Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Adli Yıl Açılış Töreni’nde konuştu.

Cirit, konuşmasında Avrupa Birliği’ne de yüklendi, AİHM'de görev yapan hakimlerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını sorguladı: AB raporu değersiz bir kağıt parçasıdır. Türk yargısına algı sistematik bir şekilde sürdürülmektedir. AB tutumuyla Türk yargısı önünde değer kaybetmiştir."

Cirit'in konuşması şöyle: 

"Hâkimler olarak bizler, Anayasanın 9’uncu maddesi uyarınca, her türlü egemenliğin kaynağı olan yüce Türk Milletinden doğrudan aldığımız yargı yetkisini kullanıyoruz. Bu sebeple, Yargıtay Başkanı sıfatıyla beşinci ve son adli yıl açış konuşmamı yaparken, birlikte çalışmaktan büyük onur ve mutluluk duyduğum mesai arkadaşlarımla bu süre içerisinde neleri başarabildiğimizi ve neleri başaramadığımızı gerekçeleri ile birlikte açıklamak istiyorum. Son yıllarda adalet sistemine yerleştirmek amacıyla yoğun çaba gösterdiğimiz “şeffaflık” ve “topluma karşı hesap verebilirlik” ilkelerinin bir gereği olarak, üstlendiğimiz kamuya ait bu emaneti nasıl kullandığımızı sizlerin ve Yüce Türk Milletinin önünde izah etmeyi bir sorumluluk olarak görüyorum.

Hukuk ihtiyacı, insanlık tarihi kadar eski olup düzen fikrine dayanır. Bir hukuk düzeni kurmak, en basit ifadeyle güçlülerin zayıfları istismar etmesine mani olmaktır. Hukuk sistemi, hakların normatif düzeyde korunması ile oluşturulur. Bu sebeple en gelişmiş hukuk sistemi, hakları en çok koruyandır.

Günümüzde, toplumların gelişmişlik düzeyleri; ekonomik ve siyasi bakımdan elde edilen başarılardan çok, insan haklarına duydukları saygı ile ölçülmektedir. İyi işleyen bir yargı sistemi ile insan haklarının korunması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Saygın bir mesleğin üyesi olarak biz hâkimler, her gün ciddi seviyede güç kullanıyoruz. Kullandığımız bu kamusal gücün, huzurumuza gelen insanların hayatlarında çok ciddi etkileri olmaktadır. Yargının kullandığı kamusal gücün, dürüstlüğü, becerisi veya şahsi standartları tartışmaya açık bir kişi tarafından kullanılmasını hiç kimse istemeyecektir. Bu sebeple, insan haklarının korunması, yüksek mesleki ve kişisel yeteneklere sahip, yargı mensuplarının varlığına bağlıdır.

Yargının, siyasal gücü elinde bulunduran yasama ve yürütme organı başta olmak üzere, tüm güç odakları karşısında bağımsız olması hukuk devletinin değişmez ilkesidir. Kişi hak ve özgürlüklerinin temel güvencesi olan bağımsız yargı yoksa, hukuk devletinin varlığından söz edilemez. Adalet arayan herkesin sığınacağı en son merciin bağımsız, tarafsız ve adil işleyen yargı sistemi olduğu daima hatırlanmalıdır.

YARGININ DENETLEME GÖREVİ KUVVETLENDİ

Bilindiği üzere, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri sonucunda Türkiye’de hem kanuni hem de fiili olarak “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan yeni hükûmet sistemine geçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle birlikte, parlamenter sistemden farklı bir kuvvetler ayrılığı da gündeme gelmiştir. Yargının tarafsızlık özelliği güçlendirilerek, yargının denge ve denetleme görevi kuvvetlendirilmiştir.

1982 Anayasasının birçok maddesinin değiştiği, bu Anayasayı topluma dayatanların yargılandığı bir dönemde, toplumun bütüncül ve tutarlı yeni bir Anayasa oluşturulmasına ilişkin haklı beklentisine siyasilerin uzlaşma ile bir karşılık vermeleri gerekir.

YARGI REFORMUNUN KISA SÜREDE UYGULAMAYA GEÇMESİNİ BEKLİYORUZ

Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından kamuoyuna açıklanan Yargı Reformu Stratejisi’nde öngörülen dokuz amacın tam anlamıyla gerçekleştirilmesinin, adalet sistemimizin daha da güçlenmesine önemli katkılar sağlayacağı şüphesizdir. Bu bağlamda hâkimlerin coğrafi teminatının olması, yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi açısından olumlu bir adımdır. Özellikle, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıda şeffaflık, savunma hakkının etkin kullanılması, adalete erişimin güçlendirilmesi ve yargıda verimliliğin artırılması, her zaman ve her yerde önemini koruyan temel başlıklardır. Yargı Reformu Stratejisindeki gerçekleştirilmesi taahhüt edilen reformların, başta İstanbul Bildirgesinde öngörülenler olmak üzere uluslararası standartlara uygun şekilde ve kısa süre içinde uygulamaya geçmesini bekliyoruz.

Hepimizin bildiği üzere yargı bağımsızlığı ve iyi işleyen bir adalet sistemi, bütçe ve kanun çıkarma konuları da dâhil olmak üzere birçok unsurun bir arada olması ile sağlanabilir. Ancak, bu unsurların tam olarak gerçekleştirilmesi bazı hallerde yasama ve yürütme organlarının konu ile ilgili tutumlarına bağlıdır. Özellikle de yargıya ilişkin konuların ön yargısız ortamlarda, şeffaf şekilde ve demokratik bir katılımla tartışılması, sorun çözme kapasitemizin gelişmesi bakımından son derece önemlidir. Çatışma ve kavga, kurumsal ve toplumsal diyalogun yerine geçerse, çözümü kolay birçok teknik sorun, üst politik tartışmalara sıkışarak çözümsüz kalır. Bu sebeple, adli yıl açılışlarının halkın huzurunda, tüm tarafların katılımı ile şeffaf ve demokratik şekilde yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yapıcı ve uzlaşmacı tutumumuza destek olan Türkiye Barolar Birliğine ve davetimizi kabul eden barolarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve egemenliğin hangi esaslara dayalı olarak kullanılacağı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6’ncı maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Hiçbir kimsenin veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı aynı maddenin son fıkrasında vurgulanmıştır.

BAĞIMSIZ YARGI VURGUSU

“Yargı Yetkisi” başlıklı Anayasanın 9’uncu maddesinde de “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” hükmü yer almaktadır. Bağımsız yargı, Cumhuriyetimizi ve devletimizi ayakta tutan temellerden biridir. Bu temelin sarsılması, kaba kuvvetin ve anarşinin doğmasına, toplumsal barışının bozulmasına ve nihayetinde demokrasinin ortadan kalkmasına yol açar.

Türk Milleti adına kullanılan asli, hukuki ve mutlak egemenliğin, devlet içinde veya dışında herhangi bir kudrete ya da otoriteye bırakılması, egemenliğin sonu olur. Türk yargısı bu gerçeğin bilincindedir. Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından, üst düzey siyasi kişiliklerin devam eden soruşturmalara ve davalara ilişkin beyanları, haklı gerekçeleri olsa bile belli bir yönde karar vermeleri için mahkemelere çağrıda bulunmaları veya açıklamalar yapmaları, adil yargılama hakkını güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ncı maddesindeki “bağımsız ve tarafsız mahkeme” fikriyle bağdaşmamaktadır.

Avrupa Birliği Komisyonunun 29/5/2019 tarihli Türkiye Raporunda “2016 darbe girişiminin ardından Hâkim ve Savcıların %30’unun ihraç edilmesi ve görevden uzaklaştırılması neticesinde Türk yargısının bağımsızlığına ilişkin endişeler devam etmektedir.” ifadesine yer verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY terör örgütündeki faaliyetleri sebebiyle eski yüksek yargı üyelerine yönelik soruşturmalar kapsamında 178 kişi hakkında fezleke düzenlenmiş, bunlardan 175 kişi hakkında dava açılmıştır. Bu davalardan bir kişi beraat etmiş, bir kişi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, 106 kişi mahkûm olmuş, 67 kişi hakkında ise yargılamalar devam etmektedir.

İlk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılardan 4561 kişi hakkında soruşturma açılmış, bunlardan 3495 kişi hakkında dava açılmıştır. Bu davalardan 534kişi beraat etmiş, 1344 kişi mahkûm olmuş, 1617 kişi hakkında ise yargılamalar devam etmektedir. Böylesine ağır ve önemli suçlardan mahkûm olmaları sonucu cezaevinde bulunan, soruşturmaları devam eden eski yüksek mahkeme üyeleri ve derece hâkim ve savcılarının ihraç edilmesi ya da görevden uzaklaştırılması zorunludur.

AB’NİN RAPORU DEĞERSİZ BİR KAĞIT PARÇASI

Çağdaş hukuk sistemlerinde bunun dışında bir seçenek olamayacağını bilmek için hukukçu olmaya da gerek yoktur. Durum bu kadar açık iken “yargı bağımsızlığı” kavramını, “terör örgütüne bağlılık” olarak anlayan İlerleme Raporundaki bu ifadeler, söz konusu raporu değersiz bir kağıt parçasına dönüştürmüştür.

Siyasi bir organ olan Avrupa Birliği, hangi hukuk anlayışıyla ve nasıl bir meşru gerekçeyle kendisini Türk Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerine koymaktadır? Bu konuda Strazburg organlarının standartları ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları son derece açık, net ve tutarlıdır. Avrupa Birliğinin yargıya yapmış olduğu bu siyasi müdahale girişimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görev yapan hâkimlerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını da gölgelemiş, ileride verilmesi muhtemel kararları şimdiden tartışmalı hale getirmiş ve yargı bağımsızlığına ağır bir darbe vurmuştur. Avrupa Birliğinin bu tutumu, hukuk derslerinde okutulacak türden tam bir “skandal”dır.

Avrupa Birliği raporunda, etik ve şeffaflık üzerinde durulurken, Yargıtay’ın bu alanda gerçekleştirdiği ve dünyadaki adalet politikalarını dahi etkileyecek nitelikteki çalışmaları görmezlikten gelinmiştir. Yargıtay’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda ve yine Yargıtay’ın girişimiyle Birleşmiş Milletlere üye tüm devletler tarafından kabul edilen yargıda şeffaflığa ilişkin ilk ve tek kapsamlı metin olan İstanbul Bildirgesinin dikkate alınmaması, söz konusu raporun at gözlüğüyle hazırlandığının en somut örneğidir.

Diğer yandan, Yargıtay tarafından oluşturulan ve şu an için Avrupa Bölgesi de dâhil olmak üzere tüm dünyada en yüksek standartları temsil eden “Yargıtay Yargı Etiği Sistemi” ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından kabul edilen Hâkim ve Savcıların uymaları gereken etik kuralları kapsayan “Türk Yargı Etiği Bildirgesi” de görmezden gelinmiştir. 

YARGI ETİĞİ

Her yıl “yargı etiğini” eleştiri konusu yapan Avrupa Birliğinin, yargı etiğine ilişkin bu gelişmelere yer vermeyen raporu, tutarsızlık ve önyargı başta olmak üzere en temel etik ilkelere aykırılıklarla sakat hale gelmiştir. Sonuç olarak, uluslararası alanda Türk yargısına yönelik karalama kampanyasının bir parçası olan rapordaki ifadeler, Avrupa Birliğinin Türk yargısı ve kamuoyu önünde itibar kaybetmesine yol açmıştır.

Öte yandan küresel olarak, çeşitli güç odakları tarafından Türk yargısına yönelik olumsuz algı oluşturma çabaları sistematik bir şekilde sürdürülmektedir. Dünya Ekonomik Forumunun 2018 yılı Küresel Rekabetçilik Raporunda Türkiye’deki yargı bağımsızlığı 111’inci sırada gösterilmiş, bu konu yazılı ve görsel basında yer almıştı. Söz konusu raporda, idam cezalarının günlük yaşamın bir parçası haline geldiği Mısır 29’uncu sırada, Cemal Kaşıkçı cinayetini dünyanın gözü önünde örtbas etmeye çalışan Suudi Arabistan ise 24’üncü sırada yer almıştır. Sadece bu iki örnek dahi, raporu hazırlayanların hukuk anlayışlarını ve Türk yargısı hakkında uluslararası alanda nasıl kirli ve çirkin bir propaganda yürütüldüğünü göstermeye yeterlidir.

2015 Yılı İlk Adli Yılı Açılış Konuşmamda “Gelecek yılki adli yıl açılış konuşmasında yine birlikte olabilirsek, o zaman ülkemiz açısından sorunlu alanlardan doğan risklerin büyük ölçüde kontrol altına alındığını ve daha iyi bir adalet sistemine doğru hızlı ilerlediğimizi ifade etmek arzusunu ve ümidini taşıdığımı belirtmek isterim demiştim. Bunun üzerine mesai arkadaşlarımla birlikte şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde, düzenlediğimiz bilimsel toplantılarla adalet aktörlerinin ve değerli akademisyenlerin görüşlerinden de yararlanarak 2015-2019 Yargıtay Stratejik Planını hazırladık. Bu stratejik planımıza göre adli yargının etkinliği ve verimliliği ile istinaf süreci hakkında yaptığımız çalışmalara ilişkin değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum.

BAZI HUKUK DAİRELERİ ŞU AN POSTAYA ÇALIŞIR HALE GELMİŞ

Ülkemizde 1924 yılında kaldırılan, 2004 yılında 5235 Sayılı Kanun ile kurulan ve aradan 10 yıl geçmesine rağmen faaliyete geçirilemeyen istinaf sisteminin çağdaş bir yargı sistemi için zorunlu olduğu bilinciyle, bu konudaki çabalarımızı yoğunlaştırdık. Nitekim, 20 Temmuz 2016 tarihinde, bölge adliye mahkemeleri faaliyete başlamıştır. Üç yıl önce faaliyete geçen istinaf sistemi, arzuladığımız hedefleri hangi ölçüde yerine getirmiştir? Bu soruya açık bir cevap vermek zorundayız.

1.Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesindeki temel amaçlardan biri Yargıtay’a gelen aşırı iş yükünün azaltılması suretiyle Yargıtay’ın tam bir içtihat mahkemesi haline gelmesinin sağlanmasıydı. 2015 yılı sonu itibarıyla Yargıtay’a gelen toplam dosya sayısı 1.004.281 iken, bu sayı ilk derece mahkemelerinde artan dava yüküne rağmen, 2018 yılı sonu itibarıyla toplam 276.379’a düşmüştür. Bazı hukuk daireleri şu an postaya çalışır hale gelmiştir. Postaya çalışan daire başkanlarına ve üyeleri ile tetkik hâkimlerine teşekkür ediyorum.

CEZA DAİRELERİNDE ARŞİVLERDE BEKLEYEN DOSYALAR İÇİN 2 YILA İHTİYAÇ VAR

Ceza dairelerinde ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında ise arşivlerde bekleyen dosyaların tamamen bitirilebilmesi için iki yıla daha ihtiyaç bulunmaktadır.

2.Bölge adliye mahkemeleri, karanlık FETÖ örgütünün hain darbe teşebbüsüne kalkışmasından 5 gün sonra, 20 Temmuz 2016’da faaliyete geçmiştir. Mevcut hâkim ve savcıların 1/3’ünün FETÖ ile irtibatları sebebiyle meslekten atılmasının iki sonucu olmuştur.

YARGIDA VERİMLİLİK KAYBI VAR

Birincisi, istinaf için planlanan kıdemli hâkim ve savcı temininde zafiyet meydana gelmiştir. Bu açığın kapatılması amacıyla Yargıtay’da görev yapan kıdemli ve nitelikli 572 hâkim, başta bölge adliye mahkemeleri olmak üzere Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Teftiş Kurulu Başkanlığı gibi Yargıtay dışında farklı ve önemli görevlere atanmışlardır. Bu arkadaşlarımız, yargının yeniden inşa edilmesine son derece önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Buna bağlı olarak gelişen ikinci sonuç ise bu süreçte hâkimleri başka görevlere atanan Yargıtay’da meydana gelen verimlilik kaybıdır.

2015 yılında 938.005 karar veren daireler, yaklaşık olarak aynı tetkik hâkimi sayısı ile 2018 yılında 511.508 karar vermiştir. Yargıtay’da %45’lik bir verimlilik kaybı yaşanmıştır. Yargıtay’da verimliliğin bu şekilde azalması, adli yargı sistemindeki genel iş yükü ile mücadelede önemli bir zafiyete yol açmıştır. Bunun en önemli sebebi, daha önce meslekte 5 yıllık kıdeme sahip tetkik hâkimlerinin Yargıtay’da görev yapmasına rağmen, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonra stajdan kurayla ya da meslek kıdemi 5 yıldan az tetkik hâkimlerinin Yargıtay’a atanmasıdır. Bu durumun bir an önce düzeltilmesi amacıyla Yargıtay tetkik hâkimliğine ya da Yargıtay tetkik hâkimliğinden başka bir göreve yapılan atamalarda Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun bağlayıcı görüşünün alınması zorunlu olmalıdır. Yargıtay Kanununun kaldırılan 27 ve 36’ncı maddeleri yeniden geri getirilmelidir. İki yıldan beri Adalet Bakanlığı nezdinde sürdürülen yoğun çabalarımızdan bir sonuç alınamamıştır. Bu durum makul sürede yargılama dâhil olmak üzere adil yargılama hakkı bakımından risk oluşturmaktadır.