Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Özgür Orhangazi, ABD sanık kürsüsüne oturan Reza Zarrab'ın itiraflarını değerlendirdi. "Bu dava herhangi bir finansal, iktisadi krize yol açarsa, bunun bedelini ödeyecek olan başta emekçiler olmak üzere geniş kitleler, halk olacak" ifadesini kullandı. 

İrfan Aktan'ın sorularını yanıtlayan Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Özgür Orhangazi'nin Gazete Duvar'da yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle: 

Reza Zarrab’ın itiraflarında, ABD’nin İran ambargosunun delinmesinin yanısıra çok büyük paraların küçük bir grup tarafından rüşvet başta olmak üzere çeşitli yollarla paylaşıldığı tekrar ortaya çıktı. Bu esnada Zarrab davasının Türkiye’ye yansımaları konusunda özellikle hükümete yakın çevreler “aynı gemideyiz” diyerek “kader birliğine” çağırıyor. Son günlerin popüler lafıyla soralım: Aynı gemide miyiz?

Bu davanın sonuçlarından ötürü Türkiye’ye dış sermaye girişleri yavaşlayabilir, durabilir. Dava dolayısıyla bir tazminat söz konusu olsa da bu ekonomiyi çökertecek düzeyde olmaz. Yani esas etki tazminattan kaynaklanmayacak. Çünkü daha önce de ABD’nin İran’a dair kurallarını ihlal etmekten bazı Avrupa bankaları tazminata mahkûm oldu.

Dolayısıyıla oradan bir çöküş gelmez. Fakat yabancı sermayenin gözünde birtakım siyasi nedenlerle daha da güvensiz bir yatırım mecrası haline gelirsek, giriş yavaşlar veya durur.

Türkiye ekonomisi tamamiyle dış sermaye girişine bağımlı olduğu için de bu ciddi etkilere sebep olur. Türkiye’ye sermaye girişi varsa ekonomi büyüyor, giriş yavaşladığında durağanlaşıyor, sermaye çıkışı olunca da krize giriyoruz zaten.

İkinci adıma gelelim o halde. Yani aynı gemideyiz iddiasına…

Geçmişteki kriz durumlarında bankalar, finansal piyasalar, büyük şirketler devlet tarafından kurtarıldı ama işini kaybedenleri kurtaracak herhangi bir mekanizma yok. Yani gemi batarken alttakilerin üzerine çıkılır ki, bankalar, finansal piyasalar veya şirketler kurtulabilsin.

Yani Zarrab ve çevresinin üç kâğıtçılığının bedelini yine yoksullar mı ödeyecek?

Bu dava herhangi bir finansal, iktisadi krize yol açarsa, bunun bedelini ödeyecek olan başta emekçiler olmak üzere geniş kitleler, halk olacak. 1980’lerden bu yana dünyada sık sık yaşanan finansal krizlere bakınca, bu sonuca varmak mümkün.

Bu işin ekonomik bedeli ama bir de siyasi bedeli söz konusu. Eski ekonomi bakanının 45-50 milyon dolar rüşvet aldığına, AB bakanının bu işlerin kolaylaştırıcılığını yaptığına dair iddialar ve Zarrab’ın diğer itirafları sizce hükümet açısından nasıl bir faturaya sebep olur?

Doğrusu Türkiye’nin siyasi ortamından dolayı bunu öngörmek mümkün değil. Bir kere bu olay artık insanlara şaşırtıcı gelmiyor. İran’la ticareti ise herkes biliyor. ABD’nin İran’a ambargosu var ve siz İran’la ticaret yapıyor, ona bir şekilde ödeme yapıyorsanız, demek ki bazı finansal mekanizmaları kullanarak bu ambargoyu delmişsiniz.

Bunun Türkiye siyaseti dışında küresel de bir boyutu var. Trump’ın İran’a yönelik politikaları ABD basınında “savaşa doğru mu gidiyoruz” soruları sorduruyor. Biz daha ziyade bizimkilerin neler yaptığına bakıyoruz ama Zarrab davasının bu bağlamda da bir önemi var. Trump’ın Obama dönemindeki İran’la yumuşamayı tersine çevirmesinin iktisadi yansımalarından biri de olabilir bu dava.

ULUSLARARASI SERMAYE DEMOKRASİ OLUP OLMADIĞINA BAKMAZ

AKP, “15 Temmuz’da başaramadılar, şimdi de bize ekonomi silahıyla darbe vurmak istiyorlar” diyor. Trump yönetimi veya Avrupa ülkelerinin yöneticileri, Türkiye’ye yatırım yapılmasını engelleyebilirler mi? Uluslararası sermaye bu tür yönlendirmelere göre hareket eder mi?

Geleneksel komplo teorilerinde bu hep söylenir. Bu yüzde yüz imkânsız denemez. Ama uluslararası finansal sermaye, bir kere hakikaten uluslararası. İkincisi, kâr için yatırım yapar. Türkiye’ye de bunun için gelir. Onun için önemli olan demokrasi, insan hakları filan değil, ne kadar kâr edeceği ve bunu geri alıp almayacağına dair risk oranıdır.

Üçüncüsü de uluslararası sermaye “Türkiye’ye yatırım yapıyorum” demiyor. Bir grup ülkeye, yükselen piyasalara yatırım yapıyor. Bunun içinde Brezilya’dan Güney Afrika’ya, Malezya’ya kadar bir grup ülke var.

Böylece riski mi azaltıyor?

Tek tek ülkeleri incelemek yerine gruplayarak yatırım yapmak çok daha kolaydır. Dolayısıyla bu gruptaki ülkelerden herhangi birinde yaşanacak olumsuzluk da Türkiye’yi etkileyebilir. Uluslararası sermaye, söz konusu ülke grubu güvensizleşti diyerek de çıkabilir. 1997 Asya krizi oldu, 1998’de Rusya’yı, peşi sıra da Türkiye’yi etkidi mesela.

ZARRAB OLAYI PATLAMADAN İKTİSATÇILAR TUHAF İŞLER DÖNDÜĞÜNÜ FARK ETMİŞTİ

Zarrab olayının siyasi boyutu, işin içine hükümet mensuplarının da girmiş olmasından mı kaynaklanıyor peki?

Bu boyutta işlemler yapılırken, her şeyin hükümetten habersiz yapıldığını kabul etsek bile, bir noktada devletin bir kurumu bunu görmek zorunda zaten. Çünkü büyük miktarda hareketler söz konusu. Bunun üzerine rüşvet iddiaları da var tabii ama bu tür işlemlerin yapılması günümüz kapitalizminin yapısı gereği.

Zarrab’ın yaptığı işler nasıl ortaya çıktı?

Zarrab olayı henüz patlamadan önce bazı tuhaf işlerin döndüğünü önce bazı iktisatçılar ortaya çıkardı aslında.

Nasıl yani?

Türkiye’nin dış ticaret istatistiklerine baktıklarında daha önce görülmemiş düzeyde altın ithal edip ihraç ettiği görüldü. Hatta Türkiye ekonomisi çalışanlar cari açığa, ithalat ve ihracata bakınca “altın dışı ithalat-ihracat” veya “altın dışı cari açık” diye ayrı bir kalem oluşturmaya başladı.

Çünkü o altın, rakamları çok oynatıyordu. Dolayısıyla rakamlara bakan iktisatçılar “Altın üretimi olmayan Türkiye nasıl oldu da bu kadar altın ihraç eden bir ülke oldu” diye sorgulamaya başladı. Sonuçta Zarrab’ın bir ödeme aracı olarak dışarıdan altın getirip kullandığı ve yeniden dışarıya götürdüğü anlaşıldı. Bu zaten saklanamıyordu, istatistiklere yansıtılıyordu.

ABD FAİZLERİ YÜZDE 10’A ÇIKARIRSA, EKONOMİMİZ BİR DAKİKADA ÇÖKEBİLİR

Yani tüm engelleyici faktörleri aşıp mücadeleye giriştiğinizde de devletin zor aygıtları devreye giriyor.

Zor aygıtlarına gelmeden de mesela son torba yasayla Arabuluculuk Yasası çıkarıldı. Bu yasadan önce iş güvencesi olan çalışanlar haksız yere işten atıldığında mahkemeye başvurabiliyor, işe dönebiliyordu.

Arabuluculuk Yasası’yla bu da değiştirildi ve mahkemeye gitmeden önce arabulucuya gitme zorunluluğu getirildi. Kural koyucu devlet böylece işten atmayı kolaylaştırdı. Dolayısıyla işçi daha örgütlenip sokağa çıkmadan, sokakta kafasına vurulmadan önce önü kesilmiş olunuyor. Geçici istihdam gibi düzenlemeler de emeğin gücünü aşındırdı. OHAL en son radde yani. Sendikaların durumunu, emek hareketinin ne kadar içinde olduklarına girmiyorum bile. Dolayısıyla ekonominin yapısal durumu ve emek gücünün konumunu göz önüne aldığımızda iyiye gidişe dair herhangi bir emare görünmüyor.

Peki Türkiye’ye sermaye akışını azaltacak veya durduracak unsur ne olabilir? Dolayısıyla Türkiye niye risk altında?

Siz 1989’dan bu yana, özellikle de 2002 sonrası ekonominizi tamamen dış sermaye giriş-çıkışlarına açmış durumdasınız. Yapısal olarak bir cari açığınız var. Yani her sene, ürettiğinizden daha fazla tüketiyorsunuz.

Bu ikisi bir arada olduğu zaman yabancı sermayeye mahkûmsunuz. Fakat borcunuz, milli gelirinizin oranına göre çok yüksek bir noktaya geldiği zaman uluslararası finansal sermaye şu soruyu sorar: Acaba ödeyemeyebilirler mi? Bu sorunun sorulması bile sermayenin girişini yavaşlatır.

Bir de içerideki sermayedarlar paralarını dışarıya çıkarmaya başlarsa, net girişler azalır. Hukuki, siyasi yapı uluslararası yatırımcılardan ziyade içerideki yatırımcıların davranışlarını etkileyebilir. Ayrıca, olacak bir şey değil ama mesela yarın ABD’de faizler yüzde 10’a çıkarsa, Türkiye ekonomisi bir gecede değil bir dakikada çökebilir.

Kaynak: Gazete Duvar