Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, TBMM'de düzenlenen 23 Nisan Özel Oturumu’nda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en çağdaş, en ilerici, en kapsayıcı anayasası 1921 Anayasası. O günlerin koşullarında, ülkenin toplumsal, dinsel, etnik, düşünsel çeşitliliğini büyük ölçüde kapsamına alan bir anayasa.

Utanmasalar bu anayasayı çoktan yasaklarlardı. Kimse anayasa yasaklamış bir yönetim olma yükü altına girmek istemediği için yasaklanmaktan kurtulmuş durumda.

1921 Anayasası’nın tüm kapsayıcılığını son anayasalar, yasalarla kuşa çevirip, tersini yaşama geçirmeyi başardılar.

Güzel bir benzetme yapmış Mithat sançar; “Birinci Meclis, yerel kongrelerin neredeyse aktığı bir deniz oluyor. Yerel kongreler birer nehir, Birinci Meclis, bu nehirlerin toplandığı bir deniz.” Gelinen noktada, yerelden merkeze doğru işleyen demokratik bir yönetim ağı yerine, merkezin kıskacında, demokrasi dışı bir sistemle karşı karşıya kalmış durumdayız. Nehirleri denize değil, denizi nehirlere akıtma çabaları egemen.

İlk Meclis, yerel temsiliyeti öngörmüştü. Mithat Sancar bu durumu şöyle özetlemiş:

“Mevlevi, Bayrami ve Nakşibendi şeyhleri var, Abdulhalim Çelebi, Hacı Mustafa Efendi, Şeyh Hacı Fevzi var, Dersimli Seyid Diyar Ağa var, Lazistan mebusları var, Laz ve Gürcü olarak bilinen üyeler var, Kürtler var, Çerkesliği öne çıkmış mebuslar var, Araplar var. Kısacası Türkiye’nin o zamanki etnik, dinsel ve toplumsal çeşitliliğinin önemli bir kısmı var. Ve bu insanlar kendi kimliklerini saklamadan, tam aksine kendi kimliklerini açıklayarak giriyorlar. Kendi kimlikleriyle katılıyorlar. Bu birinci Meclis’in en önemli vasıflarından biridir. Bu vasıf diğer özelliklerle de tamamlanmıştır”.

Birinci Meclis’te bu toprakların bu oluşumlardan daha ileriye geçemediği çeşitlilik vadı.

Mithat Sancar:

“Halk egemenliği ilkesi halkçı yönetim demek ama aynı zamanda halkın her düzeyde yönetime katıldığı bir yönetim demektir. Nitekim, Meclis'in kuruluşundan yaklaşık on ay sonra ilan edilen Anayasa, bu anlayışa dayanıyor. Yerelde halkın kararlara katılımını garanti altına alan bir idare sistemi, bir demokrasi modeli kuruyor. Birinci Meclis, müzakereci ve mutabakatçı bir yöntem takip ediyor. Bu kadar çeşitli kesimlerden farklı düşüncelerden insanın müzakereyi bir tarafa bırakmadan, mutabakatı sürekli öne çıkaran bir anlayışla yönettikleri bir dönemi konuşuyoruz. Onun 100. yıl dönümünü bugün kutluyoruz” diyor.

Türkiye Cumhuriyeti nasıl oldu da ileriye gitme yerine, geriye taşınma çukuruna yuvarlandı? Bu geriye taşınmanın taşıyıcı kolonu nedir? Bu soruların yanıtlanması, sorunun çözümünü kolaylaştıracak.

Çok önemli saptamaların yapıldığı konuşma şöyle sürmekte:

“O sistemin merkezinde muhtariyet var değerli arkadaşlar. Ve bunu 1921 Anayasası apaçık hükme bağlıyor. Muhtariyet, yani özerklik ve bu özerkliğin nasıl yönetileceğini de ayrıca, ayrıntılı olarak düzenliyor. Onda da şûra yönetimini ortaya çıkarıyor. Kendi işleyişini yerelde de kuruyor. Yani yerelde, vilayetler ve nahiyeler şuralarla yönetilecektir. Şûralar seçimle gelecek, şûraların da kendi reislerini seçmeleri kendi yetkilerine bırakılacak.

Böyle bir anayasa yapılmasının ilk dayanağı "halk egemenliği" ilkesidir. Yani halkı kendi sorununu yöneten bir muhatap olarak kabul eden anlayıştı. İkincisi Kürt sorununun çözümüydü. Mustafa Kemal Paşa sorunun ağırlığının ve ciddiyetinin farkındaydı. Bunu halk egemenliği ilkesine dayalı, bütünlüklü bir demokrasi fikriyle çözmeye çalıştı. O dönemler bu konuda çokça çaba harcandı. Yerel demokrasi ve halk iradesi olarak ülkenin bu sorununu çözmek için o gün bulduğu yolu, maalesef daha sonra terk ettik. Şimdi de ülkenin sorunlarının çözümü, bu iki ilkeyi birleştirmek, bu iki alanı bütünleştirmekten gerekiyor. Halk egemenliği, bu hem genel demokrasiyi hem de yerel demokrasiyi içerir. Bir de insanların yerelde kendilerini yönetebilecekleri -elbette bunun belli bir çerçevesi var - şartların, sistemin yaratılması, herkesin kimliğinin eşit değer görmesi ve anayasal kabule, güvenceye bağlanmasıyla olur”.

Şimdi saptanan bu sorunların çözüm yollarının bulunması için kolların sıvanması zamanı. Ülkenin demokrasiye, insan haklarına duyarlı tüm kesimlerinin gözlerini dört açarak meydana inmeleri zamanı gelmiş bulunmakta.

“En güçlü Meclis’in yıldönümünü en zayıf Meclis’te kutluyoruz” diyor Mithat Sancar. Bu acı, ama gerçek. Türkiye Cumhuriyeti siyasal sistem yönünden, 1920’nin gerisine düşmüş durumda. Bu sorunla yüzleşilmesi kaçınılmaz. 83 milyonluk ülkeyi bir avuç çıkarcının pençesinde inleterek varılacak yer yıkım, parçalanma, yokluk, iç kıyımlar olur.

“Yerel yönetimlerin en güçlü olduğu dönemin 100. yılında, yerel yönetimleri neredeyse fiilen lağvetmeye yönelik bir yönetim anlayışla karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez. Ne kayyım uygulaması kabul edilebilir ne de CHP’li belediyelerin krizi yönetmek için sarf ettikleri çabanın yok edilmesi kabul edilebilir” diyen Mithat Sancar, yönetim sistemimizin insanlığın geldiği aşamanın ne denli gerilerine taşındığını dile getirmiş bulunmakta.

HDP’ye düşen görev

HDP’nin etnik yapı üzerinden siyaset ürettiğine ilişkin suçlamaları boşa çıkaracak yollar, yöntemler bulması gerekmekte. HDP bu konuda adımlar attı. Bu adımları daha da güçlendirmek gerektiği açık. Barış içinde, bir arada yaşamın yollarının döşenmesi için daha güçlü adımlar atılması en akılcı yol olsa gerek.

Devlet ve PKK silahları bırakıp barış içinde bir arada yaşamanın yollarını, yöntemlerini bulmaya çalışmalılar. Kan akıtarak barış köprüleri kurulamaz. Barış savaşlarla değil, görüşmeler, uzlaşmalarla sağlanabilir.

Gerçek bir demokrasi

Kürt Sorunu’nun çözümü, gerçek bir demokratik sistemin kurulmasından geçmekte. Dinsel, ırksal, dilsel, cinsel tüm farklıklara, insan hak ve özgürlükleri temelinde eşit biçimde davranan bir sistemin kurulması zorunluğu var. Bu sistemi yönetilenlerin bilinçli adımları gerçekleştirebilir.

Demokrasi olmadan bir arada yaşamak olanaksız. Demokratik bir ortam kurulmadan ötekileştirmelerin önü kesilemez. Demokrasi olmadan ekonomik gelişme sağlanamaz.

Halk egemenliği kurulmadan toplumsal barış sağlanamaz.

Türklerle Kürtler birbirlerini ötekileştirme yerine, eşit yurttaşlık temelinde kucaklaşmalılar.