Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, TV programcısı Afşin Hatipoğlu ve gazeteci Orhan Uğurlu gibi Ülkücü kökenli isimler, geçen hafta farklı yerlerde saldırıya uğradı.

Darp edilen isimlerin Ülkücü kökenli, ama muhalif isimler olması, okları Milliyetçi Hareket Partisi ve onun gençlik yapılanması Ülkü Ocakları'na çevirdi.

MHP'nin tepe isimleri ise darp olaylarının partileriyle ilişkilendirilmesinin "komplo" olduğu iddiasında.

Ancak Özdağ'a saldıranların Ülkücü olduğu, hatta birinin Ülkü Ocakları'nda yöneticilik yaptığı, olay günü kullandıkları ödünç arabanın da Ankara Ülkü Ocakları Vekili Musa Şahin'e ait olduğu ortaya çıktı.

Özdağ'a saldıran üç kişiden ikisi, "yaralama" suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu sırada bazı MHP'liler, soruşturmayı yürüten savcıyı sosyal medya üzerinden tehdit etti.

Onlardan biri de eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve şimdinin MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz'du. MHP'li vekil paylaşımında, Ahmet Davutoğlu'na kast ederek "Ankara Başsavcı Vekili Alparslan Tufan, Adalet Bakanlığı'na mı yoksa Serok Ahmet'e mi bağlı çalışıyor?" diye sordu, ancak ne Adalet Bakanlığı ne de Hakimler ve Savcılar Kurulu'ndan bu soruya yanıt geldi.

Tüm bu yaşananların ardından da "Ülkücüler sokağa çıkıp şiddete başvurmaya mı başladı?" sorusunun sorulmasına neden oldu.

"SOKAKTA OLMALARINI GEREKTİREN BİR DÜŞMANI YOKTU"

DW Türkçe'nin Tunca Öğreten’in sorularını yanıtlayan, Türkiye sağı ve milliyetçiler üzerine çalışmaları bulunan akademisyen Doç. Dr. Fatih Yaşlı'ya göre Ülkücüler bir süredir kabuğuna çekilmişti.

Birkaç sene öncesine kadar Ülkü Ocakları'nın şiddetle anılması da azalmıştı:

"Bunun nedeni, Ülkücü hareketin misyonunun değişmesi değildi. Esas olarak solun zayıflamasıyla birlikte "düşman kategorisine" yerleştirebilecekleri unsur neredeyse hiç kalmamıştı. Özellikle 15 Temmuz sonrasında sokağın iktidar tarafından kriminalize edilmesi, üniversiteler üzerindeki büyük baskı nedeniyle öğrenci ve işçi eylemleri zaten çok zayıflamıştı. Ülkücü hareketin de sokakta olmasını gerektiren bir düşmanı bu anlamda yoktu.

"Ülkücüler, Avrupa'da da oldukça örgütlü. Özellikle Fransa, Avusturya ve Almanya'da güvenlik birimlerinin gözleri üzerinde. Yaşlı'nın sözünü ettiği, Ülkücülerde son senelerdeki sakinliğin Avrupa'da da benzer olduğunu söylemek mümkün. Zira kısa süre önce Ülkücülerin faaliyetlerini durdurmayı ve yasaklamayı tartışan Almanya'da istihbaratın yıllardır izlediği Ülkücülerin, son iki yıldır şiddet çağrıları yapmaktan kaçındığı, kendi adıyla gösteri düzenlemediği belirtiliyor.

Almanya'nın iç istihbarattan sorumlu kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2019 tarihli raporuna göre bunun nedenlerinin başında, Ülkücülerin 2018'de düzenlenen Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin sonuçlarından memnun olması geliyor.

Raporun bir bölümünde şöyle deniyor:

"AKP ile seçim ittifakına giden MHP, Türkiye politikasında önemli bir faktör haline geldi. Geleneksel olarak muhalefette olan bir parti böylece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP’si ile fiiliyatta hükümet koalisyonu içinde yer alıyor."

MHP'nin, Türkiye'de kendini iktidarda gördüğüne dikkat çeken Anayasayı Koruma Dairesi, bu nedenle son yıllarda Ülkücülerin örgütlenmeleri adıyla eylem düzenlemediğini, eylemlerin daha çok üyelerinin ve göçmen derneklerinin bireysel başvurusuyla yapıldığını rapor ediyor.

"AİLE İÇİ KAVGA"

Türkiye ve Avrupa'da sessiz bir dönem geçiren Ülkücüler, şimdi neden şiddete başvurmaya başladı?

Akademisyen Yaşlı bunu, "aile içi kavga" olarak niteliyor:

"Ülkücüler şu an tarihsel misyonunu yerine getiriyor ve AKP-MHP bloğuna tehdit unsuru olarak gördüğü grupları, partileri, yapıları düşman kategorisine yerleştiriyor. Bunda kendi içerisinde ayrılan İYİ Partililer de var, AKP'den ayrılıp parti kuran Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu da. Türkiye'de solun ve sokak hareketinin zayıf, toplumsal muhalefetin ise görülmediği bir konjonktürde siyaset, İslamcı ve Türkçü partiler arasında iktidar kavgasına dönüşmüş durumda. Bu kavgada MHP, tehdit unsuru olarak gördüklerini şiddet kullanarak devre dışı bırakmaya çalışıyor."

MHP kanadı ise şiddetle anılmaktan rahatsızlık duyuyor. Öyle ki, MHP'li Semih Yalçın, "Ülkücü şiddeti" bir önyargı olarak değerlendiriyor ve "Ülkücü gençler artık sokaklarda değiller. O durum 80 öncesinde kaldı. Ülkü ocakları kültür ve irfan ocakları oldu. Entelektüel merkezler oldu artık" diyor.

MHP ve Ülkücülerin şiddetle anılmasının haksızlık olup olmadığını, bu geleneği iyi bilen gazeteci Kemal Can, MHP'nin, itirazına uygun bir karşı çıkış sergilemediğini söylüyor ve sözlerine şöyle açıklık getiriyor: "Eğer kendilerine karşı bir komplo düzenlendiğine inanıyor olsalardı, öncelikle bu komplonun tarafı olarak saldırıyı yapanları suçlamaları gerekirdi. 'Bunlar bizden değil. Bunlar, bizim üzerimize bir leke atmak üzere yapılmış olan komplonun parçasıdır' demek, saldırganların hareketle ilişkisini açık biçimde reddetmek anlamına gelmez."

Can'a göre MHP'nin yalnızca komplo üzerinden itiraz ediyor gibi görünmeye çalışması ise "Talimatı biz vermedik, biz yönlendirmedik, biz yaptırmadık ama aslında yapılan şeye de yapanlara da çok fazla bir tepki ve itiraz göstermek niyetinde değiliz" anlamına geliyor.

"ERDOĞAN GÜNÜMÜZÜN ÜÇÜNCÜ ABDÜLHAMİDİ"

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'ı darp edenlerden birinin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencisi ve Ankara Ülkü Ocakları Orta Öğretim Birim Başkanı olan Abdurrahman Gülseren olduğu anlaşıldı. İnternet üzerinde arkadaşıyla yaptığı canlı yayında İttihatçı olduğunu söyleyen Gülseren'in kullandığı ifadeler ise dikkat çekici.

Gülseren, İttihat ve Terakki'yi kastederek "İkinci Abdülhamid'i biz indirdik. Erdoğan da günümüzün üçüncü Abdülhamidi'dir. Onu da biz indireceğiz" iddiasında bulunuyor.

Kemal Can'a, bir Ülkücü olan Gülseren'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için sarf ettiği cümlelerin ne anlama geldiği sorusuna, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin önceki yıllarda yaptığı konuşmalardaki söylemleri üzerinden yanıt veriyor:

"2003 kongresinde Bahçeli, bu iktidarın indirilmesinin, devletin bekası için bir zorunluluk olduğunu söylemişti. 2018 kongresinde ise bu iktidarı savunmanın, milli beka davası olduğunu söyledi."