa etmek bu gibi sorunsallarla yola koyulmaktan yeni bir yaşamı duyumsamaktan geçiyor.

Yeni öznellik demek özne konumlarını Ortak Olan(Komünite) için bırakan yeni bir siyaset demek. Kürt Özgürleşme Hareketi ulus fikrini kendi komünal ethos’u için terk eden uluslarüstü(subranational) bir harekettir. Hareketin dünyasallığı, “proje”nin gücü ve evrenselliği ve bazılarının çok sevdiği bir kavram olması itibariyle “yeni”liği de buradan gelir.

"Bizler İktidara!" değil, "Özyönetim'le Bizler Yeni Yaşam'a!"

* Bu yazı, Özgür Blog'dan alınmıştır.