Kapkaranlık günlerden geçiyoruz. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen günler. Bu günlerde geçtiğimiz hafta iyi bir şeyler oldu.

Kim ne kadar haberdar bilmiyorum lakin Haydarpaşa Gar'ında beş gün süren kitap günleri vardı.

Bunca yoğun gündem içinde belki üzerinden onlarca yıl geçmiş kadar eskide kaldı Haydarpaşa Kitap Günleri. Ama "kitap her daim güncel"den yola çıkarak "kitap günleri de her daim günceldir" diyerek birkaç söz söyleyeceğim.



Herkesin bir Haydarpaşa Garı vardır belleğinde, kiminin bir film karesinde, kiminin bir roman cümlesinde gelir aklına gar.
Benim garla bağım izleğim filmlerle başladı ilkin.

Sonra bir şekilde yola çıkan, yoldan gelen yolcu oldum garda. O tarihi, akılmaz büyülü mekana ilk gittiğimde yani 23 yıl önce aklım başımdan gitmişti. Sonra hep gittim orada soluklanmaya.

Oradan yola çıkmak başkaydı.. Dönüp, tekrar karşılaşmak isteğin, sımsıcak saran bir dosttu Haydarpaşa Garı benim için.

Ülkede her şeyin daha da sarpa sarmaya başladığı günlerde 1 Şubat 2012'de güya bize daha hızlı trenleri getirmek için tren seferlerine ara verildi. Seferlere ara verilmeden iki yıl önce 28 Kasım 2010'da çatısında nedeni bilinmeyen bir yangın çıktı ve sonucunda çatının büyük bir  bölümü yandı, söndürme esnasında kullanılan tazyikli deniz suyu dış cephenin kaplama taşları ve ahşap doğramalarında hasara neden oldu. Bu yangında bu coğrafyanın nedeni bilinmeyen yangınlarından biri olarak kaldı hafızalarda.

Oysaki azıcık düşünebilen her insan evladı bildi niye, kim tarafından, ne amaçla yakıldığını. Seferlere ara verileli geçen yaklaşık 4,5 yıllık sürede Haydarpaşa Dayanışması -ki çoğu tren yolu ve gar emekçisi olan insanlar- her pazar saat 13:00'de orada buluşarak "Haydarpaşa gardır, gar kalacak" sözünü söyledi, bıkmadan, usanmadan, direnerek..

Bu süre zarfında gar içimizin almadığı pek çok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Kahve tadımdan tutun da janjanlı sergilere kadar.

Ta ki geçen haftaki Kadıköy Kitap Günleri olana değin gar öylece kalakalmıştı iktidarın elinin altında.

Kadıköy Belediyesi'nce düzenlenen kitap günleri kapsamında pek çok etkinlik ve imza günleri de yapıldı.

Birbirinden kıymetli yazarlarla, yayın evleriyle buluştuk.

En güzel yanlarından biri şehrin  merkezinde iki adım uzağımızda olmasıydı. Ulaşıbilirdi.

Şehir merkezi dışında olan TÜYAP çoğumuzun ilgi alanı dışında kalmıştı yıllardır yol mesafesi nedeniyle.

Panellerin içeriği oldukça zengindi. Çok kıymetli konularda işin ehli insanlar sözünü söyledi.

Panellerle ilgili tek eleştirim toplumsal cinsiyet eşitliğinin gözetilmediği ve erkeklerin %80 gibi bir ağırlıkta sözünü söylemesiydi. Zira toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ülkedeki ilk çalıştayı yapan bir belediyede bu konunun gözden kaçması çok da kabul edilebilir gelmedi bana.

Etkinliğin son günü yapılan bir panel en kıymetlisiydi bana göre.

"Haydarpaşa'yı Savunmak" başlığı ile "garı asıl amacı olan ulaşım eksenine taşımalı"ya dair çok gerçek sözler söylendi.

Belediye başkanı Aykurt Nuhoğlu da ilgili panelde konuşmacıydı. Etkinliğin tüm projesini, planını belediye çalışanlarının hayata geçirdiğini, çok az bir maliyetle bu işi kotardıklarını aktardı. Tabiki garın asıl amacı olan ulaşım meselesini es geçmedi.

Beş gün süren etkinliğin son dört gününü kapanış saati olan 22.00'ye kadar orada geçirdim.

Kalbim, ruhum arındı, yıkandı paklandı kitap kokusuyla.

Beş gün boyunca yüz binin üzerinde insan ziyaret etmiş kitap günlerini, dolayısıyla garı. Sadece biz insanlar değil garın yerleşiği güzelim kediler vardı, narince salınarak yürüyen kitapların arasında. Sanırsın okumayı bin yıllardır biliyorlar edasıyla.

Oradayken o kadar güzel olaylara tanıklık ettim ki insana dair umudum tazelendi.

Kitap okuyan insan başkadır, aklını kullanma eğilimindedir bana göre.

Arada soluklanmak için oturduğum banklarda tanımadığım insanlarla lafladım. Bir banka oturdum arada soluklanmak için yine. İki kadın, çantam, çayım ve ıvır zıvırımla yayıldığım bankta oturmak için izin istedi. Tüm bankı kapladığım için özür diledim.
Sigaradan rahatsız olup olmadıklarını sordum. "Sigara içiyoruz diye buraya geldik, siz de içiyorsunuz" dediler.. Ardından konu Gar ve kitaplar. "Ne iyi olmuş" dedi yanımda oturan kadın. "Yıllardır gelmeyeli özlemişim burayı, yıllarca trenle yolculuk yaptım buradan, treni yakalamak için koşardık çoğu zaman, şimdi tren de yok. Anılarımızı yok etmek istiyorlar" dedi.

"Anılarımızı yok etmek istiyorlar" cümlesi kitap günleri kapsamında katıldığım bir panelin cümleleriyle bire bir aynıydı.
Belleğimizi yok etmek istiyorlar, kentin belleğini silmek, bizim belleğimizi silmekle aynı, kenti kent yapan biziz.
Sessizce bakıp sigaralarımızı çektik derince, içlenerek.

Garla kitaplar ayrı kaldıktan sonra kucaklaşan eski dostlar gibiydi. Kucaklaşma hepimize iyi gelmişti.. Ruhu tamir etmede bir yol haritası çizmişti bu kapkaranlık günlerde.

Bazı eski vagonlar  okuma ve etkinlik mekanı olarak düzenlenmişti.

İnsanlar vagonlarda kitap okudular, oturup soluklandılar ve çılgınca fotoğraf çektiler ve çektirdiler beş gün boyunca.

Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki hayatında trene hiç binmemiş binlerce insan tren, vagon ve peron gördü. Ve o beş gün boyunca çekilen fotoğraflar dünya tarihi boyunca tren ve gara dair çekilen en fazla sayıdaki fotoğraf sıralamaasında en üst sıraya oturdu çoktan.

Standlarda dolaşırken gördüğüm kitaplar tüm yaşamımı serdi önüme. Ne güzel karşılaşmalardı bunlar.

Rıfat Ilgaz'ın Sarı Yazma'sını gördüm, içim titredi, yanında Yıldız Karayel duruyordu. Onları yeniden okuma zamanım gelmiş, hırçın Karadeniz çağırdı beni yeniden.

Jack London'ı gördüm sonra. Beyaz Diş o soğuk iklimden gelip gülümsedi. Yanyana durduk standın önünde Beyaz Diş'le, nasıl hayatta kalınacağını fısıldadı peronların arasından.

Defalarca satın aldığım Ursula K.Le Guin'in Mülksüzler'ini aldım genç bir dostum için. Jack London olur da Martin Eden'siz olur mu? Defaten aldığım ama hep birilerine verdiğim Martin Eden'i sarıp sarmalayıp sevdim kucağımda.

Mikhaíl Bulgakov'un Köpek Kalbi'ni Nuh'dan kendime hediye ettim.

Bulgakov'la Nuhcum tanıştırmıştı beni.

O peronlar boyunca yanımda dolaştı Nuh benimle, gülümsedi kitapları izledikçe..



Kitap günleri boyunca orada vakit geçirince Kadıköy Belediyesi çalışanlarıyla tanıdık olduk. Karşılaştığım her çalışan bizim gibi işe gider modunun dışında oraya bizim gibi gelen katılımcıların heyecanıyla doluydu. Hepsi güler yüzlü, orada olmaktan mutlu görünüyordu işlerini yaparken.

Bu bile biz katılımcılar için ayrı bir güzellikti.

Ha birde yazarlar mevzuu var. Bunu yazmazsam ölürüm zira. Tarihe tanıklık etmiş muazzam yazarlar geldi. Son derece mütevazı, biz okurla buluşmaktan heyecan duyan.

Adnan Özyalçıner'i anmadan geçemem. Her gün sabah 11:00 akşam 21:00-21:30 büyük bir mutlulukla sevgili eşi, kaybettiğimiz kıymetli şair Sennur Sezer'in kitaplarını ve kendi kitaplarını imzalıyordu. Hangi konuda olursa olsun sorulara, sohbete asla hayır demiyordu. İlk kitabını imzalayan bir yazarın heyecanı ve mutluluğuyla gözleri parlıyordu.

Bir de bir yada iki tane kitap yazıp burnu Kaf Dağı'nda olan yazarlar vardı. Biz okurlar iki durumu karşılaştırıp gülümsedik çoğunlukla burnu Kaf Dağı'nda olan yazarların cehaletine.

Üzerinden bir hafta geçmiş olsa da pek çok insanın belleğinde yer eden günler geçirdik Haydarpaşa Garı'nda.

İnsana, bir arada olmaya dair umudumuz tazelendi.

Cenaze, taziye, duruşma salonu dışında karşılaştık dostlarla, sahildeki çay bahçesinde güneşi batırdık ince belli bardakta çaylar ve güzelim sohbetlerle.

"Haydarpaşa gardır, gar kalacak" sözünden bir adım geri adım atmadık. Atmayacağız da. Ama gar olarak kalıp hayatımıza eşlik eden kitaplarla da garda buluşmak temennim.

Gar ve kitaplar yıllardır ayrı kalmış dostlar gibi kucaklaştı, bu sımsıcak kucaklaşma umut oldu hepimize.

Peronlar, kediler, kitaplar döngüye dair ahengi hatırlattı bize.