"sen yenisin galiba; diyalektiği ve aşkı şaka sanıyorsun

kış serçesi gibi pencere önlerinde telaş yapıyorsun

aşk ile alışkanlığı birbirine karıştıran sayısal tarih

kuşların doğu'ya ölüme gitmesi içini üşütmüyor

sen yenisin galiba; aşkta havalar her dem kötü”

Eğer resmi tarihin beni yalancı çıkarmayacağını bilsem, Sezai Sarıoğlu ile aynı hapishanede yattığımızı söyleyecektim. Hatta bununla da yetinmeyecek, aynı hapishanenin yan yana iki hücresinde yüksek sesle şiirler okuduğumuzu, birbirimize Kürtçe ve Gürcüce kelimeler armağan ettiğimizi de anlatacaktım. Yasadışı kâğıtlara yazdığımız notları gizlice birbirimize gönderdiğimizden söz etmeyecektim, başımız derde girmesin diye. Belki içeriye giren gardiyanların bizi susmaya zorlamalarından da bahsedecektim. Ama işte hâlâ hükmü süren bir resmi tarihin tasallutu altındayız. Resmi tarihin yalancısıyız madem, biz de kendi tarihimizden el alacağız.

Aynı hapishanelerde, dahası aynı zamanlarda hapishanede kalmadık ama her zaman onu yan taraftaki hücrede yasadışı kâğıtlara yazdığımız şiirleri gizlice paylaştığımız bir hapishane yoldaşı gibi bildim.  Başından beri sivil ve dilideli bir şair olması yetiyor bizim bu yoldaşlık duygusunu büyütmemize.

Kişi başına düşer şiir miktarının her gün azaldığı, herkesin bir başkasına devlet olmaya çalıştığı bir yerde, dilideli şairler, yüreği her dem sivil yoldaşlar arıyor gözlerimiz. “Esas duruş mülkün temelidir” diyen şairin sözünü yanlış anlayarak bizi esas duruşa çağıranlar çoğaldığında, şiirin hem sivil hem de gurbet olduğunu unutanlar bize resmi ideolojinin memurları gibi davrandığında gözlerimiz Sezai Sarıoğlu’nu arar. Şükürler olsun ki Sezai Sarıoğlu var, bize, uzun sürmüş dağların çocuklarına devrim yapma gerekçeleri gösteren. Onun dizelerinden el alarak kalbimizin kıblesini hatırlarız:

akıntıya yürek çektim, şiiri her dem haram bildim

ateş şairin tabiatına uygun, ölülerimi yaram bildim

HEM SİVİL HEM DİLİDELİ

Bütün yolların uzak, kalplerin kilitli, dillerin yasak olduğu zamanlarda bize ”solcu solunda gerek” diyen Sezai Sarıoğlu, belki de en başta, mazlumlara dayatılan negatif dile karşı bir reddiyedir. Mazlumları kendine benzetme ustası muktedirlere karşı sivil bir yürekle, şiirin dalgakırana benzeyen dilini, enerjisini yanına alarak bir karşı duruş üslubu yaratmıştır.  Bu duruşuyla şiire de bir eda kazandırmıştır. Şiirin yerleşik bütün iktidar odaklarıyla hesaplaşan gücünü ve ışığını erkenden keşfetmiş ve hepimize de “işte, burada” demiştir. Birbirimize ait olduğumuzu unuttuğumuz yerde şiirin içinden bizi birbirimize bağlayan dizeler çıkararak, resmi tarihin unutturduğu değerleri anımsatarak yeni okuma biçimleri geliştirmiştir. Bu anlamda Sezai Sarıoğlu hem tarihi, hem şiiri hem de birbirimizi yepyeni gözlerle görme ve okuma ustasıdır. Sadece bu bile tek başına bir devrim gerekçesidir.

METİNLERİN KARDEŞLİĞİ

Metinlerarası ilişkiyi yaratıcı bir şekilde kullanan şairlerimizin başında Sezai Sarıoğlu gelir. Başka metinlerle ve şiirlerle kurduğu organik ve yaratıcı bağ, metinlerarası ilişkiyi bir tür metinlerarası diyaloga dönüştürüyor. O, metinlerine başka şairlerin, yazarların sesini çağırır ve onların sesiyle kendi metni arasında benzersiz bir ritim oluşturur. Metnine alınlık olsun, metinde kenar süsü gibi dursun ya da zayıf bir metni güçlendirsin diye başka metinleri kullanmaz; zaten onun metinlerinin buna ihtiyacı da yoktur. O şiirin ve sol’un tarihinde kendimizin olduğunu unuttuğumuz değerlerle yeniden buluşma, onlarla yeni iletişim biçimleri geliştirerek yeniden anlamlandırma arayışındadır. Sezai Sarıoğlu, tıpkı bir dervişin lokmasını bir başkasıyla paylaşması gibi, metninin sesini, sözünü, dilini ve ahvalini başka metinlerle, başka şair ve yazarlarla paylaşır ve ortaya senfonik bir yazı çıkar.

AŞK DEDİĞİN HARAM OLUR

külün ana fikrini gittim, ateşim imlasını kendim bildim

şiirine devlet olmayan şairleri içim bildim”

Uzunca bir süre gözümüzü yollarda yorgun düşüren kitabı nihayet çıktı. Bunca bekleyişin biriktirdiği enerjiyi ziyadesiyle karşılayan kırkkitap gücündeki Aşk Dediğin Haram Olur, insana kendini birçok kez okutan, her okumada damakta farklı bir tat bırakan şiirlerle örülmüş. Kitap, narkitap; “çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane” gibi. Devletin ve devletin ideolojik aygıtlarının şiire/dile sızdığı ve bazı şairlerin şiire devlet olmaya çalıştığı bir zamanda böyle güçlü itiraz nidası taşıyan şiirler insanın yaşama sevincini çoğaltıyor. Aşkı, devrimi, şiiri, dili ve bizi birbirimizin kılan bütün değerleri yeniden ve bambaşka bir gözle görmek için birkaç kez okumak gerek Aşk Dediğin Haram Olur’u. “ben devrime niyet etmiştim/zaman hangi kısmeti bahşeder bana” diyor şair. Sonra âşığa bağdat soruyor:

“sen yenisin galiba; ezberinde hiç ayrılık yok

sözü devlet dışarı âşıkların selamını almıyorsun

her aşktan çırak çıkmak en büyük marifetin

şiirlerini eksiğine bozduruyorsun loncalarda

*

sen yenisin galiba; insanı devlet terimi sanıyorsun

aşka yenilip âşığı yenen hariçten okunan bir gazel

sen yenisin galiba; âşık oldukça küsme hakkı kazanıyorsun”

Yenilmiş asilere çiçek veren bir kitap; Uzun sürmüş dağların, imlasız kum fırtınalarının, daha haftanın ortasında kirlenen çocukların, sahafa düşmemiş devrimin sözlerini bir araya getirmiş; devrim, delilik ve aşk arasında yeni bir simetri oluşturmuş. Şiirin ve aşkın uslandırmadığı çocuklara bozuk bir kafka’yla seslenmiş:

“benim el yazım bozuk, kendimi yanlış yazıyorum. dağa tembihsiz çıkan çocuklar kalemimin bedenlerine üşüşüyor. benim dilim pek anarşist, sanki âşık olunca dilim ağzından kaçacak. bir çocuk kürtçe konuşursa sanki ağzımdaki türkçe kaybolup dilsiz kalacağım. benim türkçem bozuk; dilimi, anne emaneti harflerimi çaldı bir harami.”          

Burkulmuş bir dille yazıyor şiirlerini Sezai Sarıoğlu. Burkulmuş bir dille yazmak, dilsizleştirilmişlerin, dillerini sonradan yaratanların, yurtsuzluklarını şiirde dindirenlerin, mazlumların söylemini şiirin büyüsüyle buluşturmayı kendine dert edinenlerin, kutsallara karşı yaşantı yoluyla edinilmiş aşkı öne çıkaranların, karşı çıktığı şeylere benzememekte ısrar edenlerin tutumudur. Bu tutum belki de ana dillerimizi yasaklayanlara karşı bir intikam alma biçimidir: Bütün diller bizim anayurdumuzdur!

malûmun ihlâli şiiri bu tavrını çok güzel ortaya koyuyor:

“tarihin kader ve keder hesabını tutmayanlar

kuralların ve kralların kalplerini kıranlar

madde ve mana bağımlısı düşyalılar

güllerin boynuna hiç yazılı muska takanlar

aşkşiir gibi devlettanrı’nın tersi olanlar

*

hiçbir devletin yurttaşıdırlar, hiçbir duanın âmini

hiçbir sınırın askeridirler, hiçbir savaşın şehidi

hiç kimse çiçek evliyası çingenelerin

yasak elma’dan çiy sütten

emekli olduklarına şahit olmamıştır”

Dildeki ideolojik kalıpları kıran, dilin anlatım olanaklarını şaşırtıcı bir rahatlıkla genişleten, imlayla ve gündelik konuşmaların tekdüzeliğiyle alay eden bir şiir kuran bu tutum, şiirimizde son dönemlerde eksikliğini hissettiğimiz bir tutumdu. Aşk Dediğin Haram Olur’un belki de en fazla öne çıkan yanı, Gülten Akın’dan el alarak söylersek, dili düzde kuşatmasıdır. Şiirinin atını dilin sonsuz uzayında özgürce dolaştıran Sezai Sarıoğlu, sözcüklerin çağrışım gücünü kullanarak gündelik hayattaki anlam dünyamızda yer değiştirmeler, dönüşümler yaratıyor. Şiiri sloganlaştırmadan devrimi ve geleceği anlatan Aşk Dediğin Haram Olur, Sezai Sarıoğlu’nun bize verdiği en son devrim gerekçesidir. Onun dizeleriyle bitirmezsek, şiir ve devrim çarpar bizi:

“sevişmek bir manayı tamir etmektir önce

sonra, su terazisinde tartmak ruhları

buharla çalışan güvercin, kuşla çalışan su

unutmalarını hatırla, söylemiş miydim

dağban çocuğumdur ben, doğulu'yum demeyi severim

dilinin gürültüsü kalır bana sırt hamalından

delildir sırtımdaki sütşiir dövme”