Sivas Katliamı'nda öldürülen şair Metin Altıok'un kızı CHP Genel Başkan Yardımcısı Zeynep Altıok, “Sivas’ta 15 bin kişi bir oteli sarmış, insanları yakarken, evlatlarını omuzlarına alıp o yangını izlettirmelerinin görüntüleri var.

“O katliamın izletildiği çocuklar bugün katliamcı oldular. Dindar ve kindar bir ortamda büyütüldüler. Bilimle, akılla değil, din korkusuyla yetiştirilen bir nesil var artık “ dedi.

Zeynep Altıok, Politikyol’un sorularını yanıtladı.

-Türkiye’de Sivas başta olmak üzere yapılan katliamların devlet politikası olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, düşünüyorum. Aslında etnik ve kimlik siyaseti üzerinden hedef gösterme ve ayrıştırma ne yazık ki Türkiye’nin geçmişinde kendini gösteriyor. Bu katliamlara yol açan siyasal islam kıskacında cehalet anlayışının karşısında Cumhuriyetimizin Aydınlanma Devrimi var.

Bu süreçte çağdaş, laik, demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti var. Ama her dönemde bu aydınlanmanın, laik ve çağdaş düzenin karşısında olan zihinler, toplumun tabanında yer alan ve gücünü radikal islamdan, cihadizmden alan yapıları kullanarak kendi çıkar ve erk odaklarını örgütlemek istemişlerdir.

Sivas Katliamı’na kadar gelen kısımda, din temelli ayrımcılığın karşısındakine duyduğu nefret üzerinden yürütülen katliamlar yaşandı. Maraş gibi, Çorum gibi., Malatya gibi. Doğrudan Alevileri hedef alan bir katliamdır ama burada Alevi toplumunun temsil ettiği değerler de hedef alınmıştır.

Sadece mezhepçi bir anlayışla değil, Türkiye Cumhuriyeti de hedef alınmıştır. “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak!”, “Şeriat istiyoruz!”, “Kahrolsun laiklik” gibi net cümlelerle vücut bulan katliam, fanatik İslamcı çeteleri sistemli ve planlı bir şekilde kullanarak bu katliamı gerçekleştirdi.

Ama asıl amaç sadece kendisi gibi olmayanı yok etmek değil, rejim değişikliğinin ilk tohumlarını yerleştirmekti. Bu nedenle aydınlar hedef alınmıştır.

Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı gibi tüm siyasi faili meçhul cinayetlerdeki insanların toplumda kanaat önderi olan, toplumun aydınlanması için emek veren insanlar olması dikkat çekicidir.

O günlerden bu zamana gelen bağı iyi okuyabilmemiz gerekiyor. Katliamların cezasız kalması değil, bu katliamların cezasız kalmasından güç alarak rejim değişikliğini örgütleyen güçlerle karşı karşıyayız.

Sivas Katliamı’nın tüm sanık avukatları bugünkü iktidarın çeşitli kademelerinde üst düzey görevlere getirilmişlerdir. Bu sistemli ve bilinçli bir tercihtir ve ödüllendirmedir.

Dönemin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı olan kişi, eğer literatürde varsa Dersim’in özrünü dileriz demiş, CHP’yi işaret etmiş ama gereğini yapmamıştır. Bu da siyasetlerinin ikiyüzlülüğünün kanıtlarından biridir.

Tıpkı tüm bu bahsettiğimiz siyasi cinayetlerle benzer bir şablon niteliğindeki katliamları, cinayetleri ve bu coğrafyanın acılarını üst üste koyduğumuzda 14 yıldır iktidarda olan ve iktidarın bütün güçlerini kullanan buradaki hesaplaşma kimin kendisinin zamanında yapıp yapmadığıyla ilgili değildir. Devletin devamlılığı vardır, iktidarların değil.

Dolayısıyla iktidarın kalkıp da, bunun hesabını şu parti versin, diğerinin hesabını bu parti versin söylemler aymazcadır. Gerekirse özür dileriz diyen zatın, gerekli özrü yasal mercilerde gerçekleştirmiş olması lazımdı.

Ölümlerin, katliamların siyasi şov olarak kullanıldığı bir iktidarın, radikal İslamcı bir anlayışı palazlandırarak sürüklediği son noktada havaalanında IŞİD’in patlattığı bomba vardır. Bunların hiçbiri birbirinden ayrı değildir. Dün Sivas’ta İslam üzerinden ‘kafirler’ diyerek adam yakanlar, bugün sınırımızda IŞİD eliyle ‘kafirler’ diyerek boyun kesenlerdir.

Ve o IŞİD’i bu iktidar beslemektedir. Nasıl ki bu iktidar Sivas Katliamı’nın sanıklarını mağdur ilan ettiyse, bir insanlık suçu zaman aşımına uğradıktan sonra bir Başbakan “Hayırlı olsun” diyerek mutlulukla bir açıklama yapabildiyse ve IŞİD gibi bir terör örgütüne ilaç yardımı kisvesi altında silah temin ettiyse ve bu belgelendiyse, bunu belgeleyen gazeteciler de hapse atıldıysa resim çok nettir.

Olaylar arasındaki ideolojik bağı ve ortaklığı görmek zorundayız. Sivas Katliamı duruşmasından takipsizliğin yanı sıra, Anayasa Mahkemesi’ne giden zaman aşımı kararının kaderini belirleyecek olan kişinin de o sanık avukatlarından biri olacak olması bu resmin en büyük örneklerinden biri.

Sivas katliamının oluşumunu örgütleyen kilit isimleri saklayan da bu iktidarın anlayışıdır. Devletin 8 saat katliamı izleyen yetkililerini soruşturmayan da aynı anlayıştır. Şimdi bu kadrolaşma her yere sirayet etti. Hukuk, eğitim, hepsi yok edildi. Tek dertleri kendi siyasal rantlarını dile getirmek. Dış politika zaferlerinden bahsediyorlar, zaten mahveden sizsiniz. Neyin zaferinden bahsediyorsunuz?

-Asıl değiştirilmesi ve mücadele edilmesi gereken bu anlayış değil mi? Bu tek tek olayların çözülmesiyle değiştirilebilecek bir durum değil galiba.

Sivas’ta 15 bin kişi bir oteli sarmış, insanları yakarken, evlatlarını omuzlarına alıp o yangını izlettirmelerinin görüntüleri var. O katliamın izletildiği çocuklar bugün katliamcı oldular. Dindar ve kindar bir ortamda büyütüldüler. Bilimle, akılla değil, din korkusuyla yetiştirilen bir nesil var artık.

Her ölüm, her acı bir malzeme halinde. Gezi’de öldürülen çocukların çocuk olduğunu unutmak, küçücük bir çocuğun kuş gibi avlanmasından en ufak bir gözyaşı dökmemek, onun anasını meydanlarda yuhalatmak, esnafına, muhtarına muhbirlik öğretmek... Tüm bu karanlığın başında daha önce Sivas Katliamı’nda sanık avukatının Adalet Bakanı olduğu Türkiye’den, bugün sözde Adalet Bakanı’nın “Türkiye’nin geçmişinde insan yakmak yoktur” dediği bir noktaya geldik.

-Yaşattıkları, büyüttükleri bu ortamın arkasında kimlik temelli siyaset var. Sol olarak bunun karşısına ne koyulmalı, bununla nasıl mücadele edilmeli sizce?

Nefret üreterek bir yere varamayız. Şiddeti körükleyerek bir yere varamayız. Bunu Kürt Sorunu’nda görüyoruz. Şiddet ve nefret çözüm değil. Bilimin gücüne emanet olmak gerekir. İyiliği örgütlemek her zaman mümkün. Bunu yapmamız lazım. Örgütlülük ve demokrasi güçlerinin yan yanalığına, ortak bir duruşa ihtiyacımız var.

-Bunca olayı yaşamış biri olarak yılmadan mücadele etmek nasıl bir duygu?

Somut bir karşılık alamamak, yıkıcı ve yıpratıcı bir duygu. Sadece kendi özelimde bile baktığımda 23 yıl boşa kürek mi çektim dediğim oluyor. Ama bu bırakılmaması gereken bir mücadele çünkü yarın daha da geç olacak. Farkındalığın yaratılması için bizler kadar deneyimiyle vakıf olan, olayı yaşamış insanlara çok büyük görev düşüyor.

Giden insanların tamamı ömürlerini bu mücadeleye adayan isimlerdi. Onlar o mücadeleyi bırakmamış insanlardı, bize de oradan sürdürmek düşer. Bir kere bu mücadeleyi onlara borçluyuz.

-Babanızın en çok hangi dizesini, şiirini seversiniz, hangisi en çok aklınızda dolanır?

Zaman zaman çok değişik, hepsi aklıma düşer. Yazıları, şiirleri... Her olay da birini önüme getiriyor. 10 Ekim Katliamı’nda mesela; “durmadan garlara garajlara düşerim” ve “sahi o ölümü ben ilk nerede ölmüştüm” dizeleri düştü aklıma. Öyle bir söylüyor ki sanki öngörmüş. Gardaki patlama da, kendi ölümünün paraleli bir zihniyetin yaptığı bir katliamdır, Sivas da bir 10 Ekim’dir. “Ben buraya bebe hakkı için geldimdi; ben kimdim, unuttum, bebeler kimdi” diyor başka bir şiirinde. Bugünkü Türkiye’nin hali işte. Çok gelir aklıma, çok düşer.

Ama en etkileyici olan adeta bir kahin gibi kendi sonunu görmüş olmasıdır herhalde; “Tekinsizim size göre ibret için yakılması gereken” dizesi heralde yeterince dikkat çekicidir.