Uzun yıllar Taraf gazetesinin avukatlığını yapan ve ardından P24'e geçen Avukat Veysel Ok, gazetecilere baskıları açılan davaları değerlendirdi.

Türkiye’de ‘medya baskısı’nın AKP ile gelişen bir durum olmadığını belirten Ok, “Medyaya baskı” AKP’ye mahsus bir durum değil. Tayyip Erdoğan’a da mahsus değil. Yirmilerde de, ellilerde de, altmışlarda da bu baskı vardı, Tan baskını bu ülkede yaşandı… Türkiye tarihi boyunca medyaya baskı vardır” ifadelerini kullandı.

Gazetecilerin haber yapmasının engellenmesiyle halkın haber alma hakkının da engellendiğini belirten Ok, internet sitelerine getirilen erişim engelini eleştirdi.

Gazetecilere açılan davalar hakkında konuşan Ok, "Haber peşinde koşması gereken insanlar, adliye koridorlarında savcı ve hakimlere hesap vermekle uğraşıyorlar. Gazeteciler, haberlerini savunmak zorunda bırakılıyorlar" dedi.

'Cumhurbaşkanı'na hakaret' suçlamasıyla verilen cezalara da değinen Ok, AİHM içtihatlarına göre böyle bir suç olmadığını belirtti. Ok, "Devlet başkanlarına hakaret diye bir suç yok" dedi.

Haberdar’dan Bilgehan Uçak'ın Avukat Veysel Ok ile söyleşisi şu şekilde:

Birçok gazetecinin avukatı olduğun için sana sormak istiyorum. Gazetecilere açılan davalarda neler oluyor? Neden açılıyor bu kadar dava?

Önce şunu söyleyeyim, “medyaya baskı” AKP’ye mahsus bir durum değil. Tayyip Erdoğan’a da mahsus değil. Yirmilerde de, ellilerde de, altmışlarda da bu baskı vardı, Tan baskını bu ülkede yaşandı… Türkiye tarihi boyunca medyaya baskı vardır…

Birkaç isim hatırlatarak araya gireyim; Ahmet Samim, Ahmet Emin Yalman, Hrant Dink… Ayrıca, daha beş sene öncesine kadar generaller arkalarına yüksek rütbeli subayları sıralayıp parmak sallamıyorlar mıydı?

Evet evet, İlker Başbuğ parmak sallayınca Ahmet Altan bir manşet atmıştı Taraf’ta…

‘GEÇTİ O GÜNLER’

Yani, bu baskı AKP’ye mahsus değil. Ama bu dönemin en büyük farkı şu: Baskı, artık yok edici boyuta geldi. Baskının yöntemleri çoğaldı. Tabii eskiden internet medyası diye bir şey yoktu, oysa şu an yükselen bir internet medyasından söz edebiliriz.

Fikirler orada üretiliyor, yazılar orada yazılıyor… Ve bunun sonucu olarak da en büyük baskı internet medyasına yapılıyor. Gölbaşı Sulh Ceza Hakimliği diye bir sansür makinesi var; neredeyse, her gün yirmi siteyi erişime kaptıyorlar.

Oysa, kanun diyor ki, bir haberde kanuna aykırılık varsa o habere erişim yasağı getirirsin. Onlarsa siteyi tamamen kapatıyorlar!

Kanun mu? O da ne?

Kendi çıkardıkları kanuna aykırı bu yaptıkları! Bilgi edinme hakkının gaspı. İşin matrak kısmı, bu karara itiraz etmek için yandaki Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurman gerekiyor. Üst mahkemesi yok. Bu yüzden, yıllarca kapalı kalabiliyor internet siteleri. Tabii buna karşı insanlar da teknik metotlar geliştiriyorlar. Nedir bu? İşte sitenin adına bazı şeyler ekliyorlar. “demokrathaber” kapatıldıktan sonra “demokrathaber1” olarak yeniden yayına başladı. Bu tarz yöntemlerle sansürü aşmaya çalışıyor herkes.

jiyan.org kapatılınca jiyan.us olarak tekrar açıldı…

jiyan öyle, DİHA kimbilir kaç kapatıldı… Otuziki diye biliyorum ve bu kararları hep aynı mahkeme aldı! Oranın kuruluş amacı şu: İnternet medyasını yok etmek. Gazetecilere açılan bu davaların bir yönü buysa diğeri de yeni bulunan suç tarifi: Cumhurbaşkanı’na hakaret. Ahmet Altan’dan Perihan Mağden’e, Cengiz Çandar’dan Hasan Cemal’e, duvar yazılaması yapan solcu gençten Facebook’ta paylaşım yapan bir başkasına kadar yüzlerce insan yargılanıyor.

Bundan önce Cumhurbaşkanı vardı ama böyle bir hakaret suçlaması hiç yoktu…

Bu kanunu bütün cumhurbaşkanları kullandı ama hiçbirisinde böyle bir rakam yoktu. Yelpaze çok geniş tutuluyor. En ufak eleştiri, hoopp, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” kabul ediliyor. Oysa biz savunmalarda da söylüyoruz: “AİHM içtihatlarına göre böyle bir suç yoktur.” Devlet başkanlarına hakaret diye bir suç yok. Anayasa’nın 90. maddesiyle eğer uluslarası hukuk arasında bir çelişki varsa, uluslararası hukuk üstün gelir.

AİHM’in İspanya ve Fransa kararları var konuyla ilgili olarak. “Hiç kimseye bir ayrıcalık tanıyamazsın” diyor. Dolayısıyla, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” kanunu yok hükmünde. Bu suçtan ceza bile alsa insanlar, kararların hak ihlali olarak AİHM’den döneceğini göreceğiz.

 Bu konuyla ilgili Kerem ve Yaman hocaların çok güçlü bir mütaalası var. Olmayan bir suçun cezası da olmaz. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı makamı devletin tepe noktası. Yani, en güçlü hali. Bu yüzden eleştiriye açık olmak zorunda. Hem özel hem de siyasi hayatıyla eleştirilecektir, dünyanın neresinde olursa olsun o mevkide yer alan siyasetçiler eleştirilir.

Sermaye sorunu da var. Devletle iş yapan, devletten ihale alan işadamı gazete patronu olursa nasıl eleştirebilir?

Medya organlarının sermaye yapısı da çok önemli. Bağımsız ya da muhalif diyebileceğimiz medya gruplarının “devlet eliyle devlete bağımlı” hale getirildiğini görüyoruz. Koza Grubu’nda yaşanan bu oldu. Bir medya grubuna bir sulh ceza hakiminin imzasıyla el kondu. Ve yayın çizgisi yirmidört saat içinde tamamen değiştirildi.

GAZETECİLER İŞSİZ KALIYOR

Adliyeye her gidişimde bir gazeteciye rastlıyorum. Gazeteciler bir soruşturma ve dava taarruzu altında. Yıldırma ve gözdağı politikası bu. Haber peşinde koşması gereken insanlar, adliye koridorlarında savcı ve hakimlere hesap vermekle uğraşıyorlar. Gazeteciler, haberlerini savunmak zorunda bırakılıyorlar.

YAYIN YASAKLARI

O da bir başka sıkıntı. Her olayla ilgili bir yayın yasağı kararı alınıyor. 17-25’ten Ankara katliamına kadar her konuda bir yasak kararı çıkıyor. Kamuoyunu ilgilendiren bir konuyla ilgili hemen yayın yasağı geliyor. Böylece, vatandaşların habere ulaşması da engellenmiş oluyor. O haberi tartışmanız, o haberi eleştirmeniz engelleniyor. Üstelik, artık yayın yasaklarında, bakın bu çok önemli, habere yapma demiyor yalnızca, “eleştiremezsin” diyor. Sultanahmet bombalamasından sonra, İstanbul 7. Sulh Ceza Mahkemesi yayın yasağı kararı verdi ve haber veya röportaj yapmak gibi eleştirmek de yasaklandı. Neredeyse susup evinize kapanın diyecekler! Unutmamızı, hafızamızdan silmemizi istiyorlar. Eleştirmeyin demek bir hakimin görevi, bir hakimin haddi midir?

Hakime mi düşer?

Olacak şey değil. Zaten akreditasyon diye bir mesele var ve iktidara muhalif olan gazetecilerin hiçbiri toplantılara katılamıyor, uçaklara alınmıyor…

Bu akreditasyon da eskiden beri vardı… Hatırlasana, bir aralar Genelkurmay Başkanları sevdikleri gazetecileri huzura çıkarıp brifing verir, basın toplantısı yaparlardı…

Geçmişten beri tabii! Ben altı yıl Taraf’ın avukatlığını yaptım. Taraf gider miydi bilmiyorum ama o tarz toplantıların hiçbirine çağrılmadı. Medyanın hali batıda böyle…

BİRDE DOĞU HALİ VAR…

Görüyoruz her gün televizyonlarda… Bir DİHA muhabiri kurşunlandı, IMC muhabiri Refik ayağından vuruldu. Orada artık ifade özgürlüğü değil, yaşam hakkı ihlali var. Polisler, hakim ve savcı kararı olmadan gazetecileri gözaltına alıyor…

Baransu için denmedi mi?

Aynen öyle! Doksanlardaki “Beyaz Toros” günlerini hatırlatan görüntüler bunlar. Sokağa çıkma yasakları, zorunlu göçler, yıkılan kentler… Doğuda korkunç işler oluyor. Gazeteciler için haber deryası orası aslında ama biz batıda yaşayanlar olarak doğru haber alamıyoruz. Neler olup bittiğini öğrenmek istiyoruz. Ama amaç da bu zaten, ne olup bittiği batıda duyulmasın. Gazeteciye yapılan baskının sebebi, orada yaşanan hukuksuzluğun batıda bilinmemesini sağlamak.

Peki, bu gazeteciler neyle suçlanıyorlar? Ne demişler de hakaret etmişler?

Ne Ahmet Altan hakaret etti yazılarında ne Perihan Mağden ne de Hasan Cemal… Birçok gazetecinin adını sayabiliriz. Ayrıca bu isimler hakarete tenezzül edecek insanlar da değil.

Çetin Altan’ın “hakaret yazıyı çirkinleştirir” öğüdüne hiçbir oğlu karşı gelemez!

Yargılanmalarının tek sebebi, siyasi iktidarın eylem ve söylemlerini eleştirmeleridir. Suriye politikasını, Kürt politikasını, yargıdaki yozlaşmayı eleştirdikleri için ifade veriyorlar. Başka bir sebebi yok. Bu eleştirileri hakaret kabul ederek davaya dönüştürüyorlar. Kimse Cumhurbaşkanı’nın kişiliğini eleştirmiyor, politikalarına dair getiriliyor eleştirilerin tamamı.

Gördüğün en çarpıcı şey nedir?

En son P24’te Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili bir yazı yazdım. Can Dündar’ın yazılarının tamamı zaman aşımına uğramış. Basın Kanunu’nun 26. maddesine göre zaman aşımı süresi dört ay. Yani, savcıların dört aylık bir süreleri var. Oysa iddianame daha geçen gün kabul edildi, süre ise çoktan doldu…

Sadece bunu söylemek bu iddianamenin düşmesi için yeterli çünkü zaman aşımı bir muhakeme şartıdır. Bir davada zaman aşımı varsa yargılama yapamazsın. Bu kadar açık. Mahkemenin bu davayı reddetmesi lazımdı. Türkiye’de şaşırmanın bir manası kalmadı artık! Bir şekilde hukuksuzluklara alıştık ve şaşırmıyoruz. Her şeyin olabileceği bir dönem bu. Zaman aşımına uğramış bir haberden iki kez müebbet, bir de 20 yıl isteniyor, ötesi var mı?

Şaka gibi!

Baransu’ya bak, o da aynı. 11 aydır tutuklu ve iddianamesi hâlâ yazılmadı. Neyle suçlandığını bilmeden yatıyor. Veya Diyarbakır’da Beritan adlı bir gazeteci var ki, onun başına gelen çok ilginç. Tutuklanma sebebi, çok heyecanlı görünmesi.

Pardon?

Eylem izlerken, yani haber peşinde koşarken polis gözaltına alıyor ve tutanakta “çok heyecanlı görünüyor” diye yazıyor. Başka delil yok! Bir gazeteci de böyle tutuklandı.

Hasan Cemal’in tabiriyle “cici gazeteci” olmazsan başına her şey gelebilir…

Haberleri dolaşıma sokmazsan hiçbir sorun yok. Eleştirmeyeceksin, yazmayacaksın, senden istenen bu.

12 Eylül referandumunda HSYK değişsin diye “yetmez ama evet” dedik. Şimdi olan nedir?

Evet diyenleri yadırgamıyorum ama… Siz bence HSYK’yı hep askeri vesayet altında gördüğünüz için…

Bu “biz”, “yetmez ama evet” diyenler galiba.

28 Şubat döneminde HSYK üyelerinin askeri garnizonlarda talimat aldığını gördüğünüz için seçimlerle oluşacak “kurulun” daha demokratik olacağını sandınız. Belki umdunuz demem daha doğru. Teknik kısmına girmeyeyim ama bu çok doğal bir tepkiydi. Şemdinli’yi soruşturan savcı meslekten ihraç edilmişti. 17-25’ten sonra siyasi iktidar devleti elde tutmak için HSYK’nın tek hakimi olması gerektiğini gördü. Çok ciddi bir baskıyla bütün yapı değiştirildi…

PERİNÇEK ÇOK MEMNUN!

Olacak tabii! Hiçbir ulusalcıya nasip olmayacak şeyleri bugün siyasi iktidar yapıyor çünkü! Kürt meselesi, liberaller meselesi, Cemaat meselesi…

Cemaat deyince… Paralel suçlaması nedir? Hukukta bu suçun bir karşılığı var mıdır?

Tek kelimelik bir cevap verebilir miyim?

Ver…

Yoktur! Hiçbirisi hukukla açıklanamaz. Hiçbir devlet kendi içinde farklı saiklerle hareket eden bir yapıyı barındırmaz.

Söyleşinin tamamı için tıklayın.