Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 20 yıla yaklaşan iktidarı döneminde Türkiye, büyük bir dönüşüme sahne oldu.

Bazı AKP'liler, artık gelinen noktada Türkiye'nin dünyada "İslam'ın ve ümmetin liderliğini" yaptığını iddia ediyor.

Sayıları gün geçtikçe artan muhafazakârlar, aydınlar ve uzmanlar ise demokratik hukuk devletinden uzaklaşan Türkiye'nin, siyasal İslam'ın, dini ve ahlaki değerlerin çöküşüne sahne olduğu görüşünde.

"Tam bir fiyasko"

DW Türkçe'den Değer Akal’ın sorularını yanıtlayan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu'na göre dindar kesimlerin 70'li yıllarda mazlum ve mağdur durumda oldukları, "Biz de varız" iddiasıyla siyasette başarı elde ettikleri, ancak gelinin aşamanın "tam bir fiyasko" olduğu görüşünde.

"Süreç, İslami değerlerin altının oyulduğu, bunların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir noktaya evrildi, 50 senelik tecrübe çöktü" değerlendirmesini aktaran Kırbaşoğlu, şöyle devam ediyor:

"Lord Acton'ın 'İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar' sözünü AKP'liler gözardı ettiler. Devlet tecrübelerinin olmamasının etkisiyle de 20 yıl içerisinde adım adım kontrolsüz bir güç haline evrildiler, iktidarın bozucu etkileri kar topu misali katlanarak devam etti, ciddi bir savrulma yaşadılar. Ortaya çıkan semptomlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir vehamete ulaştı. Oysa hem ben şahsen hem de pek çok kişi, gidişatın yanlış olduğunu kendilerine ilettik, onları uyardık. 'Biz bilmiyorduk' diyemezler. Onlar bir tercih yaptı ve bu tercihi de bilerek yaptılar."

"GÖSTERİCİ BİR DİNDARLIK"

İlahiyatçı Kırbaşoğlu, toplumda İslami değerlerden daha da uzaklaşıldığı yönündeki gözlemini aktarırken, "Masa, kasa, nisa, yani iktidar, para ve cinsellik olarak nitelendirdiğim üçleme ile karşılaşınca, İslami değerlerini bir tarafa bırakan, seküler kesimlere rahmet okutacak noktaya kadar savrulan bir kültür ortaya çıktı. Bu kesimlerin İslami tasavvurlarının merkezinde ahlakın yer almadığını, bir hocamızın tanımladığı gibi gösterici bir dindarlık ile karşı karşıya olduğumuzu gördük" diyor.

"DERİN BİR KRİZ YAŞANIYOR"

"Ne yazık ki Türkiye'de çok derin, hatta tahmin edilenden çok daha derin bir kriz yaşanmakta" tespitini dile getiren İlahiyatçı Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, tarikatlar ve cemaatlerin devlet bürokrasisinde artan etkisi konusunda da endişeli olduğunu dile getiriyor.

"Geçmişte de örneğin Demirel döneminde de tarikat ve cemaatlerle oturulur pazarlık yapılır, milletvekili kontenjanı ayrılırdı. Ama tarikat ve cemaatler bu kadar devlet, iktidar ve parayla iç içe değillerdi" diyen Kırbaşoğlu, şöyle devam ediyor:

"Bu bozulma Gülen cemaatinin devlet kurumlarını ele geçirmek için örgütlenmesiyle başladı. Şu anda ne yazık ki 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki risk ve tehlikeden hiç de az olmayan bir risk var. Çünkü iktidarın 15 Temmuz'dan boşalan bu cemaatin yerine ikamet ettiği cemaat ve tarikatlar zihniyet olarak skolastik dogmatik ve fanatik olmak bakımından öncekilerden hiç bir farkları yok. Buna bir de son zamanlarda mafya ağlarının da dahil olduğunu görüyoruz. Dolaysıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti ve toplumu gerçekten de çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya."

"KENDİ ÇOCUKLARI İSLAM'DAN SOĞUYOR"

Cumhurbaşkanı Erdoğan "dindar bir gençlik" yetiştirerek "Yeni bir Türkiye" inşa etme hedefini açıklamıştı. Ancak AKP iktidarının bürokrasiden medyaya, eğitimden toplumsal hayatın hemen her alanında dinin rolünü artırma adımlarının da, toplumda dindarlığı artırmadığı görülüyor. Anket ve araştırmalar, muhafazakâr ailelerden gelen gençler arasında kendisini deist, hatta ateist olarak tanımlayan gençlerin sayısının arttığını gösteriyor.

İlahiyatçı Kırbaşoğlu, "Bu gerçek anlamda deizm değil. Bence bu, genç nesillerin, kokuşmuş, çürümüş, yozlaşmış dindarlığımıza verdikleri bir tepki ve bana göre aslında gayet de sağlıklı bir tepki" şeklinde konuşuyor.

Kırbaşoğlu, "Büyük bir fiyasko, tam bir çöküş yaşanıyor. Yeni nesiller, ahlaklı, adaletli, namuslu, hakkaniyetli olması gereken dindar kişilerin aslında öyle olmadıklarını, kimi kişilerin ne yazık ki bütün dertlerinin mevcut iktidar rantını paylaşmak olduğunu görüyorlar. Gayet tabii ki bu çöküşe tanıklık eden genç nesiller hatta bizatihi AKP ve MHP'nin kendi çocukları, İslam'dan ve Müslümanlardan soğuyorlar" görüşünü dile getiriyor.

"SİYASETTE HELALLİK İSTEMEK DİN İSTİSMARI"

İlahiyatçı Kırbaşoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, koronavirüs kısıtlamalarından ötürü sıkıntıya düşen halktan "helallik" istemesi ile ilgili tartışmaları da değerlendirdi.

"Bu dini jargon, din istismarının en tipi örneğidir" diyen Kırbaşoğlu, "Demokrasi yöneticilerin halka hesap verdiği yönetim biçimidir. Devlet yönetimi ile ilgili konularda helalleşme olmaz. Helalleşme musalla taşına cenaze getirildiğinde olur ya da biz farkında olmadan, kasten olmayan bir yanlış ya da haksızlıktan ötürü 'hakkını helal et' deriz. Ama bile bile bir kişinin malına el koymuşsanız, kişiyi mağdur etmişseniz, bunun helalleşmesi olmaz. Hak ihlalleri varsa önce bunların ortadan kaldırılması, zulümlerin de giderilmesi lazım" görüşünü aktarıyor.

"ALLAH İNSANLARI İDDİASINDAN VURUR"

Bir çok İslam ülkesinde olduğu gibi, Türkiye'de de bazı kesimlerin dindarlığı "zulümleri, haksızlıkları adaletsizlikleri örten bir perde gibi kullandığını" söyleyen Kırbaşoğlu, dünya genelinde siyasal İslam iddiasıyla ortaya çıkan hareketlerde görülen çöküş için şunları kaydediyor:

"İsmet Özel'in ifade ettiği gibi, Allah insanı iddiasından vurur… Allah gerçekten de Müslümanları en iddialı oldukları din, ahlak söyleminden vurdu. Tüm dünya da maalesef buna tanık oluyor. Ama Hak şerleri hayr eyler denir, bu 50 senelik fiyasko belki İslam dünyası için yeni bir sorgulamaya vesile olacaktır."

İslam dünyasındaki sorgulamanın nasıl sonuçlanacağını zaman gösterecek, ancak uzmanlar aslında şimdiden başlayan bu sorgulamada odaklanılan konulardan birinin de AKP'nin din alanındaki politikaları olacağı görüşünde.

AKP, DİN POLİTİKALARIYLA NE HEDEFLİYOR?

Bu konuda yürüttüğü akademik araştırmalarıyla tanınan uzman Dr. Salim Çevik'e göre AKP iktidarının din politikalarında, "Erdoğan'ın güç toplama ve bu gücü kimseyle paylaşmama önceliği" öne çıkan belirleyici faktör.

Almanya'nın saygın araştırma kuruluşlarından Bilim ve Politika Vakfı (SWP) uzmanlarından olan Çevik, AKP'nin hem Diyanet, imam hatipler, ilahiyat fakülteleri gibi dini alanı düzenleyen devlet kurumlarını, hem de devlet kurumu olmayan, sosyal İslam olarak nitelendirilen, cemaat, tarikat, vakıf, dernek gibi oluşumları çok aktif bir şekilde kullandığını belirtiyor.

"KADIN, GENÇLİK KOLLARI GİBİ TARİKAT KOLLARI"

Erdoğan'ın devlet kurumları üzerinden dini hayatı kontrol etme ve yönetme stratejisi uyguladığına işaret eden Çevik, "Diyanete hem çok daha fazla kaynak aktarıldı hem de daha geniş yetkiler verilerek, camilerle sınırlı kalmayacak şekilde alan açıldı" diyor.

AKP hükümetinin tarikat ve cemaatler ile ilişkisi konusunda ise Çevik, "AK Parti, cemaat ve tarikatlarla çok daha organik ilişkiler geliştiriyor. Sadece seçimlerde oy almak amacıyla değil partinin militanı, gençlik ve kadın kolları gibi, adeta partinin tarikat kolları gibi çalıştırmak düzeyinde eklemlenmeye yöneldi" tespitini yapıyor.

"OTONOMİLERİNİ KAYBETMEYE BAŞLADILAR"

Tarikat ve cemaatlerin aslında otonom hareketler olduğuna ancak AKP iktidarı ile birlikte değişim yaşandığına işaret eden Çevik, "Erdoğan ne kadar küçük ya da büyük olmasından bağımsız olarak, tüm tarikat ve cemaatlerin otonomilerini kırıp, diğer alanlarda olduğu gibi din alanında da herkesi kendisine tabi kılmak istiyor. Devletten beslendikleri müddetçe, devlete, partiye angaje olan bu yapılar sivilliklerini yitiriyor, bir süre sonra devletin, hükümetin, partinin bir aparatı haline geliyorlar, bundan da hükümet ciddi bir güç devşiriyor" diyor.

Son dönemde gündemde olan Furkan Vakfı konusunda yaşanan gelişmelerin buna örnek teşkil ettiğini dile getiren Çevik, "Aslında son derece küçük bir grup, muhalefet etse ne olur etmese ne olur diye düşünülebilir. Ama Erdoğan, kendi kontrolü alanı dışında olduğu için orada bir tehlike alanı görüyor ve ne pahasına olursa olsun o direnişi kırıp, kontrolüne almak istiyor. Camide üzerlerine biber gazı sıkıldı. Bu Cumhuriyet tarihinde her hangi bir dönemde olabilecek bir şey değil. Hatta bu görüntüler AK Parti tabanında da rahatsızlık uyandırdı" diye konuşuyor.

‘CEMAATLER ÜZERİNDEN MUHALEFET KORKUTUYOR’

Salim Çevik'e göre, otoriter rejimlerde muhalefetin dini alanlar üzerinde yapılabiliyor olunması, Erdoğan için dini alanları kontrol altında tutma isteğinde belirleyeceği olan bir diğer faktör.

Çevik, "Bunu Ortadoğu tarihinde çok görüyoruz, camileri baskılamak çok zor olduğu için buralar muhalefet odağı olabiliyor. Bunu İran'da ayrıca Arap Baharı sırasında da gördük. Erdoğan da bunu biliyor, dolaysıyla dini alanda gelişebilecek muhalefeti küçükken ezme, yok etme eğilimi var" ifadelerini kullanıyor.

ERDOĞAN, YENİ CEMAATLER Mİ OLUŞTURUYOR?

Türkiye'de son yıllarda merak uyandıran bir diğer gelişme de din alanında faaliyet göstermeye başlayan, büyük bölümü Erdoğan'ın aile fertleri tarafından yönetilen, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ve Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet (TÜRGEV) gibi dini sosyal vakıflar.

Araştırmaları kapsamında, bu vakıfları da mercek altına alan SWP uzmanı Çevik, bunlara neredeyse sınırsız bir maddi kaynak sağlanıyor olunduğuna dikkat çekiyor ve AKP liderinin aslında bu yolla "kendisine ait, kontrol altında tutabileceği yeni cemaatler oluşturma yönünde adımlar attığını" öne sürüyor.

Çevik, tespitlerini şöyle aktarıyor:

"Erdoğan'ın cemaatler ve tarikatların kendisine gösterdikleri sadakat konusunda her zaman bir soru işareti var. Bu Gülen cemaati ile 2013'de yaşadığı kırılmanın yarattığı bir travma olabilir.  O kırılmadan sonra Erdoğan’ın diğer cemaat ve tarikatlardan şüphe etmiş olması normal. O yüzden doğrudan aracız, doğrudan  kontrol edebildiği bir nevi yeni cemaatler oluşturuyor. Bu aslında Türkiye tarihinde hiç görmediğimiz bir şey. Cemaatlerin partileri desteklemesine ya da cemaatlerden doğan siyasi partilere alışkınız. Iskenderpaşa cemaatinde doğan Milli Görüş Hareketi ya da Kadiri tarikatından doğan Haydar Baş’ın siyasi partisi vardı… Bir siyasi partinin adeta yeni cemaatler, vakıflar kurması ise bir ilk."