1991- 1996 yılları arasında işlenen 1500’ün üstünde faili meçhul cinayetin 830’unun Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu döneme rastladığına dikkat çeken Miroğlu,  Mehmet Ağar’ın ‘Polis Genel Kurmay Başkanı’ sıfatını bu ülkede hak eden yegane polis şefi olduğunu belirtti.

Miroğlu yazısında, Susurluk dosyasının yeniden açılması gerektiğini ve Ergenekon sürecinin Susurluk sürecinden ayrı yürüyemeyeceğini söyledi.

İşte Miroğlu'nun o yazısı:

Yazının başlığı, Orhan Gökdemir’in, okunduğunda insanın tüylerini diken diken eden kitabının adıdır ve kitaplığımda neredeyse altı çizilmemiş tek satırı olmayan kitapların arasında yer alır. Gökdemir’in anlattığı ‘polis şefi’ tahmin edeceğiniz gibi Mehmet Ağar’dan başkası değildir. Ayhan Çarkın’ın itiraflarıyla yeniden gündeme gelen Susurluk sürecinin başındaki isimdir Mehmet Ağar. O, iç savaş koşullarının yetiştirdiği sıradan bir polis şefi değildir, iç savaş koşullarının yetiştirdiği yegâne polis şefidir. Hiç kimse, bu ülkede, ‘Polis Genel Kurmay Başkanı’ sıfatını Mehmet Ağar kadar hak etmiş değildir. 1991- 1996 yılları arasında işlenen 1500’ün üstünde faili meçhul cinayetin 830’u Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu döneme rastlıyor.

İstanbul’da, 12 Temmuz 1991’de yapılan ve bir gün içinde 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan operasyonlar, onun İstanbul Emniyet Müdürü olduğu dönemde gerçekleşti. Karşılıklı çatışma olduğu söyleniyordu, ama öldürülenlerin çoğu kafasının arkasına kurşun sıkılarak öldürülmüştü.

“Yöntemlerimi beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı konu, biz görevimizi yaptık” diyordu Ağar.

İnfazlar “her sokağa bir ceset” kampanyasının sonucuydu. Ancak bir süre sonra öldürülecek ‘devlet düşmanı’ sıkıntısı baş gösterince, Susurlukçular, kendi içlerinden infazlara girişmeye başladılar.

MİT mensubu, Tarık Ümit’in kızı Hande Birinci, babasının öldürülmesinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra gazetelere yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

“Babam Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde kurulan, yönetimini Ağar’ın müşaviri Korkut Eken’in üstlendiği özel ekip tarafından öldürüldü. Çünkü bu ekibin uyuşturucu ve haraç işine karıştığını açıklayacaktı. Babamı önce sorgulayıp sonra öldürenler Abdullah Çatlı ile Özel Harekât’tan Ziya ve Ayhan adlı polislerdi.”

Ağar’ın yönettiği ‘bin operasyonun’ arasında Kürt infazları özel bir yer tutar.

Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım Susurluk çetesi tarafından infaz edildiler.

Behçet Cantürk Liceliydi, tesadüf olmasa gerektir. Cantürk’ün önce ilçesi Lice yakıldı, Lice’de taş taş üstünde kalmadı, sonra da Cantürk ve şoförü Recep Kuzucu Sapanca’da infaz edildi.

SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergun geçenlerde Neşe Düzel’e verdiği söyleşide Sapanca’daki infazların bilinmeyen bir yönünü anlattı:

“YDH yönetimi olarak bir akşamüzeri toplantıdaydık. Telefon çaldı. Açtım. Karşıdaki ses, ‘Ben Hacı Karay. Mehmet Altan’ı arıyorum’ dedi. Ben, ‘Mehmet Altan şu anda burada değil. Kendisine iletelim. Niçin arıyorsunuz’ diye sorduğumda, ‘Biz Çınar Oteli’ndeyiz. Çelik yelekli timler tarafından sarıldık. Mehmet Abi’den bu durumu İçişleri Bakanlığı’na ya da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne iletmesini istiyoruz’ dedi. Kendisine, onlara bizim de ulaşmaya çalışacağımızı söyledim. Birkaç yere telefon ettik ama kimseye ulaşamadık. Ertesi sabah Düzce Akyazı’da bu üç kişinin cesetleri bulundu.”

“Emniyet tarihinde merdivenin basamaklarını Mehmet Ağar kadar hızla tırmanan belki de başka hiçbir polis yoktu. Mesleğe balıklama daldı. Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Şubesi’nde komiser muavini olarak polisliğe ilk adımını attı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün koruma görevlisi oldu. Kaymakamlık sınavını kazandı, Torul ve Delice’de kaymakamlık yaptı. Dayanamadı, 1980 yılında baba mesleğine döndü, İstanbul Emniyet Şube Müdür Muavinliği’ne naklen geçti. Siyasi Şube Müdür Yardımcısı oldu. İlk deneyimini 70’li yılların ünlü Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’nın yanında kazandı. 1981 yılında Personel Şube Müdürü, bir yıl sonra da Asayiş Şube Müdürü oldu. Üç yıl sekiz ay sürdürdüğü bu görevinde, İstanbul’un yeraltı dünyasını yakından tanıma olanağı buldu. 1984 yılında İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirildi. 37 yaşında, 1988 yılında Ankara Emniyet Müdürü oldu.” (Pike: Bir polis Şefinin Kısa Tarihi)

Valilik de yaptıktan sonra DYP’den milletvekili seçilen ve İçişleri Bakanı olan Ağar daha sonra Adalet Bakanı oldu. Önüne koyduğu hedef cumhurbaşkanı olmaktı, ama Susurluk’ta bir kamyona bir Mercedes çarpınca istifa etti.

Gökdemir’in kitabında, Avrupa’da Gladio ile başlayan süreç, Ağar’ın Amerika’da ölen ustası Şükrü Balcı’nın yurtdışında aldığı kontrgerilla eğitimleri, Tansu-Özer Çiller ile ilişkiler, Çatlı ve Kırcı’ya sağlanan devlet himayesi, diğer çeteciler, özel timciler, korucular, uyuşturucu kaçakçıları ile kurulan ‘dostluklar’ ayrıntılarıyla anlatılıyor.

“Pike Mülkiye’de okurken yıllıktaki onun lakabı... Benmerkezciliğini, ‘Başbuğ’ olmak için harcadığı enerjiyle kanıtlamayı başardı... Olağanüstü dönemin olağanüstü koşullarında yükseldi... Adı Mehmet Ağar... Fotoğrafı bu kitabın sınırlarının dışına taşacak kadar büyük... Pikesi hep halkın üzerine... Yazılanların bir eksiği var... Bunca adın geçtiği yerde, bunca olayların yaşandığı yerde mağdurların listesini yapmadık... Düşündük kim mağdur diye... Yanıt bize biraz ürkütücü, biraz da kocaman geldi. Başka bir kitabın konusu olabilirdi.”

Merak edeceksiniz şimdi, Ağar’a kim neden ‘Pike’ lakabını takmış diye.

Hikâyesi şu: Ağar ve birkaç arkadaşı öğrencilik yıllarında yaz kampına giderler. Bir tane pikeleri vardır. Hava soğuk olduğu için nöbetleşe kullanmaya karar verirler. Fakat birkaç geceden sonra fark ederler ki, sabah uyandıklarında tek pikeleri hep Ağar’ın üzerindedir. O gün bugün, Ağar’ın lakabı ‘Pike’ olarak kalır.

Suçluları örten pikeler artık ucundan tutulup birer birer çekilmeli ama. Dolayısıyla, Ayhan Çarkın’ın itiraflarından sonra hükümetin suskun kalmaması gerekirdi. Ben bu suskunluğun iddia dildiği gibi, Mehmet Ağar’ın seçimlerde AK Parti’yi desteklemiş olmasına bağlamak ve böyle bir şeye inanmak dahi istemem. Bu iş bu kadar da ucuz değil, Mehmet Ağar, AK Parti’yi desteklemekle, hesap vermekten kurtulamaz. Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle başlayan ve mağdur ailelerini umutlandıran gelişmelerin, Susurluk dosyasını yeniden açmaya gidecek yeni bir sürecin ilk adımı olduğu görülmelidir. Yeni yasama döneminin en önemli gündem maddelerinden biri bu olmalı. Anayasa için yeni bir komisyon kurdu AK Parti. Bu komisyon çalışmalarını sürdürüyor. Bir komisyon da Susurluk dosyasının yeniden açılması için kurulmalı. Ergenekon süreci, Susurluk sürecinden ayrı yürüyemez artık. Aradaki bağlantıları ve sürekliliği ortaya çıkarmak, hesaplaşmayı derinleştirmek için koşullar her zamankinden daha uygun görülüyor.