Şili’deki referandumda Augusto Pinochet’nin sekiz yıl daha iktidarda kalmasını ‘Hayır’ deyip engelleyen muhalif kampanyanın yaratıcılarından Eugenio Garcia, yürüttükleri kampanyayı anlattı.

Evrensel'den Elif Görgü'ye konuşan Eugenio Garcia, Türkiye'de gerçekleşecek olan referandum için de öneride bulundu. Garcia, "Türkiyelileri bir araya getirecek duygu bulunmalı. ‘Hayır’ Erdoğan’a değil, onun yarattığı bölünme ve çatışma sistemine yönelik olmalı" dedi.

Elif Görgü'nün Eugenio Garcia ile söyleşisinin bir bölümü şöyle:

O dönemin ‘Hayır’ kampanyasının başarılı olduğunu biliyoruz, ancak o anda, yakın dönemdeki acıların bu kadar taze olduğu bir dönemde ‘mutluluk’ üzerine kurulu bir kampanya örgütlemek büyük risk değil miydi? Bunu biraz filmde de izleme şansımız oldu ama yine de kampanyanın yaşadığı zorlukları ve kilit kararları bir de siz anlatır mısınız?

Kampanyanın en büyük zorluğu ülkeye yerleştirilen korkuyu yenilgiye uğratabilmekti. Muhaliflerin, seçim sürecinin yeni bir baskı, kayıplar, işkence ve ölüm dalgası ortaya çıkaracağından korkusu...

Pinochet taraftarlarından; diktatörlük yıllarında gerçekleştirdikleri tüm şiddetin geri geleceğinden duyulan korku... Muhalifler zaten rejimin tüm korkunçluğunu hatırlıyorlardı, bunları onlar için tekrarlamaya gerek yoktu. Bizim grubun hedefi kararsızlardı: Değişimden korkan yaşlılar ve seçim döneminin güvenilirliğinden kuşku duyan gençler.

Diğer yandan, en önemlisi seçimi kazanmak değildi, kazanılacak zaferin tanınacağı, demokratik bir hükümetin kurulabileceği ve bu hükümetin sürebileceği duygusunun hakim kılınacağı atmosferi yaratabilmekti.

Kampanyanın vaadi, diktatörlükte karakterize olan bütün o baskı, şiddet, hakimiyet, düşünsel aptallık ve bayağılığın sona erebileceği, böylece mutluluk atmosferinin ülkeye hakim olabileceğiydi.

Kitleler arasında korku hakimdi fakat, sonuçların birbirinden çok uzak olmamasına bakarsak, sadece elitlerin ya da aşırıcı sağcıların değil yoksulların, emekçilerin de önemli bir kısmı Pinochet iktidarına ikna olmuş olmalı. Bu kesimlerle nasıl iletişim kurdunuz ve ikna ettiniz?

Pinochet’in üst sınıflardan olduğu gibi alt sınıflardan da taraftarları arasında bu düzeni isteyenler vardı. Pinochet baskındı ve bu insanlar güvende hissediyordu. Eğer bizim kampanyamız rejimin şiddetini göstermeye odaklanmış olsaydı, insanların aynı şiddetle cezalandırılabileceğini ima etmiş de olacaktı ve bu düzenin taraftarlarını korkutuyordu. Şili’de bir deyiş vardır: “Tanınan şeytan, tanışılmak üzere olan şeytandan yeğdir.” Bu mantık karşısında ‘Hayır’ı destekleyenler olarak sağduyu göstermeli, ölçülü olmalı ve yürekten konuşmalıydık, çoktan kaybetmiş bir ruhla değil.

Filmde izlediğimiz daha çok televizyon kampanyasıydı. Fakat günde 15 dakika yeterli miydi? Kampanya’nın başka çalışmaları yok muydu?

Televizyon üzerinde 15 yıllık mutlak kontrol karşısında 15 dakikalık muhalif ses fazla bile. Gösterim büyük etki yarattı. Ülke felç olmuş gibi izliyordu ve Evet cephesinden farkı çok açıktı. Sadece yaratıcılığının ve prodüksiyonun niteliği açısıdan değil (tüm iyi yaratıcı yazarlar ve reklamcılar Hayır taraftarıydı) bunun yanı sıra iki seçeneğin arkasındaki insan niteliği arasındaki fark çok açıktı.

Evet’in tanıtımları niteliksiz ve şiddet doluydu. Sadece televizyon değil, sokak tanıtımları, tüm kentlerdeki kitle etkinlikleri, yürüyüşleri ve eylemleri de öyleydi.

Halka seslenmek için kullanılabilecek çok sayıda farklı kitle iletişim aracı ve sosyal medyanın varlığını düşünürsek, otoriter bir yönetime karşı bugün yürütülecek ‘hayır’ kampanyası nasıl olurdu?

Bugün sosyal medyanın varlığı nedeniyle kitle iletişimini kontrol etmek imkansız. Herkes kendi arkadaş ağını etkileme imkanına sahip ve bu kişinin vermek istediği mesajın kontrol edilmeden yayılmasına izin veriyor. Bugün en zoru, bu dağınıklıkta bir tutarlılık yakalayarak hedef birliğini gösterebilmek, ahlaki üstünlüğü gösterebilmek olurdu; sadece diktatörü eleştirmenin başarısız olacağını artık hepimiz biliyoruz.

1988 referandumunda ‘Hayır’ kampanyasının sloganı, “Şili, mutluluk geliyor”du. Şili’de gerçekten mutluluk geldi mi? Çünkü Şili’de hâlâ diktatörlük döneminin yasaları, politikacıları, politikaları ve zihniyeti, belli ölçüde de olsa, mevcut...

Evet, kesinlikle vadedilen mutluluk geldi. Pinochet’in yenilgisi bir neşe ve iyimserlik patlaması yarattı ve bu ülkenin ruh halini değiştirdi, hepimizi umutla doldurdu. Pinochet’in demokrasiyi kontrol sisteminin yapısal olarak dağıtılması süreci de adım adım gerçekleştirildi. Anayasada kalıcı olarak birçok değişiklik yapıldı ve bugün yeni bir anayasa yaratma sürecindeyiz.

Türkiye’de bugünkü siyasi sürece bakarak (burada özellikle OHAL dönemindeki hak ihlalleri; kurum kapatma, işten atma, tutuklama kararları konusundaki istatistikleri aktarıyorum) anayasa referandumuna ‘Hayır’ kampanyası için önerileriniz olur muydu?

Türkiye’deki durumu, üzerine yorum yapabilecek kadar iyi bilmiyorum, ama bugünün politikalarının ikilemlerinin genellikle etik ikilemler olduğunu söyleyebilirim. Anladığım kadarıyla Erdoğan da, yükselen muhalefetin ahlakıyla çatışarak kendi iktidarına anlam kazandırıyor. Diktatörlerin besin kaynağı genellikle -gerçek ya da hayali ancak her zaman bilerek abartılmış olan- düşman korkusudur.

Bu korkuyu yenmenin yolu tehdit etmek değil, kolları indirmek ve Türkiyelileri bir araya getirecek duyguyu bulmak olabilir. Yenilecek düşman; bölünmüş, çatışma halindeki, kardeşin kardeşle kavga ettiği Türkiye’dir. Benim fikrime göre verilecek ‘Hayır’ Erdoğan’a değil, onun yarattığı bölünme ve çatışma sistemine yönelik olmalı.

SÖYLEŞİNİN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

NOT: Görsel, Şili'de Pinochet'e karşı yürütülen 'hayır kampanyasını anlatan 'No' filminden alınmıştır