Gülşen İşeri / Demokrat Haber

 

Tarihe 38 katliamı olarak geçti Dersim 38… Kimilerine göre isyandı; oysa tarih bir katliam olduğunu belgelerle sunuyordu bize: Dersim’e Türk hava kuvvetlerinin zehirli gaz bombası attığı yazıyordu belgelerde. Sabiha Gökçen, 1956 yılında Halit Kıvanç'a verdiği bir röportajda, "Canlı ne görürseniz ateş edin!, emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk" demişti.

 

CHP milletvekili Hüseyin Aygün, ‘Dersim 1938 ve Zorunlu İskân’ adlı kitabında, ‘isyan’ın açıkça kışkırtılarak çıkarıldığını yazıyordu. Cumhuriyet dönemi ‘ayaklanma’ları içerisinde sivillere yönelik eziyetin ve kıyımın en şiddetlisinin yapıldığını, ardından da ‘isyancı’larla beraber aileleri ve hatta ‘isyan’a iştirak etmeyenlerin eziyete ve kıyıma maruz kaldığını, binlerce sivil vatandaşın öldürülmüş ve kalan on binlercesinin de sürgün edilmiş olduğunu belirtiyordu.

 

Bölgeden Ankara'ya gönderilen raporlarda kadın ve çocuklar dahil olmak üzere insanların zehirli gaz ve yangın bombaları kullanılarak imha edildiği de yazıyordu.

 

30 Mart 1937'de, Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan'ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde: "Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa'dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim” ifadeleri yer alıyordu.

 

Askerî harekât, bazı aşiretleri sürgün etmiş, 1938 yılının sonuna doğru sona ermiş, bilançosu ağır olmuştu: 13.160 ile 40.000 arasında sivil ölürken, 2248 haneden, 11.818 kişi başka yerlere sürgün edilmişti…

 

Biz bu sürgün hikâyelerini belgesellerden, sözlü tarih çalışmalarından da öğrendik: Çayan Demirel’in 38’i, (2006) Özgür Fındık’ın Kırmızı Kalem’i, Qelema Sure, (2009) ve Kara Vagon’u (2011) Nezahat Gündoğan’ın İki Tutam Saç: Dersim'in Kayıp Kızları (2010)…

 

Bu belgeseller bizi tarihin karanlık sayfalarına götürüp savunmasız bırakmıştı. Resmi ideolojinin inkâr politikası da bu anlatılanlar karşısında yenik düşmüştü.

 

Dersim’in yarasından gerçekler sızdı, bu sızıntı meclisin ana gündem konusu oldu. Dert; bu gerçekliği ortaya çıkartmak değildi elbet ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011 günü yaptığı konuşmasında, 9 Ağustos 1939 tarihli bir belgede Dersim'de 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünün ifade edildiğini belirtmiş ve Dersim'de yaşananlar için; "eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" diyerek "devlet adına" özür dilemeyi kabul edebileceğini belirtmişti…

 

Bu süreçten sonra da Dersim’de yaşananlar bir kez daha gündeme gelerek tartışmalara neden olurken, bir yanıyla da acılar politikaya alet edilerek iktidar ve muhalefet arasında atışmalara sebep olmuştu.

 

DERSİM’İN DAĞLARINDA SAKLANAN SIR

Geçtiğimiz hafta sonu (4-5 Mayıs) Dersim’deydim. 1937-38 katliamı Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi Dersim’de de anıldı. 75 yıl geçmişti aradan… Mezarsız, kefensiz binlerce kişinin katledilmesi Dersim’de mumlar yakılarak anıldı. Ağıtlar yakıldı, gözyaşları döküldü bir kez daha. Ellerinde mezarı olmayanların fotoğraflarıyla yürüdüler Dersim sokaklarında…

 

Sabahın ilk ışıklarıydı, Dersim’in dağlarına bahar sisi inmişti, dağlar da adeta ağıt yakar gibi kederliydi o gün… Nelere tanıklık etmişlerdi, sanki onlar da koca bir sırdı ve onun ağırlığıyla yaşıyorlardı Dersim’in yamacında… Öğle saatlerine doğru insanlar Cemevine doğru gelmeye başladı; ilk etkinlik burada olacaktı. Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu ile 1937-1938 Dersim Sözlü Tarih Projesi Komitesi üstlenmiş bu etkinliği.

 

Anma etkinliğine yüzlerce Dersimlinin yanı sıra CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Başkanı Yaşar Kaya, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Hüseyin Mat, 1937-1938 Sözlü Tarih Projesi’nden Araştırmacı-Yazar Cemal Taş katıldı… Önce Cemevi bahçesinde 38’de katledilenlere mumlar yakılıp gülbenkler okundu.

 

Ardından Cemevine geçildi. Zazaca ve Türkçe yapılan etkinlik, ölenlerin anısına saygı duruşuyla başladı. Klamlar okundu, ağıtlar yakıldı. Herkesin söyleyeceği sözü vardı o gün.

 

75 yıldır yaraların sarılmadığından söz edildi. Evet, yaralar sarılmamıştı; yüzler, gözler ve ağıtlar öyle diyordu. Son birkaç yıldır konuşulsa da Dersim meselesi; yüzleşiyoruz denilse de yüzleşmediğimiz, yüzleşiyor(muş) gibi yaptığımız ortadaydı.

 

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Hüseyin Mat da yaşanan vahşetin unutulmadığını, bu kutsal topraklarda onları anmaya devam edeceklerini söylerken, Baba Munzur’un Düzgün Baba’nın ve Ana Fatma’nın bıraktığı değerlerin bu kutsal topraklarda yaşaması gerektiğinin altını çizdi.

 

DERSİM’İN SIZISI DİNER Mİ?

Herkesin söyleyeceği sözü vardı o gün… Ama en çok ta 38’i yaşayanların... 75 yıldır içlerinde birikenleri açık bir yara gibi taşımışlardı. Kimi annesini, kimi babasını, kimi kardeşini kaybetmişti. Kimi sürgüne yollandığında geride bıraktıklarını arar olmuştu. Tıpkı Bege Heseni gibi. Onlar anlattıkça gözlerdeki hüzün Dersim’in sızısı oluyordu.

 

Kör kuyulara nasıl atıldıklarını, elleri, kolları bağlanıp uçurumdan boşluğa nasıl düştüklerini ve üzerlerine bombaların nasıl yağdığını bir bir anlatıyorlardı. Kız çocuklarının saçlarının nasıl kesildiğini, kara vagonlarda sürgüne nasıl yollandığını… Anlatıyorlardı, anlattıkça Dersim derinleşiyordu, derinleştikçe içinden çıkılmaz bir acıya dönüşüyordu.

 

Herkesin söyleyecek sözü vardı Dersim’de, en çok da onların, katliamdan kıl payı kurtulanların, yaşamak, yaşadıklarını anlatmak için direnenlerin…

 

Konuşmaların, klamların, ağıtların ardından Munzur kıyısına yüründü, ellerde birer karanfille. Yas bayrağı asıldı Munzur köprüsüne, ardından karanfiller Munzur’un suyuna bırakıldı. O gün Munzur toprak kızılı akıyordu, sessiz ve derinden.

 

BAŞBAKAN DERSİM ÖZRÜNDE SAMİMİYSE BURAYA GELİR

Munzur’un kıyısında ayaküstü konuştuk Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Başkanı Yaşar Kaya’yla… Bunca yıl sonra bu anmanın yapılmasından mutlu, en azından gelecek yıllar için ve insanların tarihini unutmaması için umutlu bir adım olarak görüyor.

 

Elbette bunca yıl sonra anılıyor olmasını Türkiye’nin demokratik bir ülke olmamasına da bağlıyor Yaşar Kaya. Kaya, Türkiye’nin kendi tarihiyle henüz yüzleşmeye hazır bir topluluk olmadığını söylerken araya giriyorum peki ya Başbakan’ın özrü?

 

“Erdoğan’ın özrü Türkiye toplumunun Erdoğan üzerinde yarattığı baskıdan kaynaklanmış bir özür değil, Erdoğan’ın özrü kendi politik rakibi olan Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırmak, onu politik olarak yıpratmak amacıyla yapılmış bir özürdür” diyor.

 

Onların beklediği özür bu değildi elbette. Aleviler, Dersimliler; gerçek anlamda tarihle yüzleşmeyi içeren, tarihin karanlık sayfalarının aydınlatılmasına ve ortak bir geleceğe, güvenli bir geleceğe birlikte yürüyebilecekleri bir özür bekliyordu, olmadı.

 

Kaya, “75 yıldır arşivler açılmadı, Türkiye toplumu gerçeklerden uzak tutuldu ve yalanlarla, isyan yalanlarıyla, yabancı parmağı yalanlarıyla bizim öldürülmemiz haklı gösterilmeye çalışıldı. Halbuki tarihle yüzleşmeden Türkiye uygar toplumlar arasında yer alamaz” diyor.

 

Türkiye’deki resmi ideoloji çatlaklardan sızmaya başladı… Bu yüzleşme değil belki ama bildiğimiz tarihin yalandan ibaret olduğunu, bildiğimiz tarihin bir aldatmaca olduğunu öğrendik. Yaşar Kaya’da aynı görüşü savunuyor:

 

“Türkiye’de bir resmi tarih var, bu resmi tarih yalan tarihidir. Resmi tarihle hesaplaşma ve hakikatler süreci başlamıştır diyebiliriz” diyor ve asıl yüzleşmeyi sıralıyor: “Tarihle yüzleşme, bunların okul kitabına girmesidir, tarihle yüzleşme anıtların dikilmesidir, tarihle yüzleşme neyi yıktıysan onun yerine konulmasıdır, tarihle yüzleşme gerçek bir özrü ifade eder.“

 

Erdoğan özründe samimi olsaydı burada oldurdu diyor Yaşar Kaya… “Tarihle yüzleşme gerçek anlamda olsaydı bugün Erdoğan burada olurdu, törenlere katılırdı. Tarihle yüzleşme olsaydı bugün Ankara’da herkes, kendi üzüntülerini, belirten mesajlar yayımlardı…”

 

Sonra bir bir Türkiye’nin kendi tarihindeki karanlık sayfalarını hatırlatıyor: Ermeni soykırımı, Süryani Soykırımı, Alevi Katliamları, Dersim soykırımı, Kürt Soykırımı… Tüm bunlarla yüzleşmek içinse Dersim’i önemli bir adım olarak görüyor Yaşar Kaya…

 

“Dersim bir fırsattır, Ermenilere, Süryanilere, Kürtlere, Alevilere yapılanları geçmişte biliyoruz. Ama bugün Dersim önemlidir, doğru okunursa, bu topraklarda tek din, tek dil, tek bayrak yaratacağım diye insanlar öldürülmez, insanların öldürülmeleri mazur gösterilmez”

 

SEYİT RIZA MEYDANI VE SESSİZ YÜRÜYÜŞ

 

Munzur’un suyu karanfilleri aldı gitti… Biz ise diğer bir etkinlik için Seyit Rıza meydanına yürüdük… Yol boyunca pek çok iş yerinde ve evlerde yas bayrağı asılıydı. Kimileri kapılarının önlerine mumlar yakmıştı… Seyit Rıza Meydanı’ndaki yürüyüş sessiz olacaktı. Sessiz yürüyüşün ön saflarında erkek ve kadınlar beyaz elbiseler giyip, elleri bağlı, çıplak ayakla yürüdü.

 

Dersim katliamı sırasında yüzlerce insanın öldürüldüğü yer olan Gole Çeti Mevkii’ne kadar yürüyüşün ardından katledilenler için mumlar yakıldı.

 

Dersim Kültür Derneği Başkanı Ali Mükan, 1937-38 yılında Dersim’de olanların insanlık suçu olduğunu her fırsatta dile getirdi. İnanç, kültür ve kimlikleri farklı olduğu için on binlerce insanın kurşunlanıp, uçurumdan atılarak, gaz mağaralarında zehirlenerek öldürüldüğünü bir kez daha hatırlattı.

 

Mükan; “1937-38 yılında Dersim’de yaşananlar, nereden bakılırsa bakılsın, en hafif tabiriyle bir insanlık suçu, bir soykırımdır. Zira burada insanlık ailesinin devreden bir mirası, bir ferdi olarak Dersim kimliği yok edilmek istenmiştir“ dedi.

 

YARALARIMIZ SİYASETE ALET EDİLDİ

Yıllardır saklanan, yasaklanan, unutturulan Dersim meselesi beklenmedik bir zaman siyaset ortamında gündeme gelmişti. Ali Mükan buna da öfkeliydi. Acıların politikaya alet edilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

 

Mükan; halkın nazarında kısmi bir beklenti yaratmış olsa da burada, maalesef, samimiyet, acıları paylaşma, empati kurma olmadığını, onun yerine şark kurnazlığı olduğunu, yaraları siyasete alet etmenin ötesine gidilmediğini söyledi ve bu yaklaşımın da gayri ahlaki olduğunu dile getirdi.

 

Ali Mükan, Dersim soykırımının baş sorumlusu olarak nitelediği CHP’nin bugün bu katliamı sahiplenme tutumunu da eleştirdi.

 

Yürüyüş Gole Çeti’de sonlandı. Sessizdi ama insanların içinde koca bir çığlık vardı, duyana, duymak isteyene… O yıllar temsili olarak canlandırıldı, ayaklar çıplak, eller birbirlerine bağlanmış, üzerlerinde beyaz elbise, ölüme yollanan on binler gibi…

 

SESSİZCE BİTTİ YÜRÜYÜŞ…

Ancak Dersim’e dair yazılması gereken çok şey vardı. Dönme vakti geldiğinde şöyle bir dağlara baktım: Bir açık hapishane Dersim… Dağlarına konuşlanmış gözetleme kuleleri, taciz uçuşu yapan askeri helikopterler, kent içinde dolaşan tanklar… Ve insanların yüzünden okunan, isyan, öfke, keder, yaşanmışlık, yalnız bırakılmışlıklarıyla… Bir açık hapishane Dersim… Hayata meydan okur gibi, öldürmeyen acı yaşatır der gibi, direnişin odağı Dersim…