Güney Kürdistan’daki referandum; egemen devletlerin çirkin yüzünü bir kez daha ortaya çıkardığı gibi, sol camiadaki sosyal şövenlerin de ".... ulusların kaderlerini tayin hakkını savunuruz ama....." diye başlayan ilkesizliklerini bir kez daha gösterdi.

Kuşkusuz ihsan hakları savunucuları ve özgürlükçü hukukçular; devletsiz toplumu savunur. En az devlet en çok toplum ve anarko-komünal hukuk ve örgütlenişi idealimizdir. Ne var ki bu bugünden yarına kavuşulacak bir hedef değildir. Hala uzun mücadele serüveni ister. Tabii ki ulus devletler artık tarihsel olarak final, sönümleniş sürecindedir. Ama bu bugünden yarına hemen sönümlenecek demek değildir. Böylesi bir realitede ulusların devlet açlığını görmek ve anlamak gerekir. Zaten ulusluğunu doyarak yaşamamış bir ulusu devletsiz topluma çekmek de zordur.

Güney Kürdistan ve Katalonya referandumu bir turnosol kağıdı gibidir. Sosyal şövenlerin ve sömürücülerin maskelerinin düşmesi açısından. Her türden statükocular Güney Kürdistan referandumuna daha da karşı çıktılar.

Hukuk ihlalleri karşısında sesini çıkarmayan, avukatlar üzerindeki baskılara meydan okumaya korkan İstanbul Baro yönetimi ve Barolar Birliği yönetimi de şöven yüzlerini göstermekte gecikmediler. BM sözleşmelerindeki "Ulusların Kendi Kaderlerini tayin hakının" denizaşarı sömürgelere has olduğunu dillendirdiler. Daha sonraki belgelerde yer alan "eğer baskı, zulüm varsa ayrılabilinir... " ilkesinin de Güney Kürdistan için geçerli olmadığını dile getirdiler. Oysa Irak Merkezi hükümetinin uzun yılar Irak anayasasındaki Kürtlerin haklarına ilişkin teminat hükümlerini yerine getirmediği açık bir gerçeklik. Su kaynaklarıyla ilgili, petrol kazançlarıyla ilgili, ihtilaflı bölgelerle ilgili, sınır belirlemeleri ile ilgili Kürtlerin haklarını ihlal ettiği açık bir gerçeklik.

Kaldı ki anayasa ihlali ve hak ihlali olmasa dahi eğer gönül birliği kalmamışsa ayrılma hakkına saygı duymak gerekir. Uzun yıllar önce Finlandiya ayrılma kararı verdiğinde sol sosyalist devrimciler ayrılmaya burjuvazi öncülük ediyor diyerek karşı çıkmışlardı. Lenin ise “ayrılma hakkı, boşanma hakkı gibidir” diyerek Finlandiya’nın ayrılma hakkından yana tavır almıştı.

Evet baskı olmasa dahi, her iki taraf da birbirlerine saygılı olsa dahi arada tutku, aşk, gönül birliği kalmamışsa yine boşanılır. Ayrılınır. Katalanya ve Güney Kürdistan’ın ayrılma hakkı analarının ak sütü gibi helaldir. Barzani yönetiminin antidemokratik niteliği bu hakkı savunmaya engel değildir. Evet, Barzani rejiminde işkence var, idam var, ne yazık ki çift eşlilik var. Tüm bunlar ve ABD ile yakın ilişkileri ayrılma hakkını savunmamıza engel olamaz.

ÖDP ve TKP’nin bir kanadının referanduma karşı çıkması sosyal şöven bir tepki olup, boşanma hakkına saygı duymamalarının göstergesidir. ÖDP’nin gerekçesi neredeyse AKP hükümetinin ve CHP’nin sosyal şöven Kılıçdaroğlu yönetiminin gerekçesiyle birebir örtüşmektedir. Sol adına hazin açıklamalar.

CHP’nin de oy verdiği tezkere Kürt halkına ve tüm halkların haklarına karşı bir savaş tezkeresidir. 1926 Ankara anlaşması da Türkiye’ye müdahale hakkı vermez . Bunu ileri sürmek çok zorlama bir yorum olur.. Ortada bir halkın kaderini tayin hakkı meselesi vardır.

Güney Kürdistan gibi Katalonya’nın ayrılma hakkı da herkesin saygı duyması ve kabul etmesi gereken bir haktır. Halkların dostluğu ancak dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde gerçekleşir. Bireysel haklarda nasıl savaş halinde dahi dokunulmayacak sert çekirdek haklar varsa, kolektif haklarda da "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı", "Dillerin ve halkların hak eşitliği" her koşulda saygı duyulması gereken sert çekirdek temel haklardandır. Devletsiz topluma, Anarko-Komünal yaşama bizi götürecek reçete tüm halkların hak eşitliğinin öncelikle sağlanmasından geçmektedir.