Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucunda, 1.5 yıl önce, 34 kişinin katledilmesinden sonra açılan Uludere soruşturmasının Diyarbakır Savcılığı’ndan askeri savcılığa devredilmesi konusunu, Radikal’den Ezgi Başaran, eski askeri hâkim Ümit Kardaş’a sordu.

“Biri emir vermiş, biri İHA görüntülerini izlemiş, biri de emri yerine getirmiş. İyi ama kim bunlar? Şüpheli namına kimse yok. Hangi askeri savcı, Uludere için komutanını sorgulayabilir?” diye konuşan Kardaş, askeri vesayet konusunda ise, “Bugün Uludere soruşturması askeri savcılığa devredildiyse askeri vesayet bitmemiştir,” yorumunda bulundu.

Kardaş, AKP hükümetinin kendisine tehdit olarak gördüğü kurumları demokratikleştirmek yerine, kendisinin işine yarayacak biçimde dönüştürdüğünü belirtti ve “Vesayetin bitmesiyle ilgili yapılan bir reform yoktur aslında. Orduyu Milli Savunma Bakanlığı’na bile bağlamadılar, daha neyi konuşuyoruz,” diyerek tepkisini gösterdi.

İşte Ezgi Başaran’ın ilgili röportajı:

Diyarbakır Savcılığı’nın Roboski (Uludere) katliamıyla ilgili görevsizlik kararını tercüme eder misiniz?

Bunu tercüme edebilmek için askeri yargının ne şekilde kurulup bugüne nasıl geldiğini anlatmam gerekiyor. Askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri ilk olarak 1961 Anayasası’nda düzenlenmiştir. Ondan önce bir anayasal dayanağı yoktur. 61 Anayasası askeri mahkemelerin yetki alanını dört kritere dayandırmış. Birincisi askeri suçlar. TCK içinden alınıp aynen Askeri Ceza Kanunu’na yedirilmiş ve böylece askeri disiplinle, itaatle alakası olmayan birçok suç da bu kanun kapsamına girmiştir. İkincisi; askeri mahalde işlenen suçlar. TCK kapsamına girse bile askeri mahalde işlendiği için askeri mahkemenin baktığı suçlar. Üçüncüsü askerlik hizmet ve görevlerine ilişkin suçlar. Hadi bu bir dereceye kadar makul karşılanabilir bir kriter. Dördüncü kriterse asker kişilerin asker kişilere karşı işlediği suçlar.

ULUDERE NASIL OLDU?

Tüm bunlar bize ne diyor?

Kapsamı ve yetkisi son derece geniş bir askeri yargı sistemimiz olduğunu, sivil mahkemelerin pekala yargılayabileceği suçları askerin kendi içine çekerek ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ kuralını işlettiğini… Çift başlı yargı budur. Hem ceza hem idari alanda sivil ve askeri olmak üzere iki tür mahkeme vardır ki, asla kabul edilemez. Bunu yıllarca anlatmaya çalıştık ama dinletemedik. Dolayısıyla maalesef Uludere dosyasının geldiği nokta gibi kötü bir örneği de engelleyemedik.

2010 Referandumu’nda askeri yargı sistemiyle ilgili ciddi bir reform yapılıyormuş gibi görünüyordu, öyle olmamış mı?

Öyle olmayacağı belliydi. İktidarın yaptığı şey özel olarak belirterek darbeye teşebbüs suçlarını sivil mahkemelere devretmek oldu. Referandumda biz bunu onayladık. Elbette iyi birşey yaptı ama kendisiyle sınırlı bir şey yaptı.

O ne demek?

Hükümete yönelik tehdidi ortadan kaldırmakla yetindi demek: Askere karşı rejimi korudu ama vatandaşı korumadı. Bunun için askeri yargı sistemini tamamen ortadan kaldırması gerekiyordu, yapabilirdi de. Ama yapmadı. Zamanında bunu çok yazmıştım, ‘Bu haliyle yetmez, yetmez, yetmez’ demiştim. Maalesef haklı çıktım. Uludere’de karşılaştığımız olay bu.

Nedir?

Bakın, Diyarbakır Savcısı’nın görevsizlik kararı vermesi son derece doğal. Sistem onu gerektiriyor. Neden? Söz konusu kişiler askerdir ve askerlik görevini yaparken bu suçu işlemişlerdir. Anlattığım kriterlere göre düşünün: Bu suç kimin yetki alanında? Askeri mahkemenin.

Asker kişiler suçu vatandaşa karşı işliyor, bir önemi yok mu?

Hiç fark etmez. Anayasal düzende siz askerlik hizmetini yaparken, görevinizle ilgili bir suçu işlediğinizde, bu bir askeri suç oluyor işte. Uludere’de Diyarbakır Savcısı’nın tespit ettiği suç ‘taksirle adam öldürmek’. Ve bu düzende maalesef bu askeri suç sayılıyor. Dünyada askeri mahkemelerin varlık nedeni disiplini sağlamaktır. Firar gibi sadece askerlerin işleyebileceği 8-10 tane suç vardır. Askeri mahkemelerin bu suçlar dışındaki suçlarla ilgilenmesi izah edilebilir bir şey değildir. Ordu bu şekilde, mensuplarının işlediği suçları kendi içine alarak bir bakıma yok eder. Şimdi bu Uludere dosyasını devralacak askeri savcının şüpheli askerlerle ilgili tarafsız olabileceğine inanabilir miyiz?

Uludere dosyasının madem ki askeri savcılığa gideceği belliydi, 1.5 sene niye öyle değilmiş gibi yapıldı?

Maalesef bir oyalama görüyorum. Diyarbakır Savcısı görevsizlik kararının gerekçesinde hepimizin bildiği şeyleri tekrar ediyor: Biri emir vermiş, biri İHA görüntülerini izlemiş, biri de emri yerine getirmiş. İyi ama kim bunlar? Hiçbirisi belli değil. Ölenlerin isimlerini, davaya müdahil olanların isimlerini yazmış, şüpheli namına kimse yok. Diyarbakır Savcısı bu davanın askeri yargıya intikal edeceğini biliyordu, o yüzden pek de zorlamadı. Benim görüşüm bu. Anayasal bir sorunla karşı karşıyayız.

Çözümü nedir?

Çok basit 145’inci madde kalkacak, askerle ilgili disiplin cezalarını değerlendirecek mahkeme kanunla kurulacak. Referandumda askeri yargıyla ilgili ciddi bir reform yapılacaktı, hükümetin ilk tasarısında vardı fakat sonra ne olduysa oldu, tahminimce asker baskı yaptı ve bu tasarı değişti. Hükümet kendine yönelik tehdidi bertaraf etmek konusunda askere direndi ama yapısal bir değişiklik yapılması açısından direnmedi. Direnmiş olsaydı, o referandum paketiyle askeri yargı ortadan kalksaydı bugün Uludere soruşturması bu hale gelmezdi. Bu soruşturmanın askeri savcılığa devredilmesi mantığa ve insanlığa uymayabilir ama mevcut kanunlara pekâlâ uyuyor. Maalesef böyle.

Asker bu ikili hukuk sisteminden nasıl yararlanıyor?

Kol kırılır yen içinde kalır mantığı vardır orduda. Ben askeri hâkimlik yaptığım için komutanların durumunu iyi bilirim. Kanunlarla filan ilgili değiller. İlgilendikleri şey bir emrin yerine getirilmesidir. Dolayısıyla orduda her gün kanuna aykırı iş yapılabilir. Ve bu tabiileşmiştir.

Örneğin devlet orduya belirli bir iş bir ödenek verir. Komutan bu ödeneği kendi tasarrufuna göre harcar. Askeriye tamamen ayrı bir dünyadır. Hesap vermez, denetlenemez bir kurum var karşımızda, bunu bilelim.

Nasıl bitti bu askeri vesayet öyleyse?

Bugün konuştuğumuz şeylere bakarak bittiğini kim söyleyebilir? Vesayet mücadelesinde ilk dönemler hükümete ben çok destek vermiştim. Sonra eleştirmeye başladım, bana ‘Ooo döndün’ filan dediler. Hayır, başlarda hükümetin gerçekten vesayeti kaldırmak istediğini zannetmiştim. Meğer öyle köklü bir niyeti yokmuş.

Neymiş niyet?

Bugün Genelkurmay Başkanı çok iyi değil mi? Hükümetle iyi anlaşıyor. MİT Müsteşarı deseniz, o da iyi, Başbakan’la iyi ilişkiler içinde. Peki, kurumlar ne olacak? Aynı hantallığı, içe kapanıklığı, hesap vermezliği devam ediyor. Hükümet vesayetten kurtulmak istedi ama kurumları şeffaf hale getirmek istemedi. Bu kurumları bu haliyle bırakıp, başlarına üç-beş size göre makbul kişiyi atadığınızda ben sizin vesayetten kurtulmak, demokrasiye kök saldırmak değil de o kurumlara hâkim olmak istediğinizi düşünürüm. Bugün gördüğüm şudur: Hükümet kendisine tehdit olarak gördüğü kurumları demokratikleştirmek yerine, kendisinin işine yarayacak biçimde dönüştürdü. Bir kez daha söyleyeyim… Vesayetin bitmesiyle ilgili yapılan bir reform yoktur aslında. Orduyu Milli Savunma Bakanlığı’na bile bağlamadılar, daha neyi konuşuyoruz. İşte yaşıyoruz: Bugün Uludere soruşturması askeri savcılığa devredildiyse askeri vesayet bitmemiştir.

Uludere soruşturmasının akıbetiyle ilgili sağlıklı bilgi ve sonuç alma ihtimalimiz nedir sizce?

Azdır. Uludere olayında bugün görevde olan genelkurmay başkanı da sorumludur, dikkatinizi çekerim. Görevde bir genelkurmay başkanını, hava kuvvetleri komutanı, altlarında bir sürü general… Askeri savcı onları soruşturup, ifadesini alıp, şüpheli hale sokup dava açabilir mi? Soru bu. Daha önce böyle çok kapanan giden dosya gördüğüm için bu soruya olumlu yanıt veremiyorum. Uludere soruşturmasından artık pek birşey beklenmez bana göre. O zaman biz insan onurunu nasıl koruyacağız? Çok yaralayıcı Uludere gibi bir olayın cezasız kalmasını halk olarak nasıl içimize sindireceğiz?