Evren yazarı Yusuf Karataş, iktidarın Libya politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

“Erdoğan iktidarı Halep ve Musul’da istediğini alamayınca bu kez istikametini Trablus’a çevirmiş durumda” iddiasında bulunan Karataş, “Şimdi yeni ‘beka’ meselemiz mücadele halinde olduğu Halife Hafter güçleri karşısında zor günler geçiren Sarrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümetini kurtarmak! Erdoğan, anlaşma imzaladığı Sarrac’ı kurtarmak için bir yandan Libya’ya asker göndermeyi planlıyor, öte yandan da İdlib’deki cihatçıları Libya’ya kaydırma kartını yedekte tutuyor -ki, Rusya lideri Putin daha önce İdlib’deki cihatçı militanların Libya’ya gönderildiği iddiasını gündeme getirmişti.Bugün ülke eğer bir tehditle karşı karşıyaysa bu tehdidin kaynağı Halep’te, Musul’da, Trablus’ta yeni Osmanlıcı hayaller peşinde koşan Erdoğan iktidarının sürdürdüğü yayılmacı politikalardan başka bir şey değildir” dedi.

Yusuf Karataş’ın Evrensel’de, “Halep, Musul, Trablus: ‘Milli güvenlik’ mi, yeni Osmanlıcı yayılmacılık mı?” başlıklı haberi şöyle:

“Bizim olayımız beka meselesi, ondan da öte tarih meselesi. Biz şu anda öyle adımlar attık ki bu adımlar Sevr’in ters köşe edilmesidir”

Yukarıdaki sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. Erdoğan bu sözleri, Libya iç savaşının taraflarından biri olan ‘Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) Lideri Sarrac ile imzaladığı ‘Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası’ ile ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’ için söylüyor.

Erdoğan’a göre; Türkiye, UMH Lideri Sarrac ile bu mutabakatları imzalayarak Sevr’i ters yüz etmiş. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayan Osmanlı’nın ‘İtilaf Devletler’ ile imzaladığı son anlaşma olan Sevr, Osmanlı topraklarının paylaşımını öngören bir anlaşmaydı. Demek ki Erdoğan, Sevr hatırlatması yaparak Türkiye’nin parçalanma tehdidi ile karşı karşıya olduğunu ve Libya’daki UMH ile yaptıkları anlaşmalarla bu parçalanmanın önüne geçtiklerini iddia ediyor.

Oysa gerçek şudur: Erdoğan, ‘tarih’ vurgusu da yaparak Osmanlı’ya dayandırdığı hak iddiası üzerinden sürdürdüğü yayılmacı emellerini bir ‘beka’ meselesi gibi göstermek istiyor. Böylece ‘Sevr’ vurgusu üzerinden yeni bir boyuta taşıdığı ‘beka’ söylemiyle geniş halk kesimlerini bu yayılmacı politikalara yedeklemeyi amaçlıyor.

Ama biz bu filmi Halep ve Musul’da da görmüştük. Erdoğan iktidarı Suriye ve Irak’taki yayılmacı emellerini de ‘milli güvenlik’ ve ‘beka’ meselesi olarak sunmuş ve dahası bu topraklardaki hak iddiasını Osmanlı’nın mirasçısı olmaya bağlamıştı.

Geçtiğimiz günlerde ‘Gelecek Partisini kurarak Erdoğan ile yollarını ayıran Ahmet Davutoğlu da bu politikanın hem teorisyenlerinden ve hem de uygulayıcılarından biri olmuştu.

Aslında macera yine Libya’da başlamıştı.

Tunus ve Mısır’da iş birlikçi diktatörlerini kaybeden Fransa ve ABD, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki diğer ülkelere yayılan halk ayaklanmalarını yedekleyerek bölgeyi kendi politik çıkarları temelinde dizayn etmek için işe Libya’dan başlamışlardı.

Libya’ya yönelik NATO müdahalesine karşı önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diyen Erdoğan, emperyalistler bölgeyi yeniden dizayn politikasında kendi iktidarına ‘bölgesel liderlik’ rolünü verince Libya’ya müdahale eden NATO kuvvetlerinin merkez komutanlığının Türkiye’ye taşınmasını kabul etmişti. İşte bugün Erdoğan’ın anlaşma imzaladığı UMH de NATO müdahalesi sonrasında Trablus bölgesine egemen olan güçler tarafından kurulmuştu.

Maceranın devamını artık hepimiz ezbere biliyoruz.

AKP-Erdoğan iktidarı, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinden sonra yeni Osmanlıcı hayaller ve yayılmacı emellerle Suriye’ye müdahale politikasının öncülüğüne soyunmuştu. 6 ay içinde Şam’daki Emevi Camii’nde cuma namazı kılınacak, ecdadın at koşturduğu topraklarda yeniden söz sahibi olunacaktı.

Suriye yönetimini devirmek için bugün büyük çoğunluğu ÖSO-SMO (Suriye Milli Ordusu) adı altında bir araya getirilen cihatçı gruplara her türlü destek verildi. Erdoğan iktidarının sözcüleri bu dönem boyunca Suriye’ye müdahale politikasını meşrulaştırmak için “Türkiye’nin güvenliği Halep’ten başlar” söylemine sarıldılar.

Ancak müdahale politikası başarıya ulaşamadığı gibi beklenmeyen sonuçlar da doğurmuştu. Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin öncülüğünde özerk kanton yönetimleri kurulmuştu. Suriye Kürtleri, giderek Erdoğan iktidarının Suriye’ye müdahale politikasının önceliği haline geldiler. Çünkü Suriye Kürtlerinin kazanacağı bir statü, Kürt sorununda ülke içinde uygulanan baskı ve tasfiye politikasını sürdürülemez hale getirecekti.

Sonra ne mi oldu?

Suriye’de Kürtlere yönelik müdahale politikasına Rusya’nın desteğini sağlamak için Halep’teki cihatçıların tasfiye edilmesi konusunda Putin ile anlaşma yapan “Türkiye’nin güvenliği Halep’ten başlar” diyen Erdoğan’dan başkası değildi.

Derken sıra Musul’un IŞİD’den alınması için ABD ve İran’ın da desteklediği operasyona gelmişti.

Erdoğan iktidarı ile yaşadığı gerilim nedeniyle Türkiye’nin bu operasyonda olmasını istemeyen Irak merkezi hükümetine öfkelenen Erdoğan, Musul’a girme hesapları için yine ‘milli güvenlik’ söylemine sarılmıştı: “Türkiye Musul’a girmesin, diyorlar. Ya nasıl girmeyeyim? 350 kilometre sınırım var ve bu sınırdan tehdit altındayım. (…) Biz bu operasyonda da olacağız, masada da olacağız”

Oysa Musul operasyonuna katılmak isteyen Erdoğan iktidarı, IŞİD’in Musul’u almasına yol açan politikaların mimarlarından biriydi. Çünkü Irak’ta Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’yi -ki, Haşimi daha sonra ülkeden kaçıp Erdoğan iktidarına sığınmıştı- sonra Eski Musul Valisi Nuceyfi’yi destekleyerek mezhepsel gerilimin tırmandırılmasında önemli bir rol oynamıştı.

İşte bugün Sevr’i tersyüz etmekten söz eden Erdoğan, o gün Sevr’i geçersiz hale getiren Lozan anlaşmasını da hedefe koyarak “Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar” çıkışını yapmış ve Musul operasyonu için “B ve C planımız var” demişti.

Erdoğan’ın bu sözleri, meselenin iddia edildiği gibi ‘milli güvenlik’ ve ‘beka’ meselesi değil, Erdoğan iktidarının yeni Osmanlıcı hayallerle süslenmiş yayılmacı emelleri olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koymuştu.

Sonuç olarak Erdoğan iktidarı Musul operasyonuna dahil edilmedi. Ancak tıpkı Halep’te olduğu gibi Erdoğan iktidarının Musul operasyonuna dahil edilmemesi, iddia edildiği gibi Türkiye için bir tehdit oluşturmadı.

İşte Erdoğan iktidarı Halep ve Musul’da istediğini alamayınca bu kez istikametini Trablus’a çevirmiş durumda. Şimdi yeni ‘beka’ meselemiz mücadele halinde olduğu Halife Hafter güçleri karşısında zor günler geçiren Sarrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümetini kurtarmak!

Yazının tamamı burada.