Gazeteci Fehim Taştekin, Türkiye ve Irak arasındaki gerginliğe ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Taştekin "Şam’da Emeviye Camii’nde namaz kazaya kaldığı gibi Musul’daki Ulu Camii de sanıldığı gibi yakın olmayabilir. Bu coğrafyada bir nefeslik mesafe bazen bin fersahlık mesafedir. Strateji dediğin bazen gayyadır.  Bir sarkmaya gör, gerisi kâbustur. “Musul’u DAİŞ’ten kurtaracağız, Irak hükümeti istemiyor, adamlara da yaranılmıyor yahu! " ifadelerini kullandı.

Taştekin’in Gazete Duvar’da yayınlanan, “Dicle’dir kalkanın adı paşam! Ama bu Musul o Musul değildir!” başlıklı yazısı şöyle:

Ne yani Amerikalılar ta 10 bin km öteden Irak’a geliyor da biz girmeyecek miyiz? Hem Musul bizimdi.” Yeni Osmanlı’nın tarz-ı siyaseti sınır ötesinde böyle tecelli ediyor. İçerdeki hoyratlıktan bir zırnık geri değil. Irak Meclisi niye “Türkiye işgal gücü” dedi, neden “Askerlerini Başika’dan çek” diye ihtar çekti. Aklınızı ‘yüce’ Türk basınına emanet ettiyseniz “Hain Arap” klişesiyle zihinsel konforunuzu sürdürmeye devam edebilirsiniz.

Bağdat’ta Türkiye-Irak dostluğu için çalışmaktan bitap düşmüş bir dostuma sordum, “Neler oluyor” diye. “Erdoğan’ın Rotana TV’ye verdiği demeci gördün mü” deyip ekledi:

“Siyasi çevrelerde Erdoğan’a tepki büyük.” Erdoğan’ın Musul’un sadece Sünnilerin olduğuna dair buyurgan çıkışı Bağdat’ta siyasileri ifrit etmiş. Tam anlamıyla İFRİT! Yazıldığı gibi. Uzun uzadıya anlattı kulislerdeki tartışmaları.

Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyareti sırasında Rotana’ya verdiği röportaj Türkiye’yi katıksız mezhepçi ve Suudi yedeğinde bir ülke hizasına çekiyor. Orası dipsiz bir kuyu, bir o kadar da meşum, tabi ki muzır! Röportajın video kaydında Arapça çeviri Erdoğan’ın sesini bastırdığı için bire bir ifadeleri dinleme imkânımız yok.

Elimizdeki metin konuşmanın Arapça ve İngilizce çevirisi. Ama Iraklı başka bir dostumun aracılığıyla mütercim Erdoğan’ın sözlerini teyit etti.

Peki, ne dedi Erdoğan?

Suudi sarayının ünlü kalemi Cemal Kaşıkçı’nın “Son olarak Türkiye ve Suudi Arabistan’ın müdahalesi olmadan Musul’un kurtarılabileceğini düşünüyor musunuz” sorusuna yanıt olarak Erdoğan şunu dedi: “Burada şunu açıklığa kavuşturmak istiyorum; Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Batılı koalisyon mezhebi bir hakimiyetine izin vermeyecek. Hedef Musul’un DAİŞ’ten kurtarılmasıysa bunu başarmak için işbirliği yapmalıyız. Fakat sorun şu: Ondan sonra şehirde kim kalacak? Elbette, Sünni Araplar, Sünni Türkmenler ve Sünni Kürtler. Haşd el Şaab’ın Musul’a girmesine izin verilmemeli. Özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan onların girmesini önlemek için işbirliği yapmalı. Biz Başika’da kamp kurduğumuzda ve bizim güçlerimiz peşmergeyi eğitirken Bağdat’taki merkezi hükümet Türkiye’den rahatsız değildi. Ve desteğimizi talep eden kardeşlerimizi yüzüstü bırakmayacağız. DAİŞ’ten sonra Musul’un bir diğer terörist grubun eline düşmesine izin vermeyeceğiz. Öyle sanıyorum ki Musul konusunda İran da ihtiyatlı olacaktır çünkü Musul, Musul halkınındır ve Tel Afer, Tel Afer halkınındır. Haliyle başka kimse bu bölgelere girmemelidir.”

Bu mezhepçi tasavvur Musul’un bağrında Sünni’den gayri ne varsa hepsini kızdırmak için fazlasıyla kâfi. Şii Araplar, hem Şii hem Sünni Türkmenler, Şii Kürtler, Şebekler, Kakailer, Ezidiler, Asuri/Süryaniler bundan ziyadesiyle rahatsız.

ABD’de 11 Eylül saldırılarına karışan kamikazeleri finanse eden Suudilere dava açılmasına izin verilmesi konusunda Erdoğan’ın Suudi Arabistan için uluslararası platformda girişimlerde bulunduklarını söylerken esasen El Kaide’yi enselemiş olmasına girmiyorum.

“Neden Suudi güçlerinin Suriye’nin kuzeyinde sizinle birlikte savaşmasına karşılık Türk güçleri, Suudi Arabistan’la birlikte Yemen’de savaşmasın? Böyle bir senaryo mümkün mü” sorusu üzerine Erdoğan’ın verdiği “Elbette, Suudi Arabistan’la yoğun iletişim içindeyiz ve ortak değerlendirmeler yapıyoruz” yanıta da değinmiyorum. İkisi de kallavi yazıları hak ediyor lakin şimdi konumuz Irak.

TÜRKMENLER SORUYOR

Irak’tan birkaç kişiyle konuştum. Evvela Türkiye’nin bir süredir Kürtlerle birlikte hareket etmelerini salık verdiği Türkmenler şunları soruyor?

– Kürdistan yönetimi Kerkük’e 600 bin Kürt yerleştirip nüfus yapısını değiştirirken Türkiye niye sessiz kaldı?

– DAİŞ, Musul ve Tel Afer’den Şii Türkmenleri sürerken Türkiye niye hiçbir şey yapmadı?

– Türkiye Başika’da 3 bin kişi eğittiğini söylüyor, niye şimdiye kadar bu gücü savaşa sokmadı, neyi bekledi?

– Türkiye neden sürekli sadece Sünnilerden bahsediyor?

– Irak ordusu, polisi ve Haşd el Şaabi içinde en az 12 bin Şii Türkmen var. Bunlar IŞİD’e karşı savaşıyor. Madem Türkiye DAİŞ’i bitirmek istiyordu şimdiye kadar neden Türkmen güçlere yardım etmedi?

– İran’dan şikâyet ediyor ama İran daha ilk günden itibaren devreye girdi, Türkiye neden girmedi?

Başka sorular da var ama kalemin nezaketi ‘yeterli’ diyor. Bu tartışmaların arka fonunda Türkiye’nin Suriye ve Irak sahnesinde vekil örgütlerle güttüğü hesaplarla ilgili kaygılar var. Bir de hassasiyetleri kaşıyan Yeni Osmanlı esintileri…

Tarihte kalmış hesaplar sizi ne Bağdat’ın efendisi yapar ne Musul’un sahibi. Şam’da Emeviye Camii’nde namaz kazaya kaldığı gibi Musul’daki Ulu Camii de sanıldığı gibi yakın olmayabilir. Bu coğrafyada bir nefeslik mesafe bazen bin fersahlık mesafedir. Strateji dediğin bazen gayyadır. Bir sarkmaya gör, gerisi kâbustur. Mesele Musul olunca orada aktör çoğalıyor.

Türkiye gibi tarihsel bagajı kalabalık bir aktör devreye girince de bin bir hassasiyet her şeyin üstüne çıkıyor, önünüzde Dicle duvar oluyor. Lozan’ı tartışmaya açmak, Sykes-Picot’u sorgulamak açıkçası Ortadoğu’nun kanlı sokaklarında bu saatten sonra kimsenin umurunda değil. Sonuçta insanların boğazı IŞİD’in elinde.

Ve bundan dolayı suçlanan ülkelerin başında pek ‘muhterem Suudi kralı’ ile onun NATO üyesi ‘pek demokrat’ sözcüsü geliyor. Musul, yeni Türkiye’nin Kürt nüfusunu artırmamak için satılmış bir davadır.

Zat-i alileri Musul defterini açarken Iraklıların şunu sormadığını mı zannediyor: “Türkiye Musul’u petrolden 25 yıl boyunca yüzde 10 pay alma karşılığında satmadı mı?” 1926 Ankara Anlaşması ile Musul’dan vazgeçildi. 1934’ten başlamak üzere Musul’da çıkartılan petrolün yüzde 10’una tekabül eden para 1951’e kadar Türkiye’ye ödendi.

Sadece bir yıl aksadı, o da sonra telafi edildi. Ne hikmetse 25 yıl dolduktan sonra da bütçe gelirlerinde Musul kalemi 1955’e kadar yer aldı. Bir ara tekrar bütçe kalemi olarak gösterildi. Eksik kalan 100 milyon alacak pazarlık konusu yapıldı, indirim istendi vs. Bu alacak 1986’da Saddam Hüseyin’in ricası ile dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından silindi. (Bu konuda Ayşe Hür’ün yazılarında detay çok.) Bu saatten sonra Musul hesabı yeni bir format kaldırmaz.

Ancak şu var ki Türkiye’nin Fırat Kalkanı’ndan sonra Irak’a da girebileceğine dair Iraklılar arasında kuşkular biraz ciddiyet kazanmışa benziyor. Ankara’nın Musul’la ilgili niyetleri IŞİD’i yenilgiye uğratmaktan ziyade kentin geleceğinin nasıl şekilleneceği ile ilgili. Sünni aileler üzerinden nüfuz siyaseti güden hükümetin tuttuğu adamlar bir hesap hatası yüzünden IŞİD’in gelişiyle kaybetti.

Hâlbuki AKP iktidarı için IŞİD, 2014’te Nuri el Maliki’yi devirip Sünniler için bir federasyon armağan edecek isyan sürecinde sadece öfkeli çocuklardı. O dönem Dışişleri koltuğunu işgal eden ‘nevzuhur Enver Paşa’ya göre bu çocuklar mazur görülmeliydi! O yüzden IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu’na dokunmayacaklarından emindiler.

Uyarılara rağmen konsolosluğun boşatılmaması belki bir hesap hatası. Barzani yönetiminin IŞİD’in Şengal’den geçip YPG’yi Rojava’nın güneydoğusundan vuracağını umarak Ezidileri celladıyla baş başa bırakırken yaptığı hesap hatası gibi. Ya da IŞİD’e karşı koalisyona katılmama gerekçesi olsun diye diplomatik kadro ve aileleri bile bile IŞİD’in rehinesi yapıldı.

Yakında ‘kandırılmışlar’ iktidarından bu mevzuya dair de itiraflar gelir, umulur ki hakikat gün ışığına merhaba der! Bu rehine meselesiyle ilgili Irak’ta kiminle konuştuysam hepsi bunu Türkiye’nin IŞİD’le işbirliği çerçevesinde okuyor.

HAŞD EL ŞAABİ BAŞBAKANLIĞA BAĞLI

Şu “Haşd el Şaabi Musul’a girmesin” şartına ve çözüm olarak Başika’da eğitilen eski Vali Esil Nüceyfi’nin Haşd el Vatani birliğine de azcık değinelim. Düşünün ki Irak nüfusunun yüzde 65’ini Şiiler oluşturuyor ve siz ikide bir “Musul’a Şiiler girmesin” diyorsunuz. Bir kere Haşd el Şaabi’nin tamamen Şiilerden oluştuğunu nereden çıkartıyorsunuz?

İçinde Sünniler de var, Hıristiyanlar da… Ayrıca Musul’da savaşacak olan Haşd üyeleri ağırlıklı olarak zaten Musullu. Kendi evi için savaşan Türkmen’e sırf Şii olduğu için hayır mı diyeceksin? Ayrıca bunu deme hakkını size kim veriyor? Biraz destur yahu! Nüfusun çoğunluğu Şii olan bir ülkenin ordusu da kaçınılmaz olarak Şii karakteri güçlü bir ordu olacaktır.

İkincisi Haşd el Şaabi dediğiniz milis bir güç olarak ortaya çıksa da kanunen başbakanlığa bağlı bir güç artık. Irak Amerikan işgaliyle dizlerinin üzerine çökertildi diye efendilik taslama ve tepeleme hakkını size kim veriyor? Olası operasyonuna Dicle Kalkanı adını vermeden önce şöyle Dicle kıyılarında bir dolaşın, sizi tuzağa çeken birkaç mezheptaş ya da meşreptaşlarınızın dışında kalanlara da bir kulak verin.

Eminim bu deneyim size boy aynası gibi gelecektir. Haşd el Vatani ise Türkiye’nin elinde bir müdahale aracı olduğu sürece yerel unsurlar ve merkezi hükümet tarafından oyunda istenmeyen bir güç olarak kalacaktır.

Türkiye’nin askeri bir müdahalesi söz konusu olursa yerel unsur olarak işlev görebilir. Bugünlerde abartma sanatında tarih yazıldığı için Haşd el Vatani de köpürtüldükçe köpürtülüyor. Ama köpük köpüktür fazlası değil. Musul neden kurtarılamıyor? Nasipse başka yazılara…