Dönem 12 Eylül dönemi...

Gölcük Askeri Sıkıyönetim Mahkemesi Kurtuluş örgütünün 4 üyesi için idam kararı verir...

Denilebilir ki, bu kararlar o dönemin olağan kararlarından sayılır. Şaşılacak bir durum değil.

Şaşırtıcı değil elbet. Yüzlerce idam kararı verilen 52’si infaz edilen bir dönemde bu karar niye şaşırtıcı olsun ki.

Mahkeme kararını anormal kılan, yıllar geçse de burada da yer vermemize neden olan kısım ise şu ibare: “(sanıkların) varlıkları ile yoklukları arasında ülke çıkarları açısından fark yoktur”.

İmam-cemaat ilişkisine ait ünlü benzetme dikkate alınacak olursa Devletin (sözde) Başkanının “asmayalım da besleyelim mi” sözünden sonra mahkemenin bu kararı ile helanın yolunu tutması normal karşılanabilir.

Peki, 12 Eylülün üstünden 30 yıl geçti. Değişen ne oldu?

Yurttaşına potansiyel suçlu, sanık olanlara, mahkumlara yok muamelesi yapan, hiç sayan anlayış hala geçerli

Cezaevleri hala kanamaya devam ediyor.

Dayak, işkence, kötü muamele, disiplin cezaları, infaz yakmalar cezaevinin yıllardan beri gerçeğidir.

Son yıllarda yöntem değiştirdiler.

Bunca eziyetten sonra hala ayakta kalmaya direnen mahkumlar için geliştirilen eziyet biçimi sağlıkla ilgili.

Yöntemin en bilinen hali şu: Sağlıksız cezaevi koşulları ile hasta et, tedavisini engelle, tedaviye götürme, tahliye olması gerekir diye hastane raporlarını görmezden gel. En sonunda yaşamını yitirsin.

Bu kadar olur mu diyenlere Ali Çekin’in hikayesini anlatayım.

PKK’ye yardım yataklıktan eşi ile birlikte tutuklanan Ali Çekin 77 yaşında ve kanser hastasıdır. Hastane raporlarının “tahliye edilmesi gerekir” demesi dikkate alınmaz. Serumla beslenmesi gerektiği halde cezaevi reviri kapalı olduğu için serum verilemez. İHD’nin ve çocuklarının bütün çabalarına karşın tahliye edilmez. 28 Temmuz 2008’de Siirt cezaevinde yaşamını yitirir.

Şu anda cezaevlerinde ölüm sınırında 40 civarında mahkum var. Taylan Çintay, Abdülsamet Çelik, Gülazer Akın, Halil Güneş, Ahmet Öztürk, Nurettin Soysal, ilk akla gelenlerden.

Cezaevlerindeki mahkumlar için, yaşam hakkı ve sağlık hakkı devletin sağlayacağı ve güvencesinde olan haklardandır.

Bu hak nasıl kullanılıyor ya da sağlanıyor derseniz iş orada biraz karışıyor. Aklım yettiğince özetleyeyim.

5 yıldızlı otel statüsünde olan F tipi cezaevinde iken Allah göstermesin hastalandınız. Çalıştığı bir günü denk getirip evvela cezaevi doktoruna muayene olacaksınız. Uygun görmesi halinde hastaneye sevk olabilirsiniz. Her tarafı kapalı bir cezaevi aracı içinde hastaneye götürülür ve mahkum odasına alınırsınız. Mahkum odası bodrum katta, penceresi olmayan, nemli bir odadır. Elleriniz kelepçelidir. Bazı durumlarda el ve ayaklarınızdan zincirlenirsiniz de. Beklemeye başlarsınız. Sıranız gelir. Doktorun yanına girersiniz. Muayene olurken güvenlik gerekçesi ile kelepçeniz açılmaz, jandarma dışarı çıkmaz. Burada bir parantez açıp, bu uygulamayı kabul eden doktorlar olduğu gibi, ne mutlu ki, atası hipokrat’ın yüzünü kara çıkarmayan, bu uygulamayı kabul etmeyen jandarmayı dışarı çıkaran, kelepçeleri açtıran doktorların olduğunu da belirtelim. Tahlilleriniz için mahkum koğuşuna konursunuz. El ve ayaklarınızdan yatağa kelepçelenirsiniz. Ziyaret için gelenlerle görüşemezsiniz. Bütün bu eziyetler sonucu hastane size “ tedavisi için tahliye olması gerekir” diye rapor verdi. Tamam artık tahliye olacak diye sevinmeyin. Çünkü bu raporun hiçbir anlamı yoktur. Bu raporun Adli Tıp Kurumu tarafından da onaylanması gerekir. Rapor Adli Tıp Kurumuna gönderilir. Adli Tıp Kurumu raporu inceler. Kabul edilebilir bulursa mahkumu Kuruma çağırır. Muayene eder. Muayene sonucu “tahliye” edilebilir” denirse tahliye işlemlerine başlanır. Bu işlemlerde savcılıklar eliyle yapıldığı için aylarca sürer. Zaten genellikle Adli Tıp “tahliyesine gerek yoktur” diye karar verdiği için bu yazışmaların nasıl bir eziyete dönüştüğü de pek bilinmemektedir.

Okurken karabasanlar gelen bu sürecin bizatihi hastalık sebebi olduğu çok açıktır.

Önümüzdeki günlerde İnsan Hakları Derneği bir çalışma başlatacak. Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’na gidecek. Hasta mahkumların durumunu bir kez daha açıklayacak devletin yüksek kademelerine.

Bu kez elleri boş dönmesinler.

Biz de buradan seslenelim bir kez de:

Ey Adalet Bakanı,

Ey Cumhurbaşkanı,

Ey kamu vicdanı.

Cezaevlerinde yatanlar bizim evlatlarımız. Bu toprakların çocukları.

Güler Zere’yi unuttunuz mu?

Dermansızlıktan dudaklarını oynatamadığı için, gözleriyle gülen Güler Zere’yi unuttunuz mu?

Cezaevinde ölürse büyük tepki çeker diye apar topar tahliye ettiğiniz Güler Zere’yi unuttunuz mu?

Nedir bu anne babaların suçu? Evlatlarının son günlerinde bile yanında olamazlar. Neyin kini, neyin eziyetidir bu?

Hatırınızdan çıktı mı siz çocukken hastalandığınızda anneniz saçlarınızı okşadığı, sarıldığı?

Gözünüz bu kadar kör, kulaklarınız bu kadar mı sağır?

Çok mu zor, yasaları değiştirmek

Hayır. Biliyoruz ki eğer istenirse yasaları değiştirmek mahkumun cezaevinden hastaneye gitmesi kadar bile zor değil. Halen Adalet Komisyonunda bekleyen bir yasa önerisi var. Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın bu konudaki değişiklik teklifini atalım torba yasanın içine. Ki torba yasanın da hiç olmazsa bir yararı olsun.

Tarihe geçecekseniz, bu tahliyelerle geçin ki bizim de sizi öveceğimiz bir bölüm olsun.