İnanç Özgürlüğü Girişimi, Ocak-Haziran 2013 dönemi için İnanç Özgürlüğü İzleme Raporunu yayımladı.
Tam da bu günlerde başbakanımızın, "Herkesin yaşamı devletin koruması altındadır, kimsenin yaşam tarzına müdahale etmedik" sözüyle aynı bağlamda meşru ve meşru olmayan bir yaşamın olduğu, kızlı-erkekli bir şekilde gençlerin aynı evlerde kaldığı, bunlara müdahale edileceği ifade etti.
Valilerin ve yetkili organların gerekeni yapacağını vurguladığı konuşmanın sonunda uygulamanın polisin önce kızlı erkekli kalanları tespit edip sonra da ailelerine ulaşıp "kızınız şurada, şu insanlarla kalıyor" şeklinde bilgi verileceği AKP'li bir milletvekili tarafından dile getirildi.
Başbakanın bu çıkışının ardından farklı kentlerde ev sahiplerinin durumdan vazife çıkarıp gençlerin yaşamlarına karıştığı, ihbarda bulunduğu, zaten ev bulmakta zorlanan gençlerin böyle bir gelişme sonunda daha da mağdur oldukları, özellikle mahalle baskısının arttığı basına yansıyan haberlerle doğrulandı.
Başbakanımızın, "Gerekirse bu gidişata dur demek için yasa bile çıkartabiliriz" sözü bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösteren bir resim çizdi.
Daha önce de defalarca yazdım, oldukça zeki bir başbakanımız var, bir taşla kuş sürüsü indirmeyi iyi biliyor. Hem seçim sürecinde muhafazakar aileleri kendi yanına çekmek, bir baba gibi memleketteki tüm meseleleri düşündüğünü, ev halkı için, ki bu koca bir 77 milyonluk ülke demek, (gerçi tersini söylese de kendi tabanı olan yüzde 50'yi daha çok düşünüp onların yararına daha çok çalıştığı da aşikar, ) onların yerine kararlar alıp uyguladığı bir ülkede yaşıyoruz.
Başbakanımız (Kendine göre)hem memleket için en iyisini yapıyor, hem gündemi istediği gibi yönlendiriyor, hem de amaçladığı gibi toplumu şekillendirmekte şimdiye dek hiç bir iktidarın başarılı olmadığı kadar yüksek bir performans sergiliyor.
Başbakanın başörtülü bacıları bu memleketin insanları, lakin başörtülü olmayanlar da öyle, hiç birinin öbürüne göre üstünlüğü yok, içki içmeyen ne kadar saygıdeğer ise, içen de öyle, oysa başbakan aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içsinler diyerek, açıktan açıktan içenleri son derece ağır bir şekilde ayıpladığını göstermiştir.
Kaç çocuk yapacağımıza, nasıl doğuracağımıza ve hayatımızın her bir noktasında nasıl davranacağımıza yönelik başbakanımızın bir görüşü ve iradesi var. Düne kadar kayıtsız şartsız iktidarın politikalarının yanından olan yazar, çizer düşünür ve parti ileri gelenleri dahil azımsanamayacak bir grubun da tepkisini çeken bu son çıkış insanların hayat tarzına müdahale değil de nedir?
Bu uzun girizgahtan sonra İnanç Özgürlüğü Girişiminin hazırladığı Ocak-Haziran 2013 raporuna dönecek olursak ülkemizde durumun vahameti daha iyi görülecektir.
Rapor, İnanç özgürlüğü açısından halen çok geride olduğumuzu dayanaklarıyla ortaya koyuyor. Zira hem Hıristiyanların, hem Yehova Şahitlerinin, hem de Alevi ve farklı inanç gruplarından, ya da inanmayan insanların en temel hak olan inanç özgürlüğüne sahip olmadıklarını görebiliriz.
Devletin ideal vatandaş profili içinde halen farklı etnik gruptan insanlar yoktur. Halen Müslümanlık dışı bir inanca sahip olanların kamu görevlisi olduğunu görememekteyiz, halen vicdani ret yasası kabul edilmemiştir ki ülkemiz bu konuda dünyada tektir.
Halen farklı inançtan olanların ibadethane sorunları çözülmemiştir, devletin özellikle Alevilerin inancını tanımlayarak onlara istedikleri cem evlerini ibadethane olarak kabul etmemesi, ayak direyerek caminin Müslümanlar için tek ibadet mekanı olduğunu deklere etmesi, öbür inançlardan olan kişilerin en temel ibadethane sahipliği konusunda sıkıntı çekmeleri anlaşılması zor bir konudur.
Halen farklı inançlara sahip kişilerin okullarda din dersi görmeye zorlanması, eğitim sisteminde yapılan değişikler sonucu gençlerin üstü örtülü bir baskıyla imam hatip liselerine yönlendirilmesi, oysa öbür inançlardan olan insanlar için kendi inançlarına uygun hiç bir seçeneğin olmaması kalınca altı çizilmesi gereken bir soru işaretidir. Buna ek olarak yine farklı inançlara sahip kişilerin din eğitimi konusunda hiç bir alternatif yoktur. Oysa pratik olarak din eğitiminde seçmeli bir model kurulabilmelidir.
Açılması hiç de mesele olmayan ruhban okulu halen kapalıdır. Zira insan hakları konusunda bir mütekabiliyet aranmaz. Oysa Ruhban okulunun açılması Trakya'da yaşayan Türklerin yaşamlarındaki değişikliklere bağlanmıştır.
Son paketle birlikte verilen Mor Gabriel Manastırı'nın iade edilmesi sevindirici bir gelişmedir, ancak bu din ve inanç özgürlüğü açısından verilmiş bir hak değil, hukuksuzca alınan bir mülkün iadesidir.
Yoksa insanların ne giydikleri, ne yedikleri, nasıl yaşadıkları, kızlı erkekli bir şekilde aynı çatı altında bulunmasından rahatsız olmaktan ziyade gerçekten de insan hakları açısından, ekonomik refah ve ülkede demokrasi ve huzurun sağlanması bakımından yapılacak çalışmalar daha önemlidir.
Bu açıdan bakıldığından İnanç Özgürlüğü Girişimi raporu somut olarak, ibadet yeri tanımının her inançtan olan insanları kapsayacak bir yapıya kavuşturulmasını,
Vicdani ret hakkının yasal bir hak haline getirilmesini,
Müslüman olmayanların kamu görevlisi olmalarının önündeki engellerin kaldırılmasını,
İnanç gruplarının tüzel kişilik kazanabilmeleri için yasal düzenlemelerin yapılmasını,
Dini yayma özgürlüğünün güvence altına alınması ve mevzuatın kolluk güçlerine belletilmesini,
Ayrımcılık ve nefret suçları konusunda çok daha açık ve anlaşılır ifadelerle yasanın yeniden yapılandırılmasını,
Okullarda verilen eğitimlerde azınlıklardan olanlara yönelik öteleyici ifadelerin arındırılmasını,
Din hanesinin kimliklerden kaldırılmasını,
İnanç özgürlüğü konusunda azınlık grupların sorunlarının çözülmesi konusunda sıralama açısından pozitif bir ayrımcılığın yapılmasını önerdiği rapora baktığımda gidecek çok yolumuz olduğunu görmekteyim.
Zira tüm bu değişikliklerin ardında devleti yönetenlerin demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda ciddi bir zihniyet değişiminin olması gerektiği kanısındayım. Bu değişmeden gerçek adımların atılmasının da zor olduğunu düşünüyorum.