Gazeteci Fehim Taştekin, ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu’ya etkilerini ve ABD’nin muhtemel politikalarına dair değerlendirmelerde bulundu.

Taştekin, “Trump’ın süper güç olarak dünyaya düzen vermekten vazgeçip Amerika’nın içine bakmaktan bahsederken sergilediği tutum küresel alemi yakından ilgilendiriyor. Bunun da özellikle Ortadoğu’nun diktatörlerinin işini kolaylaştıracağına dair Arap aleminden öne çıkan yorumlar var. Sanki Demokratlar, Ortadoğu’nun en pespaye rejimleriyle işçi dışlı değilmiş gibi. Sanki geçmişteki Amerikan başkanlarının tek derdi dünyaya demokrasi getirmekmiş gibi.” İfadelerini kullandı.

Taştekin’in Gazete Duvar’da, “Trump dünyanın sonu mu?” başlıklı yazısı şöyle:

Donald Trump kendi kişisel öyküsüyle Amerikan rüyasını temsil ediyor. Kokuşmuş ve yozlaşmış sistemi değiştirme vaadiyle geldi. Patavatsız, dobra ve düz ama sıra dışı değil. Tam da seçkinlere bilenen orta halli bir Amerikalının tarzıyla meydan okuyor. Bu haliyle klasik Cumhuriyetçi profilini de zorluyor.
 
Kampanyasında kurulu düzeni karşısına alan bir duruş sergiledi. Bu yüzden CIA’den Dışişleri’ne devletin kurumsal sütunlarını nasıl savuracağına dair ‘engin’ yorumlardan geçilmiyor.

Bunu yapabilir mi? Kolay değil. Amerikan sistemi denge ve fren mekanizmalarına dayanıyor. Kongre ve yargı başkanların ayağına zincirlenmiş gülleler gibidir.

Trump’ın yapabilecekleri, “değişim” ve “umut” sloganıyla gelen Barack Obama’nın yapabileceklerinden çok ileri olmayabilir. Trump eğer sıra dışı bir manevra yapacaksa sadece Demokratlar değil Cumhuriyetçileri de ikna etmek zorunda. Her adımın bir bütçe hesabı var.

Amerikan sisteminde bütçe tasarıları Kongre’nin onayı ile başkanın vetosu arasında yoğrularak şekilleniyor. Bu başlı başına bir denge/ayar mekanizması.
Trump’ın herkesi irite eden söylemlerinden hareketle, ‘dünyanın sonu’nu getiren ve cehennemin kapılarını açan yorumlardan geçilmiyor. Irkçı, yabancı karşıtı, göçmen düşmanı, İslamofobik ve Obama’nın siyah tenine karşı biriken öfkeden demlenen Trump’ın başkanlık koltuğunda daha sorumlu davranması muhtemel.

Balkon konuşmasındaki mesajları beklenmedik değildi ama artık “ötekine yaşam hakkı yok” diye korkulara kapılanları da kucaklamaya dönüktü.
 
CLİNTON’UN FELAKETLERİ DAHA BETER OLABİLİRDİ
 
Trump’ın süper güç olarak dünyaya düzen vermekten vazgeçip Amerika’nın içine bakmaktan bahsederken sergilediği tutum küresel alemi yakından ilgilendiriyor.

Bu konuda da artık değerler değil istikrar efsanesinden beslenen çıkarların öne çıkacağı, bunun da özellikle Ortadoğu’nun diktatörlerinin işini kolaylaştıracağına dair Arap aleminden öne çıkan yorumlar var.

Sanki Demokratlar, Ortadoğu’nun en pespaye rejimleriyle işçi dışlı değilmiş gibi. Sanki geçmişteki Amerikan başkanlarının tek derdi dünyaya demokrasi getirmekmiş gibi. Doğrusu bu ziyadesiyle naif bir yaklaşım.

Hillary Clinton’ın Demokratlar arasındaki ‘Neo-Con’ olarak dünyaya getireceği felaketler Trump’ınkinden daha katmerli olabilirdi.

En azından Trump birkaç trilyon dolar harcayıp da Afganistan ve Irak’a açılan savaşların ne getirdiğini sorguluyor. En önemlisi Amerikan yönetimlerinin Ortadoğu’ya dizayn vermek için terör örgütleriyle iş tutmasını eleştiriyor. Bu bakımdan Suriye’de El Kaide ve perifesindeki cihadi selefi örgütler için Trump kötü bir tercih. Tabii mülteciler için tampon bölge kurmak gibi akla zarar projesiyle Ankara’da birilerinin avuçlarını ovuşturmasına da neden olabilir.
 
ORTADOĞU’DA ‘DEHŞET DENGESİ’ ETKİLENEBİLİR
 
Trump’ın Rusya ile yeni bir sayfa açması ve ilişkileri ticari mantıkla farklı bir zemine çekmesi de muhtemel. Bu işbirliğinin etkisi Suriye’de kendini gösterebilir. Bundan hareketle yeminli Esad düşmanları “Esad 2017’de Beyaz Saray’da ağırlanabilir” diyerek Trump’ı tefe koyuyor. Sanki barış zamanında Suriye liderleri Washington’da ağırlanabilmiş gibi.

Trump’ın Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması gerektiğine dair çok net tutumu da Ortadoğu’daki dehşet dengesini olumsuz etkileyecek riskler içeriyor. Trump’ın İsrail’den yana orantısız duruşu, Ortadoğu’da izleyeceği politika ile ilgili tanımlanmış bir portre vermeye yeterli değil.

Sonuçta İsrail liderlerinin nefret ettiği Obama, Yahudi devletinin rüyasında göremediği büyüklükte askeri yardım anlaşmasına imza atan başkan oldu.
Ha bir de “Ey Amerika” diye efelenmeyi alışkanlık haline getiren Ankara’daki meskun zat da bundan böyle “Pardon!!!” diye üç ünlemli yanıtlarla karşılaşabilir. İslamofobik ve Esad’la el sıkışmaya hazır bir liderin zaferini kendi zaferi sayan siyasal İslamcı cenah da birçok konuda ters köşeye yatabilir.

Dış politikada Trump belli çizgilere sahip olsa da Amerikan kurulu düzeni karşısında biraz oyun hamuru gibi. Çünkü yeterince birikimi ve tecrübesi yok. Dış politika danışmanları Ortadoğu’da Trump’ın aksine müdahaleci bir kültürden geliyor. Onların başkanı nasıl etkileyeceği merak konusu.

Daha da önemlisi CIA, Dışişleri ve Pentagon da dış politikada üç sacayağı gibi sistemi idare ediyor. Trump üçgenin ortasında bir dengeye oturmak durumunda.

Haliyle Trump daha cesur ve sıra dışı bazı açılımlar getirme kapasitesine sahip olsa da Amerikan kurulu düzeninin önüne koyduğu marjlar içinde hareket etmek zorunda.

İş dünyasından gelen biri olarak fırsatları iyi değerlendireceği, ilişkilerin ekonomik değerini öne çıkaracağı, insan hakları gibi ikiyüzlü dış politika araçlarına fazla ihtiyaç duymayacağı, Obama gibi dinleyen, tefekkür eden ve derinden analizler yapan biri olmayacağı kesin.