Gazeteci Fehim Taştekin, merkezi yönetiminin IKBY’ye müdahalesi, sınır kapılarının durumu ve yaptırımların Rojava’ya etkilerini yazdı.

Taştekin, “İran, Kürtleri Şam yönetimiyle müzakereye ve uzlaşmaya mecbur bırakmak için Bağdat’tan sınır kapılarını kapatmasını isteyebilir. ABD açısından ise tersi bir durum söz konusu.Her halükârda İD ile mücadelede sona yaklaşılırken yeni süreçte en kritik konu Kürtlerin öncülüğündeki güçlerin kontrol ettiği bölgelerin durumu olacaktır. Kapı siyaseti de burada şekillenecek hesaplaşmada bir unsur olarak denkleme girecektir. Kürtleri ABD’den uzaklaştırıp Rusya ve Suriye’nin çözüm planına itmek için abluka siyasetinin bir koz olarak kullanılması da muhtemel” ifadelerini kullandı.

Taştekin’in Al Monitör’de yayınlanan, başlıklı yazısı şöyle:

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) düzenlediği bağımsızlık referandumunun ardından federal güçlerin bölgeye müdahalesi Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin öncülüğündeki özerklik projesini de etkileyecek gelişmeleri beraberinde getirdi. Suriye sınırındaki Rabia kapısının kontrolünü 17 Ekim’de ele alan Irak güçleri pazarlıklar henüz neticelenmese de büyük olasılıkla kuzeydeki Peşhabur kapısının kontrolüne de ortak olacak.

Kürt temsilcilerle yürütülen görüşmelerde sunulan taslak anlaşma Peşhabur’un federal güçler, Peşmerge ve uluslararası koalisyonun ortak kontrolünde olmasını öngörüyor.

İki sınır kapısı ile ilgili benimsenecek yeni politika Aralık 2016’dan bu yana Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu olarak isimlendirilen özerklik projesinin geleceğini de yakından ilgilendiriyor.

Dicle Nehri’nin kıyısındaki Peşhabur resmi bir kapı değil ama Kürtlerin Temmuz 2012’de kuzeyde kontrolü ele alıp daha sonra üç kantonlu Rojava demokratik modelini hayata geçirmeye başladıkları günlerden beri Kürdistan’a geçişlerde kullanılıyor. Suriye tarafındaki kapının adı Semelka.

Türkiye’nin bastırmasıyla KBY Başkanı Mesud Barzani, Peşhabur-Semelka geçişlerini kapatarak Rojava’ya abluka dayattı. İslam Devleti’ne (İD) karşı savaşta Halk Savunma Birlikleri’yle (YPG) ortaklık kuran ABD’nin baskısıyla kapıdaki abluka rejimi esnetilse de geçişler her zaman Barzani yönetiminin insafındaydı. Dicle Nehri üzerine konulan dubalarla araç ve insan geçişine imkân veren Peşhabur-Semelka çoğunlukla Irak Kürdistanı’nın ihtiyaçlarına göre işliyordu.

Kürtler Semelka’nın yanı sıra İD’in Musul’u ele geçirdiği Haziran 2014’e kadar Bağdat’ın göz yumması sayesinde Rabia sınır kapısını da kullanıyordu. Şengal’de İD’e karşı mücadele sırasında Irak-Suriye arasında gayri resmi yollardan geçiş imkânı bulan Kürtler Rabia’nın Irak’ın denetimine geçmesi halinde tecridin delineceği ve böylece nefes alacaklarını düşünüyorlardı. Hem Ankara hem Erbil ile gerilimlerin yaşandığı süreçte Bağdat yönetimi, PKK’nin bölgedeki varlığını, özellikle Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) bağlı Peşmerge güçlerini dengeleyecek unsur olarak görüyordu. Bu politikayla, 2012-2014 arasında Rabia’da YPG’nin geçişlerine göz yuman Bağdat İD’e karşı savaşta PKK’nin organize ettiği Ezidilerden oluşan Şengal Direniş Güçleri’ni (YBŞ) de maaşa bağlamıştı.

Ancak Kürdistan’daki referanduma karşı Ankara-Bağdat hattında başlayan beklenmedik yakınlaşma ve koordinasyon Kürtlerin de hesaplarını bozdu.

Şimdi Bağdat’ın Peşhabur ve Rabia’yı kontrol edecek pozisyona gelmesinin ardından izlenecek politika önem kazandı. Eğer Türkiye’nin itirazlarına kulak verilirse kapılar abluka siyasetinin bir parçasına dönüşebilir.

Esasen Irak ordusu ve Haşd El Şaabi güçleri tartışmalı bölgelere yürümeden önce Ankara’da konuşulan senaryolardan biri şuydu: Türk ordusu Afrin ile Kobani kantonlarının birleşmesini önlemek üzere Suriye’ye yaptığı askeri müdahaleye benzer şekilde Peşhabur’dan Şengal ve Tel Afer’e kadar bir tampon bölge oluşturacak.

Türk ordusunun müdahalesine gerek kalmadan bunu Irak ordusu Ankara’nın düne kadar “terörist örgüt” olarak gördüğü Haşd El Şaabi ile birlikte yapmaya çalışıyor. Irak hükümetinin amacı hem Kerkük petrolünü Peşhabur’dan Türkiye’nin Ceyhan limanına taşıyan hattı yeniden devreye sokup Kürdistan’ı baypas etmek hem de 1991’den bu yana kontrol edemediği Türkiye sınırının en azından bir kısmına yeniden ulaşmak. Türkiye’nin Rojava hassasiyeti bölge siyasetinin ana parametresi olduğundan beri de Bağdat’ın bu hamlesi Ankara’da olumlu karşılık buluyor.

Üzerinde durulması gereken diğer iki faktör daha var: İran ve ABD. Tahran yönetimi Suriye ordusu ile doğrudan savaşmadığı sürece Kürtlere daha esnek bir yaklaşım sergiledi. Ne var ki YPG’nin ABD ile ortaklığını Rakka’ya kadar genişletmesi ve Trump yönetiminin İran unsurlarını bloke etme planında Kürtlerin rol alabileceğine dair tartışmalar Tahran’ın bakışını değiştirdi.

İran, Kürtleri Şam yönetimiyle müzakereye ve uzlaşmaya mecbur bırakmak için Bağdat’tan sınır kapılarını kapatmasını isteyebilir. ABD açısından ise tersi bir durum söz konusu. Son dönemlerde Rakka operasyonu nedeniyle Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) yapılan askeri yardımlarda Rabia kapısı daha fazla kullanıldı. Kürtler ABD’nin yardımların kesilmesine yol açacak bir politikaya izin vermeyeceğini umuyor. Bu durumda Bağdat’ın ABD ile İran arasında sıkışıp kalması muhtemel.

Ekonomik olarak Türkiye’nin ablukası yüzünden zorlanan Rojava’da Kürdistan ile kapıların kapanması halinde yaşanacak sıkıntılar ikiye katlanacak. 28 Ekim’de Irak güçlerinin operasyonu sırasında Peşhabur kısa süreliğine kapandığında Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü buranın insani yardımın geçişi için tek kapı olduğunu, geçişlerin engellenmesinin 500 bin sığınmacının bulunduğu bölgedeki sıkıntıları artıracağı, özellikle Menbic, Telabyad, Tabka, Kobani, Haseke ve Rakka’da insanların gerekli tıbbi desteği alamayacağı uyarısında bulunmuştu.

Bir dönem Kobani Kantonu Dış İlişkiler Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüş olan siyasi yorumcu İdris Nassan Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede kapıların kapanmasının Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’na darbe vuracağını söyledi.

Kürdistan bölgesine geçirilen mal sevkiyatının kontrol altına alınacağını, ABD’nin SDG’ye askeri desteğinin duracağını, Rojava etrafındaki ekonomik kuşatmanın artacağını ve insani yardım sevkiyatının kesileceğini belirten Nassan, bunun demokratik özerklik projesine yönelik yıkıcı bir etkisinin olup olmayacağı sorusuna da şu yanıtı verdi: “Elbette her şeyi yerelde üretemediğimiz için sınırların kapanması Rojava’yı yaralayacaktır. Fakat halkımız son birkaç yılda İD ve komşu ülkelerin ablukası altında hayatta kalmayı başardı. Bundan sonra da ayakta kalmaya devam edecektir.”

Nassan ABD’nin buna izin verip vermeyeceği konusunda da “İran SDG’ye yardımın kesilmesi için uğraşıyor. Fakat Amerikan öncülüğündeki koalisyonun stratejisi İD’i yenmek ve demokratik bir ortam inşa etmektir. Sanırım ABD SDG’ye yardımı sürdürecektir” öngörüsünde bulundu.

Kürtleri ABD’den uzaklaştırıp Rusya ve Suriye’nin çözüm planına itmek için abluka siyasetinin bir koz olarak kullanılması da muhtemel. Nassan bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı: “Sanırım Kürtler Rusya ve Suriye rejimine yönelmeyecek ama Suriye’de bütün etkili taraflarla ilişkileri sürdürecektir. Çünkü Kürtler bütün taraflar dahil olmadığı sürece Suriye’de çözümün mümkün olmadığını biliyorlar.”

Hassan, Tahran ve Bağdat’ın Irak ve Suriye’de Rojava’ya ve PKK çizgisindeki yapılara esnek tutumunun yeni dinamiklere göre değişeceğini vurguladı: “PKK’nin İran ve Irak’la belli bağlantılarının olduğu tespitine katılıyorum. Fakat bu bağlantılar stratejik değil taktikseldir. Bunlar duruma göre değişen ilişkilerdir. Bu yüzden şu anda Rojava’nın ABD’ye, Rusya ve İran’dan daha yakın durduğunu düşünüyorum.”