2017 Başkanlık Referandumu’na doğru süreç ilerlerken, gayet çoğulcu bir “Hayır” hareketi adım adım ilerliyor. Ulusalcısından ülkücüsüne, sekülerizmi kimliğinin başat öğesi göreninden Kemalizm karşıtına, geniş bir yelpazede insanlar, örgütler ve siyasi partiler “Hayır” kampanyaları yürütüyorlar. Bu eşi görülmemiş baskı döneminde umut verici gelişmeler de yaşanıyor. Bölgeye gidenler güzel anekdotlarla dönüyor, sosyal medya çok canlı, “hayır” kampanyalarının videoları, haberleri cıvıl cıvıl. Üstelik kimi araştırmalar “hayır” oylarının önde gittiğini açıklıyor.

Elbette Hayır cephesinin çabalarının ana hedefi, Evet tabanı olmalı; çünkü kemikleşmiş çekirdek dışındaki kitlelerin zihninde soru işaretleri uyandırılması hayati önemde. Kendi kendimize ajitasyon-propaganda yapmanın anlamsızlığı açık olduğuna göre, meselenin bu noktası tartışılmayacak kadar ortada.

Ama aynı derecede önemli bir nokta daha var: Seçim güvenliğiyle ilgili deneyimli sivil girişimciler de, konuyla ilgili araştırmacılar da “kararsızlar” ile çeşitli nedenlerle sandığa gitmeye(bile)ceklerin oranının sonuç belirleyici olduğu noktasında birleşiyor.

Tabii ki, kararsız kesimi potansiyel “Evet” seçmeni olarak görmek ve çalışmak gerekiyor; burada da tartışılacak bir nokta yok. Ama sandığa gitmeme eğilimine karşı canı dişe takarak çaba harcama konusu, üzerinde konuşulmayı, görüş alışverişinde bulunmayı hak ediyor; çünkü meselenin tam da bu yanı tartışmaya açık.

Çünkü sistem karşıtı bir kısım Kürt boykotu savunuyor. Verili koşullarda boykot alternatifinin yanlış olduğunu en güzel nasıl anlatacağımız tabii çok önemli, ama boykotu savunan Kürtlere nasıl yaklaştığımız da bir o kadar önemli.

Hayır’ı bugün en etkili direniş hattı olarak gören bizler, bunun için emek veren dostlar, özellikle Hayır’ı bu cehennem günlerinde iplik iplik dokuyan HDP’liler boykotu savunanları düşmanlaştıracaklar mı, sayıca az olduklarına bakıp yenilgiye uğratılması kolay bir rakip mi görecekler, dahası onları “hainler” olarak yaftalayıp sözü edilmesi gereksiz unsurlar olarak mı gösterecekler? Yoksa Kürdün Kürtle birliğine, aynı zamanda Kürtlerden yana olanların da farklı düşünen Kürtleri anlamalarına önem vererek, en önemlisi, sistemin dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı kültürüne karşı kendi içerici, kapsayıcı muhalefet kültürünü yükselterek, öfkeye kapılmadan, sakince Hayır tavrının neden daha doğru olduğunu bıkmadan usanmadan anlatacaklar mı?

Boykotu savunanların bir kısmı siyasi saiklerle hareket ediyor; Kürt hareketinin ana damarına muhalefet, ilaveten HDP karşıtlığı üzerinden bir referandum politikasını benimsemiş durumda. Bir kısım Boykot yandaşları da el altından siyasi iktidar tarafından destekleniyor. Burası açık.

Ama bir de bunlar dışında bir kısım Kürt var ki, sayısal olarak belirleyici olmayabilirler, bilmiyoruz, ama çok sahici bir isyanı, öfkeyi temsil ediyorlar. Boykotu savunanların, en azından benim kulak verdiğim bir kısmı mealen diyor ki, “iki seçenekten ‘Hayır’ı ‘Evet’e tercih ederek, mevcut rejimin/sistemin meşruiyetini onaylamış oluyoruz. Beterin beterinin alternatif olarak önümüze konulması karşısında mevcut durumu ehven-i şermiş gibi sunmuş oluyoruz kamuoyuna. Oysa mevcut sistem, sömürgeci yapı, bizi çoktan dışladı. Kürtlerin ve Kürtlerle dayanışma içinde olanların partisi HDP düşman ilan edildi, milletvekilleri gözaltına alındı, tutuklandı, keyfi gözaltılar, tutuklamalar sürekli tehdidin aracı haline geldi. Kentlerimiz yerle bir edildi, yıkılmaya devam ediyor, insanlar bodrumlarda yakıldı, katledilen sivillerin cenazeleri haftalarca sokakta bekletildi, hâlâ teşhis edilmemiş cenazeler ve cenazesi bulunamamış kayıplar var. Kürtler yerlerinden edilmek suretiyle bir nüfus mühendisliği planlanıyor. Daha ne olması gerek bizim bu sistemi reddetmemiz ve bu sistemin referandumunu tanımıyoruz dememiz için?

Eğri oturup doğru konuşalım, yukarıda çizilen tablonun bütününü düşününce, boykotu samimiyetle savunanların gerekçesi, özellikle de “ehven-i şer” ile “beterin beteri” arasında seçim yapmaya zorlanma meselesi oldukça önemli. Kişisel olarak ben, yaşanan benzersiz dehşetle ilgili söylenenleri ve bu koşullarda sistem dışı kalma davetini yürekten anlıyor ve içinde bir doğruyu barındırdığını düşünüyorum. Ama bu haklılık payı, verili koşullarda, yakın tarihin bu özgül döneminde “Boykot” seçeneğinin, tam da Cumhuriyet’in Kürt tarihinin tanığı Tarık Ziya Ekinci’nin dediği gibi “intihar” olacağı gerçeğini değiştirmiyor.

Çünkü iç içe geçmiş, sonsuz çeşitlilikteki faktörlerin bir araya gelmesiyle, bugün Evet’ler ile Hayır’ların mücadelesi, tarihin bu spesifik anında, biz eskilerin deyimiyle “baş çelişki” durumunda. Ama bunu baş çelişki haline getiren, şimdiki durumla, getirilmek istenen yeni durum arasında seçim yapmayı dayatan biz değiliz, iktidardakiler. Bu referandumu kendi doğrularının sağlaması olarak görüp, Evet’lerle Hayır’ların savaşı olarak kurguladılar ve sahneye koydular.

Hayır’ın gerekçesi, sadece ve basitçe, dayattıkları fiili durumun, Evet’ler üzerinden yasallaştırılacak, kurumsallaştırılacak olması değil. Hayır, aynı zamanda, Evet’ler üzerinden, kendi deyişleriyle “milli irade”nin onayını alarak mevcut yönetimin zaferini ilan etmesi şeklinde geliştirdikleri kurgunun boşa çıkarılması demek. Mevcut devlet aklının – kendisinin kurduğu bu referandum oyununda – yenilgiye uğratılması demek. Hayır demek, referandumla, deyim yerindeyse bir çeşit kavgaya davet edilenlerin “davetiniz kabulümüzdür” demesi, boykot ise kavgaya davet edilenlerin susmasıdır.

Daha pratik hayata dair bir gerekçe de şu ki, kamuoyu referandum sonuçlarında Evet ile Hayır’ların yüzdesine bakacak. Sandığa gitmeyenlerin yüzdesine bakmayacak. Hayır hanesindeki her %1’lik dilim devlet yetkililerinin kamuoyu tarafından sorgulanabilirliğini artıracak, sistemin özgüveninin daha da artmasına, içinde yaşadığımız karanlığın daha da koyulaşmasını engelleyecekken, kullanılmayan oylar tam da bu nedenle Evet hanesinin işine yarayacak.

Bunlar Hayır’ı savunan herkesin üzerinde anlaşılacağı noktalar. Üzerinde anlaşmamız gereken nokta ise, boykotu savunanlara dışlayıcı, düşmanlaştırıcı değil, kapsayıcı, içerici yaklaşmanın önemi.

Tekrar ediyorum, “Boykot”a çağrıların sistem içi odaklar tarafından kullanılmak istendiği, özellikle cesaretlendirildiği olasılığını göz ardı ediyor değilim. Ama bizleri beterin beterini seçmeye zorlayan bu referandum oyununa, son derece sahici bir tepkiyle dahil olmak istemeyenler, salt bu nedenle – yani karşıtlarımızca kullanılması olasılığı gerekçesiyle – göz ardı edilirse, hem adaletsiz davranılmış olur, hem de Kürtler ve Kürtlerin dostları arasındaki yarılmalar derinleştirilir.

Yani demem o ki, Hayır kampanyaları yalnızca sisteme karşı direniş değil, aynı zamanda uzun dönemde, gelecek kuşakları da düşündüğümüzde, Kürdün Kürtle birliği açısından ve sistemin bize dayattığından farklı, katılımcı ve dışlayıcı olmayan bir mücadele kültürünü besleyip geliştirmek açısından “Hayır”ın “Boykot”la imtihanı olacak.