HDP'nin yeni süreci ile birlikte 'radikal demokrasi' söylemi Türkiye siyaset sahnesine daha bir girmeye başladı. Oysa seçimlerden hemen sonraki tabloda kimi milliyetçi Kürt birey ve çevreleri başta olmak üzere, bazı dar/ortodoks Türk sol çevreleri "HDP'nin süreci tamamlanmıştır, işi bitmiştir" heyecanı ile yazılar yazdılar, açıklamalarda bulundular. Hatta seçim sonuçunu “ben haklı çıktım, bu proje başından itibaren bir dayatmaydı” şeklinde değerlendirip, HDP’ye basit yaklaşımlarını da açık etmiş oluyorlardı. Oysa HDP bir proje değil, bu coğrafyanın halkları için bir arada eşit ve de özgür yaşamanın bir adıydı. HDP kendisini, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin partisi ve özgürlük arayışı olarak ifade ediyordu.

Son adımları ile HDP, söylemi, parti programı ve koyduğu hedefleri ile bir yere gitmeyeceğini, hatta bundan sonra daha çok hayatlarımızda olacağını göstermiş oldu. Hayatın içinden baktığımızda aslında HDP gibi bir yapı ciddi bir ihtiyaç olarak da duruyor. Farklı boyunduruk altına alma biçimlerine karşı verilen çeşitli demokratik mücadeleler arasında bir eşdeğerlilik zincirini yaratmak, cinsiyetçilik, ırkçılık ve cinsel ayrımcılığa karşı mücadeleler ve çevre mücadelelerinin, yeni bir sol kanat hegemonik projede, işçilerin mücadelesiyle eklemlenmesi olarak da ifade edilen ‘radikal demokrasi’ HDP içinde gerçeğini bulacak gibi.

Laclau ve Mouffe 1980'li yılların başında özellikle de muhafazakar liberalizme karşı geliştirdikleri politik açılımı ‘radikal demokrasi’ olarak kavramlaştırdılar. Solun ‘kimlik siyaseti’ diyerek hafife aldığı ‘kültürel mücadele’ cephesinin öneminin altını çizen ikili, böyle bir radikal demokratik siyaset biçiminin Sol için en acil hedef olduğunu ilan ettiler. HDP'nin programındaki Patriyarkal sistemin “ahlak” adı altında pekiştirilmesi kabul edilemez. Kimsenin yaşam hakkı elinden alınamaz; cinsiyeti, cinsel yönelimi, kimliği, dini veya dili yüzünden kimse dışlanamaz, ezilemez. Kimse kendi emeğine yabancılaşmayı kanıksamak, geçim ve yaşam kaynaklarının ipotek altına alınmasına karşı sessiz kalmak zorunda değildir, yaklaşımın kavramsal karşılığı 'radikal demokrasi'dir.

Türkiye siyaset tarihinde yeni bir süreç başlamıştır. Abdullah Öcalan, Ortak Vatan, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus temelinde ortaya koyduğu çözümleme ve değerlendirmelerin böylesi bir yapı ile hayat bulabiliceğini söylerken bu yeni sürece dikkat çekiyor. Kimi çevre ve de yapıların “neden bu inat” yaklaşımlarına rağmen ‘radikal demokrasi” ile de ifadesini bulacak bu yeni sürecin hayat içinde ciddi bir karşılığı vardır. Türkiye toplumunu son seçimlerde de bir kez daha gördük, bir şeyler ürettiği, kattığı, geliştirdiği için değil de “ya” diyerek karşı bir korkunun etkisi ile siyaseten durduğu yeri belirledi.

Toplumsal/kitlesel bir hareket yaratılmak ve de bu hareket ile Türkiye’de etken siyaset değiştirilmek isteniyorsa bu durumun görülmesi gerekiyor. Kitleler ‘benim için ürettiği, bana değer kattığı’ için değil, ‘beni ona karşı koruyacağı için’ diyerek bir duruş sergiliyor. Bu korku siyasetidir. Kemalist militer sistem CHP-MHP’de, milliyetçi muhafazakar militer sistem AKP’de bu korkuyu üreterek siyaset yapıyor.

Türkiye Cumhuriyeti devleti korkular üreten ve bu korkuları pazarlayan bir sistem olarak kendisine yaşam alanı oluşturdu. Bir yandan DTK ve HDK, diğer yandan BDP ve HDP bunu hayata geçirecek siyasi öngörü ve de deneyime sahiptir.

Ancak gene bu yapıların bütün bu politikaları hayata geçirmenin önünde kendilerinden kaynaklı engellerin de farkında olduklarını düşünüyorum. Kürt Özgürlük Hareketi ile kendisini emeği ile var eden, özgürleşen ve de özgürleştiren ciddi bir dinamik var. Gelişmiş bir demokrasi kültürü var. Son seçimlerde kendi partileri BDP’ye Cölemerg’de “ancak belediyeyi alacağınız kadar bir oy vereceğiz” diyen bu halkın siyasi duruşunu iyi görmek ve anlamak gerekiyor. Yine Van sokaklarından doğru baktığımızda yurttaşların ‘bu kent BDP’ye verdiği gücün daha büyüğüne sahip ancak BDP bunu hak etsin” demelerini çok iyi anlamak gerekiyor.

Bugün Amed, Van, Cölemerg, Dersim ve daha birçok yaşam alanından doğru halk ve de emekçi kesimler ‘radikal demokrasi’yi hayata geçiriyor ve de gereklerini yerine getiriyorlar. İşte bu noktada HDP de bu gerçeği görüp buna uygun bir politik hat içine girecek mi? Burada en önemli etkenlerden biri gerçek hali ile emekçi olarak bu sürecin bir parçası olmak. Bu konuda en büyük engel şimdi her zaman bulunduğu yerden çok rahat konuşan ama sokak, örgütlenme, emek dendiğinde ise her zaman başka “iş”leri olan kimi sol yapıların bu durumlarını radikal bir şekilde geride bırakıp bırakamayacaklardır. Bu süreç gerçek anlamda emekçi olmayı gerekli kılıyor, gerisi mutlaka gelecektir.