Türkiye'nin Linç Rejimi'nin yazarı Tanıl Bora'ya göre Kürt meselesinde yeni tehlike 'yok saymak' yerine 'dışlamak'. Bora 'Artık kız aldık-verdik bakışı aşındı, yük kaldırmaz. 'Kürtler var ama kötüler, bizden değiller' zihniyeti yükseliyor' diyor.

Yazar Tanıl Bora ile son baskısı yakında çıkacak olan 'Türkiye'nin Linç Rejimi' üzerine Akşam’dan Burcu Bulut konuştu. Bora, 'Biri 'PKK'lı, Kürtler' diye ortalığı figana verdiğinde çok kolayca bir linç güruhu oluşabilir. Korkulacak konu budur. Birini çevirip, sorarsanız 'Kürt = PKK= terörist' diyecektir. Terörist dediğiniz zaman zaten o bir mahluk' diyor. Linç ruhunu anlatan ve derinlemesine bir Kürt-Türk analizi yapan Bora'nın AKŞAM'a özel farklı ve çarpıcı açıklamaları şöyle: 

- 'Linç PKK'yı bahane ederek Kürtlere yöneliyor' demiştiniz. Bugün bu durum değişti mi?
Kürt meselesinden bağımsız olarak da linç ile ilgili ciddi bir sorun var. İnsanlar kolayca linç güruhlarına dönüşebiliyor. Magazin basınında üzerine çok gidilen bir ünlü 'lince uğruyorum' diye yakınabiliyor ama gerçek linç vakaları yaşandığında buna 'linç' denmiyor, Esas olarak ise Kürtlere yönelik bir linç potansiyeli var. Mesela yolda yürürken birisi canhıraş bir şekilde 'PKK'lı, Kürtler' diye ortalığı figana verdiğinde çok kolayca bir linç güruhu oluşabilir. Bence Kürt meselesindeki en vahim, en korkulacak konu budur.

KÜRTLERE KARŞI BİR HINÇ VAR
-  Sizce Kürtlere yönelik linç vakalarında artış var mı?
Artış ya da azalış saptamak zor. Ama Kürtlere karşı sınıfsal, siyasal ve kültürel olarak farklı dinamiklere dayanan çok güçlü bir hınç var. 


- Nasıl bir hınç bu?
Öcalan'ın yakalanmasıyla, PKK'nın askeri ve siyasi anlamda yenilmiş olduğunun düşünülmesi en geniş anlamıyla Türk milliyetçisi sayılabilecek herkeste bir zafer duygusu yarattı. Sonra Kürtlerin buna rağmen siyasi, kültürel taleplerle ortalıkta olmaları, 'Neden hala konuşuyorlar?' gibi bir hınç duygusunu yaygınlaştırdı. Özellikle internet sitelerinde her fenalıktan onları sorumlu tutan bir söylem oluştu. Sonra Kürt siyasi hareketinin yeni bir canlanma evresine girmesiyle bu tohumlar yeşermeye devam etti. Siyasi ifadelerin ötesinde, alttan alta işleyen bir hınç bu.

ŞIMARDILAR ANLAYIŞI HAKİM
-  'Başka türlü bir hınç' diyorsunuz. İlkinden farklı olarak içinde neyi ihtiva ediyor?
Beyaz Türkler ve Kemalist milliyetçilik bağlamında bildiğimiz söylemden bahsetmiyorum sadece. Bugünkü iktidar ve destekçileri de 'televizyon verdik, hala azgınlık ediyorlar' gibi bir tutum içinde. Bilhassa iktidar çevrelerinden 'Kürtler şımardılar' lafını çok duyuyoruz. Burada hem yüzde 50'ye erişen bir oy alan bir iktidarın kibri, hem köklerini Osmanlı'ya kadar uzatabileceğimiz köklü bir devlet kibri, hem de Türk milliyetçiliğinin ideolojik kibri iç içe. 

- Her Kürt'ün potansiyel PKK'lı olarak görülmesi de sorunlardan biri olabilir mi? 
Bu çok kolay bir denklemdir. Sokaktaki bir adamı çevirip, sorarsanız 'Kürt = PKK= Terörist' diyecektir. Terörist dediğiniz zaman zaten onu insandan saymıyorsunuz artık. O bir mahluk.

KRİMİNALİZE ETMEMELİYİZ 
- Diğer yandan doğuda da 'Her birimiz PKK'lıyız, PKK içimizde' söylemi de var...
Kürtlerle PKK arasındaki ilişkiyi koparmak, 'ikisi bambaşka şeylerdir' demek mümkün değil! Bunu kriminalize etmeden, soğukkanlılıkla görmek lazım! Çünkü doğuda dağa gitmiş ve ölmüş, öldürülmüş ferdi olmayan pek az aile var. PKK'nın siyasi tarzını, yöntemlerini, kendi içindeki antidemokratik hoyrat yapısını onaylamayan Kürtler dahi, bugün gelinen noktaya bu sert hareketin mücadelesi ile ulaşıldığını teslim ediyorlar. Herkes de biliyor ki PKK sadece silahlı bir örgüt değil! Aynı zamanda devasa bir siyasi yapı.

SET YIKILDI, SU TAŞTI!
-  Her gün onlarca şehit verilirken çıkıp 'hepimiz PKK'lıyız' demek ne kadar doğru? Bu kabul bir noktada linç girişimini de haklı gösterir mi?
Haklı görülecek bir şey değil bu. Bir tepkisellikten söz edebiliriz. Ama bu tepkisellik kime ne sağlar? Çare midir? İnsanca mıdır? Yakışır mı? Korkutucu olan, bu linç olaylarını bazılarının 'set yıkıldı, su taştı' türünden bir doğa olayı gibi açıklaması. Şehit haberi geldi, insanlar ajite oldular, eh, linçler de normal gibi algılanması. Devlet kararlı olduğunda, önlem alındığında bu linç girişimleri bir noktada duruyor ama yol verildiğinde de tırmanabildiğini geçmişten biliyoruz.

YARATIRSANIZ OLUR 
-  Peki Kürt sorununu çözelim derken Türk sorunu yaratılabilir mi?
Süleyman Demirel'in bir lafı var,  'yaparsanız yapılır' diyor. Bu da biraz öyle. Yaratırsanız olur. Türklerin Kürt meselesiyle olan problemine bakarsak, Kürtlerin kimliğinin tanınması, onların bir 'statü' kazanması, Türklüğü mağlup eden, Türklere karşı bir iş olarak algılanacak. Böyle algılanırsa, Türk kimliği bundan yaralanacak. Bunun bir problem olduğunu düşünüyorum Neden öyle olsun diye soruyorum ama maalesef milliyetçiliklerin yapısında bu vardır. Çünkü milli kimlikler kendilerini başka kimliklerden ayırt ederek, husumetlerle kurarlar. Milliyetçiliğin dinamiğinde bu var.

AKP'NiN TANDOĞANiZMi
- AK Parti Kürt sorunu konusunda ne düşünüyor?
Sürünceme politikası  yerleşik devlet politikalarından biridir. AKP bir yandan bu 'büyük' geleneğe de tutunuyor gibi. Bir yandan da bu sorunu kendi istediğine göre çözmeye dönük bir azmi var. Gel-git söz konusu...

-  Ne istiyorlar?
AKP 'Kürt kimliğinin herhangi bir siyasi temsilcisini tanımayız. Ne vereceksek biz veririz' anlayışıyla hareket ediyor. 'Nevzat Tandoğanizm' demek lazım buna! Ama bunun akamete uğradığı noktada da o kadim sürüncemeci politikaya kayabiliyor. 

BiRi 'YETER' BiRi 'EDi BESE' DiYOR

-  Sizce Kürtlerin hayal kırıklığı hangi boyutta?
Kürtler arasında da Türkler arasında da en büyük hayal kırıklığı can kayıplarının yeniden artması. Ayrıca her iki tarafta bir yandan da yorgunluk ve bıkkınlığın çok güçlü olduğunu düşünüyorum. 'Yeter' duygusu,  'Edi bese' duygusu çok güçlü! Bu esasında hayırlı bir duygudur! Bir barış filozofunun sözü var: 'Barış felsefesinin ilk adımı korkudur' diyor. Kuşkusuz çözüm korkuya emanet edilemez ama savaş korkusunu yitirdiğinizde çok şey kaybediyorsunuz. Ben korkunun, yorgunluğun, bıkkınlığın bugünlerde tutunmamız gereken duygular olduğunu düşünüyorum. Paradoks gibi görünen bir şey söylüyorum; bu duygulara cesaret kazandırmamız lazım!

'TERÖRiST' DEYiNCE HUKUK ASKIDA

- 'Her linç grubu 'vurun' diyen bir lidere bakar' diyorsunuz. Sizce Kürtleri düşman olarak işaret eden lider/liderler kim? 
Bazı yerlerde MHP'li olan veya olmayan ülkücü grupların başı çektiğini görebiliyoruz. Bazen onlarla alakasız birtakım yerel yapıların, doğal önder tabir edilen ajitatörlerin öne çıktığı da oluyor. İki sene kadar önce Tarlabaşı'nda bazı vatandaşların göstericilere pompalı tüfekle ateş ettiği olayda Başbakan 'vatandaş tabii malını mülkünü koruyacak' diyerek bizzat bu rolü üstlenebilmişti. Yani 'kalkın ey ehli vatan!' sözünü sarf eden birinin çıkması ne yazık ki çok da zor değil!


-  Peki siyasilerin zaman zaman Kürtleri 'vatan düşmanı' gibi göstermesi altındaki amaç ne olabilir? 
Siyaset demek ayrıştırma demektir. Hasımlar yaratıyor, çizgiler çekiyorsunuz. Türkiye'de özellikle milliyetçiliğin zehirlediği siyasi dil ve devlet dili kolaylıkla düşmanlaştırıcı dile meylediyor. Ayrıca 'terörist' kavramının giderek genişleyen kullanımının da sadece Türkiye'de değil bütün dünyada özellikle 11 Eylül'den sonra ciddi bir problem olduğu açık. Birisine terörist damgasını vurduğunuz zaman onunla ilgili hukuku askıya alıyorsunuz ve zaten tam da hukuku askıya almak için bu damganın kullanıldığını da biliyoruz.

ÇÖZÜMSÜZLÜKTEN MİLLİYETÇİLİK ÇIKTI

- Kürtleri düşman ilan ederek hedef gösteren bu zihniyet zamanında onları asimile etmek istemiş de olabilir mi?
Kuşkusuz, Türkiye'nin resmi politikası on yıllarca asimilasyon politikasıydı. Bunu bugünkü hükümet de kabul ediyor. Bence bugün Kürt meselesinde esas önemli olan konu asimilasyonizmden disimilasyonizme geçiş tehlikesi olmasıdır. Yani yok saymak, inkar etmek değil tanıyarak dışlamak. 

-  Kürt meselesinde asıl sorun disimilasyon yani 'tanıyarak dışlama'ya geçiş olması diyorsunuz. Nasıl bir tehlikesi var?
'Kürtler evet vardır ama kötüdür, bizden değildir' diye özetleyebileceğimiz bir tavır. Bugün bu tutumun hakim hale geldiğini söyleyemeyiz. Hala asimilasyon seçeneğini zorlamak isteyenler olduğu gibi tanıyarak dışlayanlar, 'vardır ve kötüdür' diyenler de var. Şu an bir geçiş belirsizliğinde, bir çalkalanma dönemindeyiz.

- Peki bu arayış bizi nereye götürür?
Temennilerimiz olabilir olsa olsa. Şu anda gerçekten kaotik bir durumdayız. Ama melankolik bir karamsarlığa da gerek yok. Yapmamız gereken bunları tartışmak! 'Tanımanın' sağ salim başarılması, sindirilmesi önemli bir hedef, bu halledilmiş, olmuş bitmiş bir şey değil. Yeni kuracağımız birlikte yaşama deneyimlerine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Geleneksel olanlar, işte 'kız aldık verdik', 'tavuklarımız birbirine karıştı' falan, bunlar hem aşındı hem de o kadar yükü taşıyamaz. 

- Mesela 'pozitif ayrımcılık' yeni bir söylem, deneyim olabilir mi?
Bir yöntemdir.  Tabii içeriğinin tartışılması gerekir. ABD bu konuda önemli bir deneyim, orada. pozitif ayrımcılığın yol açtığı yozlaşmalarla ilgili tartışmalar dikkate alınmalı. Ama ilke olarak pekala meşru bir yöntemdir. 

- Kürtlerin, Kürt sorununun anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Tam olarak ne istiyorlar bunun anlaşıldığını söyleyemeyiz.  'Kürtler' diye birileri olduğu vakasının Türkiye'de artık geniş ölçüde kabul gördüğünü düşünüyorum. Ama az önce konuştuğumuz gibi bu tanımanın bir ayrımcılık ve kem nazarla birleşmesi meselesini de unutmayalım.

-  Peki Kürt sorununun ne olduğunu, Kürtlerin isteklerini en iyi anlatanlar? 
Mesela rahmetli Kürt yazar Evrim Alataş bunu iyi anlatırdı. Mesut Yeğen, iyi anlatıyor. BDP'nin bazı sözcülerinin, örneğin Gültan Kışanak'ın, Selahattin Demirtaş'ın da Kürtlerin derdini yeterince iyi anlattığını düşünüyorum. 

- 1990'lı yılların Kürt meselesi için önemli bir eşik olduğunu söylüyorsunuz. Çözülmesindeki iyimser beklentinin boş çıkması kendini milliyetçilikle dışa vurdu demişsiniz?
1991 seçimleri çok önemli eşiktir. 1991-93 döneminde Türkiye'de olanların 12 Eylül dönemi kadar travmatik olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki 91 seçimlerine giderken 12 Eylül'ün tahribatının nispeten giderileceği beklentisi vardı, Kürt meselesinde bir çözüm beklentisi vardı. Ekonomik bir iyimserlik de vardı. Ama 1991-93 konjonktüründeki sertleşme büyük bir gerilemeye yol açtı. Türk milliyetçiliği biraz da o hayal kırıklığının telafisi olma iddiasıyla, bu süreçten yakıt aldı. 90'lı yılların mirası çok uğursuz bir miras.

-  Şu an içinde bulunduğumuz durum da benzer özellikler mi taşıyor?
Kürt meselesinde felaket senaryosu olarak 90'lara dönüşten bahsediliyor. Diğer yandan iktidar çevreleri çok güvenli bir şekilde diyorlar ki 'öyle olmaz çünkü bugün hükümetle devlet arasında büyük bir uyum var'. Gerçekten de bugün çok daha muktedir bir iktidar var. İktidar kibri, devlet kibri ve milliyetçi kibrin tehlikeli bir bileşimi var, bu da ürkütücü bir şey. 

-  Ne gibi bir tehlikesi olabilir?
Askeri yöntemin ve şiddetin asli hale geldiği, siyasetin de onun mecazları ile konuştuğu bir gidişat. Ve baştan beri konuştuğumuz, toplumsal zihniyet yapılarında alttan alta işleyen düşmanlık eğilimleri, 90'lara nazaran bizi belki daha bile fazla korkutacak bir farklılık. Evet, Kürt kimliğinin tanınmasıyla ilgili bir ilerleme var, bu bizi iyimser kılabilir, ama bir yandan da bu tanıma, lanetleyen, 'bizden ırak olsun' diyen bir tanıma olabiliyor, bu da karamsar kılıyor.

- Peki öyle bir tehlike öngörüyor musunuz? 
Reel politik süreçlerle ilgili çok iddialı konuşacak konumda değilim ama öyle bir tehlike var. Tehlikeye dikkat çekmek görevimiz olmalı.