Hasan Soylu / Demokrat Haber

Bu hafta içinde İmralı’ya ikinci heyetin gideceği aşağı yukarı kesinleşmiş durumda.

Başbakan Erdoğan’ın İmralı’ya gidecek BDP’liler için gündeme getirdiği malum “kucaklaşma” konusu, yersiz bir “hassasiyet” idi. Buna karşılık BDP’nin de “illa eşbaşkanlar gidecek” şeklinde bir ısrarcı tutum içinde olması da, sürecin ilerlemesi önünde engelleyici bir tutum olacaktı.

Her sağduyulu yorumcunun dile getirdiği gibi isimlerden ziyade önemli olan sürecin ilerlemesi. Zira söz konusu olan tümüyle yapay bir “kriz” idi.

Fakat bu “yapay” krizin düşündürdüğü gerçekler var ve dolayısıyla tarafların yaşanan bu geçici tıkanma durumundan çıkarması gereken dersler de…

Birincisi, sürecin “kırılgan” özelliği bu dönemde ve bu vesileyle bir kez daha çok net bir şekilde ortaya çıktı. Bunun son derece anlaşılır nedenleri var ve bu nedenlerin temelinde taraflar açısından halen hissedilir düzeyde varlığını sürdüren “güven” problemi…

Buna bağlı olarak ikincisi de, sürecin ilerlemesinde bundan sonra da kendisini hissettireceğini öngörebileceğimiz sürecin “psikolojisi”dir.

Besbelli ki bu süreçte yol alabilmek, somut adımlar gerektirdiği kadar işin “güven” ve “psikoloji” boyutlarıyla ilgili de hassas olmayı gerekli kılıyor.

Bunun ilk elde anlamı, tarafların “üslup” konusunda, süreçle ilgili konuşur, değerlendirme yaparken dikkatli ve duyarlı olmaya özen göstermeleridir. Bu, önemli. Ve bugüne değin, maalesef demek gerekir, tarafların bütünüyle özenli davrandıklarını göremedik. Fakat son günlerde yapılan açıklamaların ilk günlere kıyasla olumlu manada farkının da altını çizmek gerekir.

Güven ve psikoloji kavramlarının bu tip geçiş süreçlerindeki öneminin farkında olarak hareket etmek, sürecin ilerlemesinin güvencelerinden birini oluşturacaktır.

Tarafların gergin ve agresif açıklamaları eşliğinde barış hedefleyen bir sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi düşünülebilir mi? Kuşkusuz ki hayır…

Son yıllarda çatışma ve operasyonların daha da gerdiği ilişkilerin güvensizlik olarak özetleyebileceğimiz bir tutumu koşullaması, anlaşılır bir şey.

Fakat tek çıkar yolun, tek gerçekleşmesi mümkün çözüm yolunun, kimsenin kaybetmeyeceği, herkesin, bütün Türkiye’nin kazanacağı tek yolun barış olduğu dersini de herkesin iyi bilmesi, hatırda tutması gereği var.

Bu süreç somut ve onurlu bir barışa bizi ulaştırmalıdır. “Yoksa…” diye bir ihtimalden söz etmek dahi istemiyorum, ama şu kadarını söylemeden de edemeyeceğim: Yoksa vebali herkes için çok ağır olur ve kimse bu vebali taşıyamaz, izah edemez…