Çetin Durukanoğlu

Şovenizme, sosyal-şovenizme karşı; halkların kolektif hakları için amasız, vekilsiz, koşulsuz HDP

Kürt Özgürlük Hareketinin 90'lı yılların başından beri kitleselleşmiş/halklaşmış bir hareket olarak asıl mücadelenin desteklendiği bir alan olarak gördüğü ve katıldığı seçimler Türkiye sosyalist/devrimci hareketini de içine alan bir tartışma sürecine dönüşmektedir.

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesine karşı alınan tavır ve ardından 1989-1990 yıllarında Sovyetler Birliği ve Halk Cumhuriyetlerinin çözülüşü/yıkılışı iki farklı kulvarda akan iki farklı hareket ortaya çıkardı. Kürdistan Özgürlük Hareketi halklaşıp kadınların mücadelenin bütün alanlarında öne çıktığı değiştirici-dönüştürücü bir işlev kazanırken Türkiye sosyalist/devrimci hareketinin geniş kitlelerle bağı giderek zayıfladı.

Gelinen aşamada Önasya'da gerici dört ulusal devlet sınırları içinde mücadele eden bir Kürt Özgürlük Hareketi'nin politik öncelikleri ile T.C sınırları içinde mücadele eden Türkiye sosyalist/devrimci hareketinin önceliklerinin farklılaştığı bir tarihsel sürecin içinde yaşıyoruz. T.C sınırları içinde aynı zemine basmanın Önasya zemininde aynı zemine basma olmadığı her yaşanan somut gelişmede ortaya çıkıyor.

Bu farklılığı bilerek son seçim süreci içinde ortaya çıkan seçim tavırlarına ilişkin başka bir tartışma açmanın "Türkiye'li demokrat, Türkiyeli Sosyalist"ler açısından elzem olduğu aşikardır. Türkiye cephesinden bakıldığı zaman "boykotcular", "zorunlu boykotcular", "bağımsız aday gösterip düzeni teşhir edenler", "HDP'nin barajı aşması gerekir, yoksa AKP mecliste çoğunluğu elde eder", "HDP'yi destekliyoruz ama... "gibi oldukça farklı seçim tavırları göze çarpmaktadır.

Buna birde rehin tutulduğu hapishaneden aday gösterilen Selahattin Demirtaş'ın Mandela olduğu saptamasını yapan aydınların (Baskın Oran vs) tavrını da ekleyelim. Konuyu anlaşılır kılmak için Mandela isminin arka planını ele almakta fayda var. Yasadışı Afrika Ulusal Kongresi (ANC)' nin liderlerinden ve Güney Afrika Komünist Partisi üyesi olan Nelson Mandela 1960'da Sharpille katliamından sonra ANC' nin silahlı direnişe geçmesinde önemli rol oynadı. ANC'deki pozisyonu ile silahlı direnişe geçilmesindeki rolü ve sorumluluğundan dolayı tutuklanarak hapishanede 27 yıl geçirdi.

Yani soruyu net soralım, bu koşullara Türkiye'de kim uyuyor dediğimizde karşımıza tereddütsüz Abdullah Öcalan (19 yıldır hapishanede olduğunu hepimiz biliyoruz) çıkıyor. Peki neden bazı aydınlar Mandela örneği için Demirtaş'ı gösterip politik-askeri direnişe önderlik eden, 4 parçada Kürt Halkının ulusal önderlerinden olan Abdullah Öcalan gerçeğini konuşmak istemiyorlar. Sorun aslında nettir. Demirtaş onlara göre şiddete bulaşmamış "Makul Kürt'tür".

Doğrudur seçim süreci üzerinde atlanmayacak bir siyasal atmosfer yaratmaktadır. Fakat sürecin aslı tutumunun sosyalist/devrimci hareketin asli tutumu ile ilişkili olması gerektiği çok açıktır. Yani sınıf temelli saha çalışmasının bir yan işlevi olarak seçimi değerlendirmek.

Bugünün gerçekliğinde Türkiye sosyalist/devrimci hareketinin sınıfla/ezilenlerle/sömürülenlerle bağlarının neredeyse sıfırın altında olduğunu görmek için derin teorik analizlere ihtiyaç olmadığını çok rahat söyleyebiliriz. En geniş demokratik kitle örgütleri olarak tanımlanabilecek olan DİSK-KESK-TMMMOB-TTB'nin sınıfla/ezilenlerle/sömürülenlerle somut-gerçek-organik ilişkilerine bakmak yeterlidir. Siyasal örgütlerin pozisyonu da bundan çok daha açıklı bir hal seyretmektedir. Daha somut olarak 2013 Gezi Direnişi ve 2015 Metal sektöründe Türk-Metal'e isyan eden metal işçilerin eylemlilik süreçleri bu saptamanın somut iki örneği olarak karşımıza çıktı.

Doğal olarak bu gerçeklik içinde seçim tartışması soyut bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmakta, sosyalist devrimci hareketi bir müddet daha mevcut gerçekliği ile yüzleşmesini öteleyen bir biçim kazanmaktadır. Çok uzun zamandır sistem için herhangi bir tehlike arz etmeyen çok farklı ideolojik teorik çerçeveye sahip sosyalist devrimci hareketin legal, illegal bütün bileşenlerinin aynı sorunla iştigal etmesinin ortak nedenleri olmalı, yani aynı ve benzer bir maddi zeminden besleniyor olmaları gerekir. Bu kadar birbirine yönelik eleştiri yağmuru altında aynı sorunla yüz yüze olduğunu görememek başka bir körlük olarak kenara not edilmelidir.

Şimdi gelelim kaçınılamayan seçim süreci üzerine ne yapılmalı tartışmasına. Kendi gerçekliğimizin bilincine varıp özeleştirinin bir devrimci pratik sorun olduğu bilinci ile mevcut güçlerle, sınıf/ezilenler/sömürülenler'in örgütlenmesi perspektifi ile saha çalışmalarına yönelmek mevcut koşullara bizi getiren nedenleri somut pratik içinde tartışma şansına sahip olacağız.(1) Bu yönelim sırasında sadece sosyalist/devrimci olarak değil, tutarlı bir demokrat olarak pazarlıksız, amasız seçim süreçlerini bir nevi kendi politikalarının Kürt Halkı ve Batıda devrimci demokrat kesimde referanduma dönüştüren Kürdistan Özgürlük Mücadelesine desteğe dönüştürebiliriz. Kürtler ve diğer ulusal toplulukların talepleri ve hakları ezilme konumlarından dolayı demokratik bir taleptir. Kürt Halkı ve diğer ulusal toplulukların kolektif haklarının amasız savunulduğu bir tutum alabiliriz.

Toplumdaki şovenist-milliyetçi-faşist atmosferi düşündüğümüzde tutarlı demokrat tavrın kolektif olarak ortaya konması sosyalist/devrimci saflarda oldukça yoğun olan sosyal-şovenizmle araya mesafe koyma sürecinin yeni bir adımı olabilir. Aslında Kürtlerle hem birlikte hem ayrı yürümenin somut biçimlerinin bulunması konusunda da bu tür pratik zihin açıcı bir işlev taşıyacaktır. Kürt hareketinin Halkların Demokratik Partisi, HDP (15 Ekim 2012) sürecinden Batıda HDP bölgede Demokratik Bölgeler Partisi, DBP (Kuruluş tarihi: 11 Temmuz 2014) sürecine geçişi de bu aynılığın/farklılığın pratik olarak anlaşılması üzerinden gerçekleşmiştir. Doğru zeminde budur. Yani hem ortak sorunları olan hem farklı sorunları olan iki hareketin birlikte yürüme süreci üzerine daha somut ve gelişkin biçimlere ihtiyaç vardır.

Sonuç olarak kendi gerçekliğinin bilincinde olan sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre konumlanıp tutum alırken Kürt Özgürlük Mücadelesi açısından referanduma dönüşen seçimlerde ulusların ve ulusal toplulukların kolektif haklarını (başta bağımsız devlet kurma hakkı ki bu somut olarak Bağımsız Birleşik Kürdistan'ın kurulmasını savunmak anlamına geliyor. Ermeni, Rum, Çerkes, Pomak, Arap vs halkların var olma haklarını) amasız, pazarlıksız savunmak için HDP'yi desteklemek gerekmektedir. İşçi-emekçi saflardaki şovenizm ve sosyalist devrimci hareketteki sosyal-şovenizmle mücadele için seçim süreci atılacak adımlardan sadece birisidir.

Seçimden sonraya hem yasal hem yasadışı alanlardaki örgütlülüğü ile Kürt Özgürlük Hareketi hazır görünmektedir. Peki biz açıktan iç savaş tehditlerine rağmen hazır mıyız sorusu cevaplamamız gereken bir sorudur.

***

1- http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=19332:bir-birlesik-mucadele-alani-olarak-isci-sagligi-is-guvenligi-ve-isig-meclisi-cetin-durukanoglu&catid=130:makaleler&Itemid=240